Cumhuriyetin yüzüncü yılında ulusal egemenlik kazanımlarımızı ve içinde bulunduğumuz hararetli mevcudiyeti ve hızla geri gidişimizi düşününce; gelecek neslimize nasıl bir Türkiye bırakacağımız konusunda özlemlerimi zihnimden geçirirken kendimi yine altını çize çize okuduğum o ummanlar kadar engin, fikren berrak, tertemiz kuruluş ayarlarımızın nasıl inşa edildiği sayfalarda buldum.
Cumhuriyeti kuran cesur büyüklerimiz, o dönemde bizden birçok yönden katbekat ilerideymiş. Karşılattıkları sorunlar silsilesi ise imkânlar kıyaslanınca bizden katbekat büyükmüş. Öyle ya… Atatürk İlke ve Devrimleri daha hayata geçmediği o dönemleri düşününce bir Cumhuriyet kadını olarak o dönemde yaşasam ne yapardım diye düşünmekten kendimi alamıyorum. İlginç olan bu eşsiz Cumhuriyetimizin yüzyılında bu yönde zihinlerin numune kalıntılarına, geriyi özlemleyen ezberli hikâyelere rast gelmek de ayrı bir sorunsalımız.
Cihan İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyeti’ne olan seferimizde halkımızın verdiği istiklâl (bağımsızlık) ve istikbal (gelecek) mücadelesini düşününce, elbette “İnkilâb Enstitüsü” Profesörlerinden Dr. Mahmut Esat Bozkurt’un “Atatürk İhtilali” eseri, Atatürk’ün direktifi altında Bozkurt’un vermiş olduğu konferanslardan derlenmiş. Atatürk bizzat bu derslere katılmış. Eserdeki fikir ve görüşlerin tek Kahramanım Atatürk’ün onayından geçmiş olması güvenimi ziyadesiyle pekiştiriyor.
Şimdi ekranlardan yapılan siyasi çekişmelere bakıp yüz yıl önce bin yıl ileri gitmeyi başarmış atalarımızın şimdilerde ısrarla uygarlaşma yerine adeta harakiri yapmasını izan ve irfandan yoksulluk olarak değerlendiriyorum.
Basit bir soru soralım kıssadan hisseye: Millet geri gidebilir mi? Peşi sıra şu soruyu da düşünelim. Peki ileride olan millet geleceği için yeni nesil “mandacılık ve bölünme”ye “evet” der mi? Peki ya Nene Hatunlar yeni nesil Kara Fatmalar, Şerife Bacılar, Çete Ayşeler, Halime Çavuşlar, Gördesli Makbuleler, Hatice Hatunlar, Asker Saimeler, Tayyibe Hatunlar geri gider mi?
Arafta kalmak gibi bir sınavdan geçiyoruz.
İşte bu soruların yanıtı için Prof. Bozkurt’un, Kaynak Yayınları’nın 3’üncü baskısı olan Atatürk İhtilali eserinin 74 ve 76’ncı sayfalarında ders niteliğinde bir anlatımı sizlerle paylaşmak için seçtim.
Öyle ya Osmanlı’nın Çöküş Dönemi’nin son yüzyılını da katarsak iki yüz (200) yıldır neden bocalıyoruz? Gerileme Dönemi milat alınırsa siz deyin 324 yıl. El insaf! Bu neyin tekamülüdür ki anlaşılmıyor veya ders alınmıyor da hep tekerrür ediyor?
“Millet geri gidebilir mi?
Bir milletin kaytaklık yapmak hakkı var mıdır?
Egemenlik haklarını ileriye daima ileriye götürmek mi hakkıdır yoksa geriye götürmek mi? Bir milletin geriye gitme hakkı yoktur.
Hayat kötülüklerde değil, ilerilerde, iyiliklerdedir. Gerilerde ölüm vardır. Bir millet öleceğim diyemez. Yaşama ve yaşatma ilerilerdedir. Bir milletin yaşama ve yaşatma hakkı vardır. Bir millet yaşayacağım diyebilir.
Yaşayacağım! Evet…
Öleceğim! Asla…
Efendi olacağım! Evet…
Köle olacağım! Asla.
Bir örnekçik:
Sultanlık, hilafet, krallık, imparatorluk kurumları meşruti olsalar bile, Cumhuriyetten geridirler.
Bunların meşrutilerinde bile, millet hâkimiyeti, kayıtlı ve şartlıdır. Hükümdar ulus egemenliğinde ortaktır.
Osmanlı “Kanunu Esasisi”;
İngiliz şartları (Magna Charta);
Japon Anayasası;
Bunlara örnek sayılabilecek vesikalardır.
Hatta meşruti bir krallık olan Belçika’da bile durum bunlardan daha fazla mutlu değildir.
İleri sürdüğümüz teze göre, Cumhuriyetten hilafete, saltanata, krallığa inmek şöyle dursun, meşrutiyete bile dönmek, bir milletin hakkı olamaz. Çünkü böyle bir durumda millet, egemenliğinden kısmen olsun feragat etmektedir.
Amaç, egemenlikten kısmen feragat değil, egemenliği her yönden tamamen elde etmektir. Biz Cumhuriyeti bile bunların ilerisidir diye benimsemiş bulunuyoruz. Eğer insan haklarını ve ulus egemenliğini Cumhuriyetten fazla gerçekleştiren bir rejim keşfedilecek olursa bizim onu kabule hazır olduğumuza şüphe yoktur.
Hatırlarda kalmaya değer ki, modern demokratik anlayışa göre halk iradesi, ulus egemenliği bölünemez20, egemenliği kısmen veya tamamen kaybeden milletler hürriyetlerinden vazgeçmişler demektir. Halbuki modern anlayışa göre insanlar hürriyetlerinden tamamen değil, kısmen bile vazgeçemezler.
Bir ferdin, bir milletin “ben hür olmayacağım, esir olacağım” demek hakkı yoktur.
Bir ferdin, bir milletin yalnız ve ancak “ben hür olacağım” demek hakkı vardır.
Akla şöyle bir soru gelebilir:
İnsanlar ve milletler kendilerine ait olan hakları istedikleri gibi kullanamazlar mı?
Kullanırlar, fakat bu kullanma bir şartla mümkündür. İleriye, yükselmeye ve yaşamaya doğru…
Bu haklar geriye doğru… Ölüme doğru asla kullanılamaz.
Hem bir neslin, gelecek nesiller üzerinde kötülüğe doğru tasarruf hakkı nasıl kabul edilebilir? Bir nesil, gelecek nesiller üzerinde fenalığa doğru nasıl hükmedebilir? Nasıl olur da bir nesil, gelecek nesillere bir esaret mirası bırakabilir?
Buraya kadar ihtilalin unsurlarını inceledik. Şimdi de ihtilalleri başarılı kılan sebepler üzerinde durabiliriz:
(…)İhtilallerde başarı, zekâ ve bilgi ile eş olarak yürür. Tarih diyor ki: Büyük şeflerin eserleri de büyüktür. İhtilallerin genişliği ve kavrayışı şeflerin kafalarının dışa yansımasıdır. 1919 Türk ihtilali, Atatürk’ün kafasının bir fotografisinden başka bir şey değildir. O, modern milletler karşısında, bin yıl geri kalmış bir ulusu, bir hamlede bin yıl ileri götüren bir zekâ ve bir bilgi idi.
Bin yıl diyorum. Bu bir hayal değil, hayalleri geçip aşan bir hakikattir.
Eğer, bir milletin durumunu müesseseleriyle ölçmek isabetli bir şey ise -ki bunda bence şüphe yoktur- Atatürk ihtilali, patlak verdiği gün müesseselerimiz 14 asır önce ortaya koyulmuş olan Şeriat kuralları idi. Bugün modern milletlerin karşısına, Mustafa Kemal’in eliyle kurulan yepyeni bir devlet rejimi içinde, en modern kurumlarla donatılmış olarak çıkmış bulunuyoruz.
Ve biz varız! Diyoruz. Bu sesi, herkes ve bütün dünya saygıyla dinliyor.
(…) Atatürk yalnız iç muarızlarla uğraşmadı, ona karşı bütün bir dünya ayaklandı.
“Dur ve teslim ol!” dedi. O durmadı. Yılmadı. Ve bugünü yarattı.
Atatürk, işleri nasıl başardığını soranlara her vakit şu karşılığı verirdi: İşleri başarmak için en büyük hazine ve kuvvet Türk milleti idi. Olamaz diyenler, hazineyi görmüyorlar ve milletimizi tanımıyor, anlayamıyorlardı.
20J.J Rousseau, Toplum Sözleşmesi, “Contra socia”; Locke, Sivil Hükümet, “Du Goverment Civil”.
***
İnsan ne için yaşar? Ne şekilde yaşamak ister? Önümüzdeki seçimde Ulu Türk milleti bunu belirleyecek.
***
Yıl 1953.
1950 yılında hizmete giren bizim 2’nci Dumlupınar olarak da bildiğimiz S-329 numaralı D-6 borda numaralı, ABD Bahriyesi’nde kısa ismi S.S. 325, ismi U.S.S. Blower olan ABD yapımı denizaltı 15 Temmuz 1943 tarihinde kızağa konuyor, 23 Nisan 1944’te suya iniyor, hizmete giriş tarihi ise 16 Kasım 1950. Türk Bahriyesi namına Binbaşı Barbaros Günergin’in 16 Kasım 1950’de, ABD Bahriyesi’nin yetkili temsilcisi Binbaşı Robert L. Gurnee’den tesellüm protokolü düzenlenerek teslim aldığı denizaltımız TCG Dumlupınar, 3 Nisan’ı 4 Nisan’a bağlayan gece Akdeniz’de yapılan bir Nato tatbikatından dönüşünde Çanakkale Nara Burnu önlerinde İsveç Bandıralı Naboland gemisiyle satıhta çarpışıyor.
TCG Dumlupınar denizaltısında; 7 Subay, 35 Astsubay ve 39 Erbaş ve Er olmak üzere 81 kahraman denizaltıcımız şehit olarak ebedi karakol nöbetine irtihal etti. Son sözleri “Vatan sağolsun!” olan kahraman denizaltcılarımız İlelebet yüreğimizde olacaklar. Ruhları şâd olsun.
***
İlim irfan sahibi her yurttaşımızın yaşam gayelerinden biri şüphesiz sağlıklı nesillerin inşasıdır. Depremler sonrası hepimizin bu için çabaladığı bugünlerde yine hepimizin önceliği bu illerimizdeki miniklerimizin ve tüm genç evlatlarımızın iyi eğitim ve öğrenim görmek hakkına tam ve eksiksiz erişimine katkı sunmak olmalı. Zira batmaz sanılan ama batan Titanik’ten ilk kurtarılan asilleri(!) taşıyan filikalardan birindeki o mürettebatın inisiyatifi geç ele alıp geri dönüşünde karşı karşıya geldiği manzara sonrası yüzünü kaplayan hüzünle “çok geç kaldık” pişmanlığına düşmememiz için yurttaşlık bilinciyle yaraları sarmaya devam etmeliyiz.
Türk milleti kodlarında, savaşçılık gibi şefkat de vardır. Zaman her acıyı şefkatli olunursa hafifletebilir.
***
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu, kutlu kalacak.
Depremden etkilenen illerimizde ve dahi tüm uzak köylerimizdeki evlatlarımızı sevindirelim.
Lütfen… Hatırlayalım!
TSK’nın onurlu emekli Komutanları’nın sağlık sorunları olmasına karşın ısrarla “28 Şubat Davası” ile düzmece olduğu aşikâr bir fetö savcısı iddiası ile cezaevinde tutuklu olmaları Türk milletinin vicdanını yaralamaktadır. Ordu-millet ulus için ordu ve Mehmetçik dendiğinde akan sular durur. Bu ulusumuz için tarihler boyu böyle olmuştur. Bu yanlıştan dönülmez ise bu da tarihimize kara bir leke olarak çalınacaktır. Geç gelen adalet ise adalet değildir! Bu yanlıştan derhal dönülmelidir.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.