İçinde bulunduğumuz karmaşık dünya düzeninde sadeleşmek çok zor olsa da bir yerden başlamalı. İlk adımı taklitlerden uzaklaşarak ikinci adımı da ezberimizi bozarak sadeleşmeyi başarabiliriz.
Çağın tüketim dayatmaları bizi mutlu etmek ambalajıyla sunuluyor. İyi bakınız göreceksiniz bu acımasız bir kandırmacadan ibaret. Oysa ki çok olandan arındıkça yaşam ve yaşamak o kadar basit ki… Ama mutlu etmek bir yana habis, hep ama hep arkadan sinsice sokuluyor. Ruh ve beden sağlığımızı da bu aldanışlar bozuyor.
Dünya siyasetine yön veren liderlerin önlerine koydukları veya koyulan ajandaları ile görünmez sandıkları gizli ajandaları artık diğer akıllar tarafından harfi harfine olmasa da okunabiliyor astigmat gözün görmesi gibi. Astigmatizmaya doğuştan mahkûm olanlar da üzülmesin kusurlu olunması anlamalarına engel değil. Olanı biteni net göremeseler de gönül gözlerini açarlarsa görenlerin çırpınışlarını anlayabilirler.
İnsanların barınması, yemesi, içmesi, yaşamda sağlıklı kalması, öğrenmesi/eğitilmesi gibi gerçekleri temel alındığında tüm bunların halledilmesi için de aklını kullanması ve bunları sağlayabilmesi için çalışması gerekir, değil mi? Ama nasıl çalışması gerektiğinin bir önemi yok mudur?
Peki, aklını doğru ve doğruluk için kullanma, kullanabilme tek başına yeterli midir? Elbette hayır. İnsanın toplumda ahlâki, hukuki, ekonomik, politik, dini ve kültürel tüm eylemleri de bir gereksinimidir ve bunun için daima önce ihtiyaç-arayış-buluş-kavrayış-vazgeçiş ve yeniden arayış döngüsü ile başa döner, artık sarmalın içindedir. Ama insan uygarlaşma sürecini körü körüne sarmalın içinde olanlarla değil bu sarmaldan kafasını gökyüzüne doğru uzatan nadir insanlarla başarmış, aydınlığı görmüş ancak aynı döngü içinde yeni bir akıma kadar uyuşmuştur.
Özde uygarlaşmayı başaran toplumlar ile başaramayan toplumlar arasındaki tüm mesele işte bu evreler arasındaki farklılıklar ve geçiş aralıklarıdır. Belki de bu dönemde insanlık olarak elimizdeki akıllı telefonlardan başımızı kaldırıp gökyüzüne bakmayı unutuyoruz.
Uygarlık evrimini tamamlamada akıl ve zihin uyumunu yakalamış ve seviyede üstlerde olan bir insan ve o insanın yaşadığı tüm toplum kendisine bir çeşit hile ile sürekli tekrarlanan veya ezberletilen ‘kötü şeyler’ karşısında iradesini kolayca kaybedebilir mi? Bir zincirin bir baklası çok güçlü olsun -tabii farklılıkları baki kalmak kaydıyla-, diğer baklalar da en az onun kadar güçlü, çok güçlü olup birbiri içine geçse kopartılabilir mi? Peki burada bir baklanın güçlü olmasını ve bir arada daha güçlü olmasını uzun süre sağlayacak ortak çözüm nedir? Eğitim.
Tarih boyunca akıl ve güç ile edindikleri, gerektiğinde korumak için canlarını vermekten çekinmeden çizdikleri vatan sınırlarından fikir sınırlarına kadar her cephede mücadele veren kahraman Türk’ün torununun, geçmişinden emaneten aldığı bu büyük, yüce ve özgün armağanı unutup, bu elle tutulmayan gözle görülmeyen bağımsızlık uğruna atalarının verdikleri kahraman mücadeleyi unutması mümkün mü?
En iyisi, özünü unutmadan maneviyatta çoğalmak, zira maneviyatta yoksullaşan toplumların kaderi ya sefalet ya…
Şunu diyebilmeli bir insan, birçok insan: Dünyalar serilse de önüme benim gözüm, benim duygum, benim sevgim yine de; köylümde, kahramanımda, vatanımda, balığımda, toprağımda, sanatımda… Dağımda, taşımda, şiirimde…
Çağın tüketim dayatmaları bizi mutlu etmek ambalajıyla sunuluyor. İyi bakınız göreceksiniz bu acımasız bir kandırmacadan ibaret. Oysa ki çok olandan arındıkça yaşam ve yaşamak o kadar basit ki… Ama mutlu etmek bir yana habis, hep ama hep arkadan sinsice sokuluyor. Ruh ve beden sağlığımızı da bu aldanışlar bozuyor.
Dünya siyasetine yön veren liderlerin önlerine koydukları veya koyulan ajandaları ile görünmez sandıkları gizli ajandaları artık diğer akıllar tarafından harfi harfine olmasa da okunabiliyor astigmat gözün görmesi gibi. Astigmatizmaya doğuştan mahkûm olanlar da üzülmesin kusurlu olunması anlamalarına engel değil. Olanı biteni net göremeseler de gönül gözlerini açarlarsa görenlerin çırpınışlarını anlayabilirler.
İnsanların barınması, yemesi, içmesi, yaşamda sağlıklı kalması, öğrenmesi/eğitilmesi gibi gerçekleri temel alındığında tüm bunların halledilmesi için de aklını kullanması ve bunları sağlayabilmesi için çalışması gerekir, değil mi? Ama nasıl çalışması gerektiğinin bir önemi yok mudur?
Peki, aklını doğru ve doğruluk için kullanma, kullanabilme tek başına yeterli midir? Elbette hayır. İnsanın toplumda ahlâki, hukuki, ekonomik, politik, dini ve kültürel tüm eylemleri de bir gereksinimidir ve bunun için daima önce ihtiyaç-arayış-buluş-kavrayış-vazgeçiş ve yeniden arayış döngüsü ile başa döner, artık sarmalın içindedir. Ama insan uygarlaşma sürecini körü körüne sarmalın içinde olanlarla değil bu sarmaldan kafasını gökyüzüne doğru uzatan nadir insanlarla başarmış, aydınlığı görmüş ancak aynı döngü içinde yeni bir akıma kadar uyuşmuştur.
Özde uygarlaşmayı başaran toplumlar ile başaramayan toplumlar arasındaki tüm mesele işte bu evreler arasındaki farklılıklar ve geçiş aralıklarıdır. Belki de bu dönemde insanlık olarak elimizdeki akıllı telefonlardan başımızı kaldırıp gökyüzüne bakmayı unutuyoruz.
Uygarlık evrimini tamamlamada akıl ve zihin uyumunu yakalamış ve seviyede üstlerde olan bir insan ve o insanın yaşadığı tüm toplum kendisine bir çeşit hile ile sürekli tekrarlanan veya ezberletilen ‘kötü şeyler’ karşısında iradesini kolayca kaybedebilir mi? Bir zincirin bir baklası çok güçlü olsun -tabii farklılıkları baki kalmak kaydıyla-, diğer baklalar da en az onun kadar güçlü, çok güçlü olup birbiri içine geçse kopartılabilir mi? Peki burada bir baklanın güçlü olmasını ve bir arada daha güçlü olmasını uzun süre sağlayacak ortak çözüm nedir? Eğitim.
Tarih boyunca akıl ve güç ile edindikleri, gerektiğinde korumak için canlarını vermekten çekinmeden çizdikleri vatan sınırlarından fikir sınırlarına kadar her cephede mücadele veren kahraman Türk’ün torununun, geçmişinden emaneten aldığı bu büyük, yüce ve özgün armağanı unutup, bu elle tutulmayan gözle görülmeyen bağımsızlık uğruna atalarının verdikleri kahraman mücadeleyi unutması mümkün mü?
En iyisi, özünü unutmadan maneviyatta çoğalmak, zira maneviyatta yoksullaşan toplumların kaderi ya sefalet ya…
Şunu diyebilmeli bir insan, birçok insan: Dünyalar serilse de önüme benim gözüm, benim duygum, benim sevgim yine de; köylümde, kahramanımda, vatanımda, balığımda, toprağımda, sanatımda… Dağımda, taşımda, şiirimde…
2020 yılında özde çoğalıp gözde sadeleşmeniz dileğiyle…