Küçük fırsat, büyük umut

MDN İstanbul

Suriye’de savaşı durduracak görüşmeler için ilk kez masaya bu kadar yaklaşıldı. Savaşın yarattığı yıpranmışlık ve umutsuzluk bir barış rüzgârı mı estirecek, yoksa hesabı aşan çıkar ilişkileri bir fırsatı daha yok mu edecek?

İç savaşın sürdüğü Suriye’de çözüm sürecine giriliyor mu?
Bu soruya kesin bir yanıt vermek mümkün değil. Ancak ilk kez gerçekten bir umudun belirdiği söylenebilir.
Bunun dile getirilebilmesinin iki nedeni var. Biri uluslararası alandaki çabaların sonuç vermeye başladığına dair belirtiler, ikincisi savaşan tarafların kazanacaklarına olan inançlarının sarsılmasıyla bir çözüm arayışına yönelmeleri.
Suriye’deki soruna dair daha önce de sık sık çözüm umudundan söz edildi. Ama barış için beliren umutlar Ortadoğu semalarından havaya yazılmış gibi, ilk rüzgârda dağılıyordu. Ve aynı rüzgâr savaşın sürmesini sağlayacak çok sayıda silahı da getiriyordu.
Zaten Batı’nın Suriye’deki muhaliflere yaptığı silah yardımı artık “herkesin bildiği sırlar” kategorisinden çıktı. Batılı birçok medya kuruluşunda sütun sütun muhaliflerin silahları Batı’dan aldığına dair haberler çıkıyor. Dahası, Türkiye basınına da yansıyan bu haberlerin kaynağı birçok zaman başta Özgür Suriye Ordusu olmak üzere muhaliflerin kendisi olarak açıklanıyor.
Elbette muhaliflere yönelik silah yardımı gayriresmi yollardan yapılıyor. ABD ve Avrupa ülkeleri silah yardımı yapmayacaklarını kağıt üzerinde beyan etmişlerdi. Özgür Suriye Ordusu’nun savaşan militanları ise çekinmeden her Batılı gazeteciye ellerindeki silahların Batı ülkelerinden geldiğini söylediler. Hatta bunun yeterli olmadığını, daha fazla silah istediklerini resmi açıklamalarında da dile getirdiler.
Nitekim, geçtiğimiz şubat ayının son günlerinde Batılı ülkelerin yanısıra Arap ülkelerinin de katıldığı Roma’daki Suriye Halkının Dostları Grubu toplantısından, muhaliflere öldürücü silahlar dışında siyasî, teknik ve maddi desteği artırma kararı çıkınca tepki geldi. Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu Başkanı Muaz el-Hatib, Suriye rejiminin yurtdışından silah aldığını söyleyerek Batılı ülkelerin kararını eleştirdi.
Oysa vaad edilen ciddi bir yardımdı. ABD toplantıya katılan yeni dışişleri bakanının ağzından öldürücü olmayan araç ve teknik desteğin sağlanması için 60 milyon dolar ayıracağını açıklamıştı. Yardım silah içermiyordu ama ABD medyasında yer alan haberlere göre çelik kask, iletişim araçları, zırhlı yelek gibi ancak çatışmalarda kullanılabilecek malzemeler yer alacak yardımın içinde. Keza kamyonlar gibi taşıyıcı araçlar ve gece görüş dürbünleri gibi malzemeler; “öldürücü olmayan” ama savaşmaya yarayan araçlar!
Aslında bugüne kadar gayriresmi yollardan böyle yardımlar yapıldığı zaten biliniyor. Bu nedenle birçok yorumcu  ABD’nin kararını Suriye’deki savaşa resmen müdahil olmaya başladıkları şeklinde okudu. Başka okumalar olanaklıysa da bu yorum da doğru olabilir.
O halde nasıl olup da bir barış umudundan söz edilebiliyor. Üstelik Rusya her fırsatta Suriye’de kendi aleyhlerine, ki bu ABD’nin lehine demek aynı zamanda, bir değişikliğe izin vermeyeceklerini açıklamasına rağmen…
Durumu anlamak için görüşmeler gerçekleşse bile uzun bir sürecin başlangıcı olacağını hatırlamak ve bu ayın başında haber ajanslarının geçtiği Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri  Ban Ki Moon’un sözlerine bakmak gerekiyor. Ban’ın “Suriye hükümetinin dışişleri bakanı Muallim muhaliflerin temsilcileriyle görüşme isteğini belirtti, bu bizim kuvvetle desteklediğimiz bir fırsat” sözleri Birleşmiş Milletler’in önceki temennilerinden farkı değildi. Ancak bu kez Suriye’de savaşan tarafların yıprandığı ve diplomatik arenada mücadele edenlerin de görüşme masasına yaklaştığı bir ortam vardı. Önceki temasların ve hazırlanan barış planlarının boşa çıkması Ban’ı temkinli konuşmaya itmişti. Esad yönetiminin muhaliflerle görüşmek için artan bir isteklilik gösterdiğini söyleyen Ban, görüşme olasılığının anlamını net bir şekilde vurguluyordu. “Bu bizim kuvvetle desteklediğimiz çok küçük bir fırsat penceresi. Kullanılması gerekir, çünkü bu fırsat yakında kaçabilir.”
Suriye Dışişleri Bakanı Muallim yönetimin muhaliflerle görüşmeye hazır olduklarını açıklarken muhaliflerin oluşturduğu koalisyonun başkanı Hatib bu öneriyi ülke dışındaki muhaliflerin pasaport sürelerinin iki yıl uzatılması halinde kabul edebileceklerini söyledi. Hatib’in bu şartı kabul edilebilecek mi bu yazı yazılırken belli değildi. Ancak bu koşul muhaliflerin de geçiş dönemi için pazarlık etmek istediklerinin, dolayısıyla masaya oturma hesapları yaptıklarının işareti olarak görülebilir. Bu çıkarımın yapılmasını sağlayacak veri ise daha önce yapılan planların satır aralarında saklı.
Hatırlanacağı gibi, farklı zamanlarda, özellikle Birleşmiş Milletler tarafından barış planları hazırlanırken geçiş hükümetinin ülkeyi seçimlere götürmesinden ve bu sürecin iki yıl içinde sonlandırılmasından söz edilmişti. Kısacası, Koalisyon’un başkanlığını yapan Hatib ülkeden kaçan, pasaportları hükümet tarafından artık geçersiz kabul edilen yüzbinlerce kişinin seçimde oy kullanabilmesinin hesabını yapıyor olabilir. Eğer bu doğruysa seçimin de geçiş sürecinin de konuşulacağı bir noktaya geliyoruz denilebilir.
Ayrıca birçok siyaset yorumcusunun, öldürücü olmayan malzemelerle yardım edilmesi kararının muhaliflerin elini savaş alanında değil, görüşme masasında güçlendirmek üzere alındığı değerlendirmelerini de unutmamak gerek. Kesin doğruluğa sahip yorumlardan söz etmiyoruz ama işin vurgulanan yönü yanlış gözükmüyor, çünkü karar hem masada hem savaşta yararlı olabilecek nitelikte.
Ve elbette bu yardım kararının Berlin’de, Rusya ve ABD dışişleri bakanları, Sergey Lavrov ile John Kerry arasındaki görüşmenin ertesinde alındığını göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Aslında gelinen nokta ileriyi net görmek için geri bir nokta. Uzun vadede sürecin nasıl gelişeceğini bilmek mümkün değil. Belirsizliği destekleyen çok faktör var. Muaz el Hatib’in çeşitli şartlar öne sürse de görüşmelere başlayabileceklerini söylemesine rağmen Koalisyon’un içinde Suriye Ulusal Konseyi’nin başını çektiği, görüşmelere karşı güçlü bir grup bulunduğunu hatırlamak lazım. Buna paralel olarak Hatib’in Koalisyon’un tüm gruplarına ne kadar hakim olduğu bilinmiyor. Zaten en başından beri muhalifleri bir araya getirmek için yapılan girişimlerde aynı sorun ortaya çıktı. Koalisyonu oluşturan grupların ortak bir tavrı olmadığı gibi, rejim muhalifliği de farklı nedenlere dayanıyordu. Nitekim daha Koalisyon ortada yokken, Suriye Ulusal Konseyi yeni yeni yapılanırken yapılan toplantılarda Suriye Kürtleri gibi birçok grup kendi taleplerinin göz ardı edildiğini söyleyerek toplantıları terk etmiş, muhaliflerden ayrı bir yol çizmişti.
Benzer şekilde birbirinin siyasi ve askeri uzantısı oldukları düşünülen Koalisyon ve Özgür Suriye Ordusu zıt açıklamalarda bulunmuştu defalarca. Bir başka ifadeyle, gösterildiğinin aksine, Koalisyon’la Özgür Suriye Ordusu arasında hiyerarşik, birinin diğerine hakim olduğu bir ilişki yok. Dahası, biri diğerine yaptırım uygulayabilecek güce ve mekanizmalara da sahip değil. Hatta muhalefeti birleştirmeye uğraşan uluslararası çabalara rağmen Koalisyon’un kendi içinde ciddi farklılıklar barındırması gibi, Özgür Suriye Ordusu da tüm merkezileştirme çabalarına karşın hâlâ dağınık, birbirleriyle yeterince bağlantısı olmayan, birbirleriyle ortaklıkları Esad karşıtlığıyla sınırlı olan farklı motivasyona sahip gruplardan oluşuyor.
Bu ortamda Ban Ki Moon’un sözleri daha da anlamlı hale geliyor. Ban Suriye Dışişleri Bakanı Muallim’in silahlı gruplarla görüşme çağrısıyla yaratılan fırsatın kaçabileceğini belirtmişti. Doğrusu, bu vurgunun ve kaygının haklılığı reddedilemez. Savaşın yıprattığı, iki tarafın da kısa vadede kazanamayacaklarına ikna olduğu, uluslararası baskının bu kadar yoğunlaştığı bir dönemde taraflar arasında bir dengenin varlığı gözleniyor, ki onları görüşme masasına çeken de bu durum zaten. Ama eğer geç kalınır, taraflardan biri kısmi de olsa bir üstünlük elde eder ya da edebileceğine ikna olur, dengeler bozulursa görüşme masası boş kalabilir. Barış süreci ne kadar uzarsa insanların acılarının da o kadar uzayacağını unutmamak lazım.

Bunu Paylaşın