Kırım krizinin bedelini kim öder?

MDN İstanbul

“Kırım’ın Rusya’yla birleşmesi yeni bir uluslararası düzeni de beraberinde mi getirecek yoksa birbirine bu kadar bağımlı bir dünyada yeni Soğuk Savaş naraları içi boş bir kaygıdan mı ibaret; kim kimin umurunda; krizi asıl kim hisseder” soruları üzerine birkaç kelam…

Türkiye yerel seçim sonuçları ve yakın gelecekteki cumhurbaşkanlığı seçiminin etkisinde iç meseleleriyle uğraşadursun dünya yeni bir uluslararası düzene doğru gidilip gidilmediğini tartışıyor. Konuşulan, geçen ay uluslararası politikanın bir numaralı gündemini oluşturan Kırım’ın Rusya’yla birleşmesi elbette.
Çok kısa bir süre içinde yaşanan gelişmeler sonrası Avrupa’da bölünme korkusu, dünyada Soğuk Savaş döneminin yeni bir versiyonu yaşanacağı tartışmaları başladı. Avrupa’nın endişesini kamuya açık biçimde ilk dile getirenlerden biri Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier oldu. Steinmeier Kırım’ın Rusya’ya katılımının uluslararası hukukla örtüşmeyen bir süreç olduğunu vurgularken Avrupa’nın bölünmesi tehlikesinin oluştuğunu söyledi. Ve ekledi: Yıllar içerisinde edindiğimiz tecrübe ile bu duruma izin vermemek, her şeyden önemlisi de yeniden kan dökülmesini engellemek zorundayız.
Almanya’nın kan dökülmesini engellemek konusunda yalnız olmadığı gerek Avrupa ülkelerinin liderlerinin gerek ABD Başkanı Obama’nın tavrında da görülebiliyor. Obama Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılmasını engelleyemediği ortaya çıktıktan sonra yaptığı açıklamada Ukrayna’da savaşmayacaklarını söylemişti. Tabii bu mücadeleyi bırakacakları anlamına gelmiyor, ancak Rusya’nın arka bahçesinde Batılıların istedikleri gibi at oynatamayacakları da ortada. Rusya’nın buna izin vermeyeceğini de hayalperest siyasi analizciler dışında herkes tahmin etmişti zaten.
O halde, ABD neden bu sürecin bir parçası oluverdi, diye sormak yanlış olmayacak. Aslında bunun birden çok cevabı olan bir soru olduğu da açık. Ancak artık herkesin malumu uluslararası güç savaşlarına, çıkar ilişkilerine girmeden bir noktayı vurgulamak lazım. Ukrayna halkı ABD’nin umurunda değil. Bu sürecin sonunda ne ABD’lilere bir zarar gelebilir ne ABD topraklarında buna bağlı bir sorun çıkar. Büyük finansal/ekonomik problemler içindeki Ukraynalıların ne yaşayacağı ise Batılı liderlerin reklam filmi gibi açıklamalarına rağmen aslında o topraklarda yaşayan ya da yakınları, bağlantıları olan insanların dışında kimsenin hayatını altüst etmeyecek.
Pekin Halk Üniversitesi’nden Doğu Avrupa uzmanı Çen Şinming’in Rusya ile ilişkilere değinirken belirttiği nokta belki de en basit ama gerçek açıklamayı içeriyor. Çen Şinming “ABD liderliğindeki Batı’nın barış içinde bir dünya istemediğini ve her yere müdahale ederek huzur bozduğunu” söylemiş, Batı hâkimiyetine karşı koyabilmek için ülkesi ile Rusya’nın birbirlerine stratejik ihtiyaç duyduklarını vurgulamıştı.
Gelelim Steinmeier’ın sözlerinde şekillenen diğer noktaya… Avrupa’nın bölünme korkusu. Bu korku dünya tarihinin yakın geçmişinde, SSCB’nin varlığını sürdürdüğü dönemde saklı. Aslında günümüzün entegre olmuş ekonomik ilişkileri içinde kimse yeni bir “Demirperde” bloğunun oluşacağını düşünmüyor ama safların keskinleşmesinin bir tür kutuplaşmayı beraberinde getirmesi de çok mümkün.
Steinmeier’in Ukrayna’nın doğusundaki durumun da istikrar içinde olmadığına dikkat çekmesi boşuna değil. Rusya’nın Kırım sürecinde yaşananlardan cesaret alarak müdahaleyi keskinleştirirken müdahale alanını da genişletmesi asıl sözü edilen kaygı. Mart ayının sonlarına doğru Moldova’dan ayrılmayı isteyen Trans-Dinyester Cumhuriyeti’nin Moskova’ya katılmak istediğini ifade etmesi bu kaygıları daha da pekiştirdi. Bu küçük cumhuriyetin talebine Moskova’nın uzak durduğu da söylenemez ama Kırım’daki kadar net bir çıkarı olmadığından Ukrayna ve Moldova arasında sıkışan bu toprak parçası için Rusya şimdilik bir hamle yapmayacaktır, büyük olasılıkla. Yaklaşık 300 bin kişinin yaşadığı bu bölgede Rusya’nın barış gücü askerleri de bulunuyor. Trans-Dinyester’de Rusya’nın ve Putin’in kayda değer bir popüleritesi olmasına karşılık Moldova hükümetinin gönlünde Avrupa Birliği üyeliği yatıyor. Kimbilir belki bu süreç beraberinde yıllarca kazanamayacakları bu statüyü çok daha çabuk getirir ama şimdilik o kadar kolay olmadığı da ortada. Moldova Başbakanı Lurie Leanca’nın ihtiyatlı konuşması da biraz bu yüzden biraz da Rusya’nın gücünün farkında oluşundan… “Benim kendi deneyimlerim Rusya’yla çok iyi ve yoğun bir diyaloga girmeniz gerektiğini gösteriyor. Onlarla ne kadar çok konuşursanız, o kadar ilerleme görürsünüz. Ukraynalılar bunun iyi bir ders olduğunu düşünüyorsa paylaşmak isteriz. Çünkü bizim durumumuzda diyalogdan başka alternatif yok” diyordu Leanca. Haksız olduğunu söylemek de pek mümkün değil sanırım.
İşin doğrusu, Rusya’nın Kırım’daki hamlesi büyük ölçüde başarıya ulaşmış görünüyor ama bunun bir bedeli olmayacağını da kimse söyleyemez. Malum, gerek Avrupa Birliği gerek ABD bir dizi yaptırım açıkladı. Bu yaptırımların içinde Rusya’nın diplomatları ve devletle ilişkileri bulunan işinsanlarına yönelik olanlar da var, bazı askeri içerikli önemli ticari anlaşmaların askıya alınması da; hatta G-8 ülkelerinin Rusya olmadan G-7 olarak devam etmesi yönünde kararlar bile alındı. Washington ilk olarak 11 Rus ve Kırımlı’ya yaptırım uygulayacağını açıklamıştı, sonra bu sayı daha da arttı. Keza Avrupa Birliği de 21 Rus ve Kırımlı hakkında seyahat yasağı kararı almış ve bu kişilerin birlik üyesi ülkelerdeki mal varlıklarını dondurmuştu. Kara listedekilerin sayısı daha sonra 33 kişiye kadar çıktı.
Rusya ise hem yaptırımları ciddiye alıyor hem de Batı’nın çok ileri gidemeyeceğini düşünüyor. ABD’li dokuz yetkiliye ve Kongre üyesine seyahat yasağı getirmek gibi stratejik bir yanıtla benzer kararlar alıyor ve yaptırım kararlarını “gerçeklikten kopuk” olarak nitelerken geri adım atmıyor.
Gerçeklikten kopuk yorumu sadece Rusya’nın görüşü de değil. Batı’dan da bu yönde sesler yükseldi. Uluslararası piyasaların önemli uzmanlarından sayılan yatırım uzmanı Marc Faber Kırım’daki gelişmeleri değerlendirirken yaptırımların ekonomik yansımalarının sınırlı olacağından söz etmişti: Yaptırımlar son derece anlamsız. Rusya’ya hiçbir yaptırım uygulanmamalı. Yaptırımlar gerçeklikten uzak, sadece makyaj.
Rusya bu yaptırımlardan belirli ölçüde etkilenecektir kuşkusuz ve bunlar onun için sürp-riz de değil. Daha Kırım’la birleşmeden bile bunların hesap edilmemiş olması imkansız, ancak Kırım gibi stratejik öneme sahip bir ülkedeki çıkarlarını bunların çok üstünde görüyor Rusya. Dahası, elinde doğalgaz gibi çok önemli bir koz da var.
Ukrayna doğalgazda büyük ölçüde Rusya’ya bağımlı durumda. Nitekim Almanya Kiev yönetimine ülkenin istikrara kavuşması için yardım sözü verdiğinde Ukrayna Başbakanı Arseni Yazenyuk öncelikli konunun enerji olduğunu vurgulamıştı. “Ukrayna’nın enerji güvenliğini sağlamak için Avrupa Birliği üyelerinden doğalgaz konusunda desteğe ihtiyacı var.”
Yazenyuk’un derdini anlamamak mümkün değil tabii. Hele Rusya’nın dev enerji şirketi Gazprom’un geçen ay içinde doğalgaz fiyatının iki katına çıkarılacağını duyurduğunu hatırlarsak… Ne derece doğru ve gerçekçi olduğu tartışılırsa da basında AB’nin buna karşı formülünün Rus gazını Kiev’den batıya taşımak yerine, Norveç veya Kuzey Denizi’nden çıkarılan gazın Kiev’e ikmali olduğu yazılıp çizildi.
Kısacası başta enerji kaynaklı bir sorun olmakla birlikte Ukrayna’nın ciddi yardıma ihtiyacı var. Bu nedenle her ne kadar Ukrayna, Kırım’ın Rusya Federasyonu’na katılmasına paralel olarak Avrupa Birliği ile Ortaklık Anlaşması imzaladıysa da bu ne derece yeterli olacak belli değil. Bu anlaşma Ukrayna’nın devrik Başkanı Viktor Yanukoviç tarafından reddedilmişti. Anlaşmanın imzalanan politik kısmı Ukrayna’ya insan haklarına saygı, serbest piyasa ekonomisi ve Avrupa ile işbirliği gibi konularda yükümlülükler getiriyor, ekonomik ve ticaret konularındaki bölümü ise henüz imzalanmadı. Ayrıca haziran ayında Avrupa Birliği’nin Ukrayna mallarına gümrük uygulamasından vazgeçmeye başlayacağı bunun da ülkeyi yılda 500 milyon euro’luk bir yükten kurtaracağı iddiaları var.
Şimdilik kesin yargıların verilemeyeceği bir dönem yaşıyoruz. Çağımızda büyük devletlerin ağırlığını koyduğu süreçlerin nereye gideceğini kestirmek mümkün değil, ancak havada uçuşan devasa yardımlar, sinir bozucu tehditler, sırıtan çıkar ilişkileri derken sonuç ne olursa olsun bedelini halkların ödediğini söylemek pekala mümkün.

Bunu Paylaşın