Avrupa mülteciler için ütopya mı, distopya mı?

MDN İstanbul

AB’nin sıkı mülteci politikaları hak ihlallerine yol açarken mülteciler de giderek daha çok ötekileştiriliyor. Bu çizgide ne Avrupa “medeniyetini” koruyabilir ne mülteciler yaşamlarını. Ya nüfusuna oranla en fazla göç veren ülke konumundaki Türkiye’de çoğunluğun göçmenlere sıcak bakmamasına ne demeli?

Geride bıraktığımız yılın Türkiye’de üretilen belki de en başarılı filmi Emin Alper’in yönetmenliğinde çekilen Tepenin Ardı’ydı. Film keyifli bir dil ve dolaysız bir anlatımla “öteki”nin nasıl yaratıldığına dair sağlam bir bakış sunuyordu.
Malum, yaşadığımız çağda ötekileştirme en sık tartışılan konulardan biri olageldi. Hemen hemen her ulusun varoluşunu “öteki”nin üzerinden gerçekleştirdiği üzerine yıllardır yazıldı çizildi. Türkiye de bu yazılanların dışında değildi tabii. Kısacası, bize hiç de yabancı değil öteki!
Peki, kendini medeniyetin gelişmesinin motoru gören Avrupa’da farklı mı durum; hiç de değil. Hele son yıllarda çok daha belirgin ve o ölçüde dramatik biçimde ortaya çıkıyor bu. Tarihte yaşadığı ayrıcalıkların aksine, dünyada yaşanan finansal ve ekonomik krizden muaf olmayan Avrupa’da özellikle yabancı düşmanlığı ve buna paralel olarak mültecilere yönelik tepki giderek artıyor, arttıkça tartışılıyor, tartışıldıkça yavaşlayacağına hızlanıyor.

Avrupa’nın derdi
Hatırlanacağı gibi, 2012’de, Almanya İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich Türkiye’den “AB ile Geri Kabul Anlaşması”nı sonuçlandırmasını istemişti.
Neydi Almanya’nın birden masaya getirip hatırlattığı bu anlaşmanın önemi?
En kısa ifadesiyle, Türkiye üzerinden Avrupa Birliği ülkelerine resmi olmayan yollardan giren diğer ülke vatandaşlarının Türkiye’ye iade edilmesini öngörüyor Geri Kabul Anlaşması.
AB’nin bu anlaşmaya bu kadar değer vermesinin nedeni, son yıllarda mültecilerin sayısının artması ve kendi sınırları içinde giderek başetmekte güçlük çektiği bir sorun haline gelmesi.
AB ülkeleri “Dublin II” adıyla bilinen düzenlemeye tabi. Bu düzenlemeye göre, bir mülteci hangi ülkede yakalanırsa yakalansın AB’ye giriş yaptığı ülkeye gönderiliyor, o ülkenin “sorunu” haline geliyor, yapılacak tüm işlemler orada yürütülüyor; AB’de kalacak mı, sınırdışı mı edilecek orada belli oluyor.
Türkiye’den de istenen benzer bir duruma gelmesi. Anlaşma uygulanırsa, AB’ye Türkiye üzerinden geçerek resmi olmayan yollardan giren üçüncü ülkelerin vatandaşları Türkiye’ye “iade edilecek.”
Aralık ayının sonuna doğru AB Komisyonu, hizmet sunan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Almanya, Hollanda ve Danimarka’ya vizesiz girebilmesine karar verdi. Buna göre, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan sanatçı, iş insanı gibi kişiler Almanya’da iki, Hollanda ve Danimarka’da üç ay vizesiz kalma hakkına sahip olacak.
İşte AB’den gelen bu haber Türkiye’nin Geri Kabul Anlaşması’nı uygulamaya başlamasına neden olabilir. Türkiye sözünü ettiğimiz anlaşmayı imzalamış ama uygulamaya sokmak için gerekli düzenlemeleri yapmamıştı. Bir isteği vardı Türkiye’nin bu uygulamaya geçmek için; AB’den vize kolaylığı ya da vize muafiyeti talep ediyordu.
Türkiye hükümeti 2012’nin sonunda AB’den gelen bu hamleyi yeterli bulacak mı, yakında hep beraber göreceğiz.

21. yüzyılın ötekileri
Daha erken görülür hale gelen bir nokta ise Türkiye’de halkın tepkisi. Doğrudan mültecileri odağına almayan, daha genel anlamıyla göçmenler üzerinden yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de göçmenlerin gelmesine olumlu yaklaşanların oranı çok düşük: yüzde 15. Yabancı göçmene sıcak yaklaşmayanların oranı ise küçümsenmeyecek düzeyde: yüzde 61.
Barem Research ve WIN/Gallup International Association’ın araştırmasına göre, dünya nüfusuna bakıldığında da ibre göçmenliğe “hoş bakmayanlar”dan yana: yüzde 38 göçmenliği “kötü bir şey”, yüzde 34 de “iyi bir şey” olarak gördüğünü belirtiyor.
Araştırmada ortaya çıkan verilere bakılırsa, 59 ülkenin 21’inde göçe olumlu bakış baskın durumda. Bu ülkelerin başında Nijerya, Pakistan ve Ermenistan geliyor.
Göçe en olumsuz bakan ülkeler sıralaması ise Bosna Hersek, Sırbistan diye başlıyor, Türkiye diye devam ediyor.
Aslında Türkiye’nin durumu incelenmeye değer. Nüfus ile oranlandığında Türkiye’nin yurtdışına en fazla göçmeni gönderen ülke olduğu ortaya çıkıyor. Türkiye’den göç eden insan oran nüfusun yüzde 9’u. AB ülkeleri öncelikli olmak üzere, ABD, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerde yaşayan Türk kökenli göçmenlerin sayısı 6,5 milyonun üstünde.
Türkiye bu özel durumunda Geri Kabul Anlaşması’yla ilgili kararını veredursun, AB’de hızla ötekileşen mültecilere yönelik uygulanmak istenen bir prosedür Avrupa’yı karıştırdı. AB Komisyonu, mültecilerin parmak izlerini güvenlik güçleriyle paylaşmak isteyince sivil toplum örgütleri ayaklandı.
Mültecilerin parmak izlerinin alınması zaten varolan bir uygulama. Ancak şimdi tartışılan bu parmak izi bilgisinin nerelerde kullanılabileceği.
Mültecilerin parmak izleri Lüksemburg’daki EURODAC adlı bir veri bankasında kayıtlı. Bu kaydın alınmasının gerekçesi de mültecilerin birden fazla AB ülkesine iltica talebinde bulunmasını engellemek. Veri bankası 2000 yılında bu amaçla kuruldu ama şimdi bu verileri polis gibi güvenlik birimleriyle paylaşması isteniyor. Böylece polis parmak izinden soruşturmalarda ya da adli süreçlerde faydalanabilecek.
Tabii itiraz edenlerin sayısı hiç de az değil. “Bu veri bankasının polise açılması, bir damgalamadır ve sığınmacıları toptan zan altında bırakmaktadır“ görüşünü savunan sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra Avrupa Parlamentosu’nda Yeşiller ve Sol grup da bunun hak ihlali olacağını düşünerek karşı çıkıyor. Yeşiller’den Ska Keller’in sözleri karşı çıkışın nedenlerini çok iyi anlatıyor:
“Çünkü bu öneri, sığınma isteyenleri damgalamayı, onları ağır suçlar işleyenlerle aynı kefeye koymayı öngörüyor ve herhangi bir suç işlenmesi durumunda, suçluyu ilk olarak mülteciler arasında aramayı içeriyor. Oysa ortada sığınma talebinde bulunanların ağır suçlar işlediklerine dair hiçbir işaret, hiçbir bilgi yoktur. Onlar güvenlik arayışında olan insanlar.”
Fakat Avrupa Parlamentosu’nun Temel Haklar, Adalet ve İçişleri Komisyonu Keller’le aynı fikirde değil. Komisyon yeni tasarının yasalaşmasına onay verdi. Neyse ki bu yeterli olmuyor. Tasarının yasalaşması için komisyon dışında Avrupa Parlamentosu’nun da onayından geçmesi lazım.

Gelecek nasıl değişir?
Avrupa’nın mülteciler konusunda bu kadar keskin hamleler yapması Birlik ülkeleri içinde yükselen milliyetçi ve ayırımcı homurtuların fazlalaştığının ve etkilerinin arttığının göstergesi.
Ancak Avrupa’nın iyi işleyen bir demokrasi geleneği olduğunu da unutmamak gerek. Daha yakınlarda 2012 Nobel Barış Ödülü’nü aldığında Birlik içinden bile AB’nin bu ödülü hak etmediğine ilişkin çok eleştiri gelmedi mi? Bu eleştirilerin merkezinde sıkı göç ve iltica politikası olduğunu unutmayalım.
Kendi içinde sınırları kaldırmış bir birlik AB ama yasadışı göçle mücadele yöntemleri ve mültecilere yönelik halkın tepkisi hep tartışma konusu oldu. Nobel ödülü sırasında Avrupa’nın kendini koruma politikasının mültecilerin ölümüne yol açtığı kimbilir kaç Avrupalı yetkili ağız tarafından dile getirildi; kaç politikacı AB’nin göçmen politikasını ikiyüzlülükle eleştirdi.
Yine de AB ülkelerinde ötekileştirilen mültecilerin geleceğine dair, bu ülkelerin göçmen ve sığınmacı politikaları değişmediği sürece rahatlıkla iyi niyetli yorumlar yapmak mümkün değil. Umutlar bu konuda duyarlı ve güçlü bir sivil toplumun varlığına bağlanıyor.
Ancak mülteci hakları mücadelesinin başka faktörlere bağlı olarak da ivme kazanabileceğini biliyoruz. Keza, ülkelerin iltica ve göçmen politikalarının konjonktüre göre tersyüz olabileceğini de yakın tarih bize gösterdi. Göçmenleri çağıran, mültecilere kucak açan bir Almanya modern zamanların tarihi içinde çok yakın bir döneme denk geliyor. O halde pek de uzak olmayan bir gelecekte çıkar ilişkileri neden bu politikaların bir kez daha 180 derece dönmesine, mücadelenin kazanımlarıyla toplumların bakışının değişmesine neden olmasın?
İnsanın aklına bir başka film geliyor. Alejandro Amenábar’ın yönetmenliğini yaptığı 2001 yapımı Ötekiler (The Others). Filmde yaşadığı evde ruhların sıkışıp kaldığını düşünen bir kadın ve çocukları sonunda sıkışan ruhların kendileri olduğunu anlıyordu; gerçek olan “ötekilerdi.”

Bunu Paylaşın