Amerika Muz Cumhuriyeti

MDN İstanbul

Kimse yanlış diyemez: ABD hâlâ tek süper güç! Peki öyle mi kalacak? Büyük olasılıkla hayır. Rusya’nın giderek kendini toplaması ve etki alanındaki ülkelere varlığını her geçen gün daha fazla hissettirmesine bakılırsa 30 ila 50 yıl arasında çok kutuplu bir dünyada yaşayacak insanlar. Çok kutuplu çünkü Çin, Japonya, Avrupa Birliği de var resmin kırmızıya boyalı yerlerinde. O günkü dünya bir başka yazı konusu aslında. Şimdi konu ABD, soru ABD, AMC olur mu?
Muz cumhuriyeti, siyasal literatürde daha çok Latin Amerika ülkeleri için kullanılmış ve istikrarsızlığı, askeri darbeleri, fakirliği çağrıştıran bir deyiş. Yeniden gündeme gelmesinin en önemli nedeni ise Marc Faber adlı bir yatırım danışmanı. 1987’deki “Kara Pazartesi”yi doğru tahmin ettiği için Doktor Kıyamet lakabıyla anılan Faber, iki ay kadar evvel, ABD’nin borcunu ödeyememe durumuna düşmemesinin tek yolunun enflasyon yaratmak olduğunu söyledi ve ekledi: “Enflasyon yüzde 200’e çıkabilir. ABD muz cumhuriyetine dönüşebilir.” Filmlere bakılırsa uzaylıların, vatandaşlarına bakılırsa özgürlüklerin, ekonomiye bakılırsa küresel krizin merkez üssü ABD, her ne kadar Obama’nın başkan seçilmesiyle imajı toparlamaya çalışsa da moraller düzelmiyor bir türlü. Nasıl düzelsin; ABD Çalışma Bakanlığı’na göre, geçen ocak ayında tarım dışı istihdam son 34 yılın en hızlı düşüşünü gösteriyor. Ülke genelinde işsizlik oranı ise yüzde 7.2’den yüzde 8.1’e çıkmış. Bu son 25 yılın en yüksek düzeyi.

Ozon tabakasındaki delik gibi ABD’nin dış ticaret açığı da büyüyor. Yoksa bu ilahi adalet mi? Bu adaleti Meksika’dan ülkeye kaçak giren işçiler mi getiriyor? Birleşik Devletler, muz cumhuriyeti olur mu?

Yıllar önce, daha ABD’yi ve dünyayı saran ekonomik kriz yokken, işsizlik büyümeye başlayıp artık göz ardı edilemeyecek bir sorun olarak kendini hissettirdiğinde, meşhur “Medeniyetler Çatışması” tezinin babası Huntington yazdığı bir makalede ülkeye gelen göçmenlerin, özellikle hispaniklerin beyazların işlerini ellerinden aldıklarını yazmıştı. Aslında pek de bilinmeyen bir tespit değildi bu. ABD’ye gidip gelen herkesin gözlemleyebileceği kadar ortada bir olguydu. Ancak Huntington da herkesin bildiğini bir kere daha yazayım dememişti zaten. Çok daha kapsamlı bir tartışma başlatıyordu. Kısaca karar vermeliyiz, diyordu Huntington: İngilizce konuşan, beyaz, Anglosakson bir ülke miyiz, yoksa İspanyolca konuşan, Latin kültürüne sahip bir ülke mi?
Başı kültürel çatışmalarla dönmüş bir halde, hispanik nüfusun nasıl hızla yükseldiğini, birçok bölgede siyah nüfusu geçtiğini, bunun zaten siyah beyaz çelişkisi yaşayan ülkede başlı başına bir sorun olduğunu anlatıyordu Samuel Huntington. Gayet net veriler üzerinden konuşuyordu üstelik. Verdiği örnekler arasında, bazı eyaletlerde İspanyolca yayın yapan radyo sayısının İngilizce yayın yapanlardan daha fazla olduğu şeklinde rakamlar yer alıyordu. Açıkça Latin kökenlileri tehlike olarak algılıyordu, bir başka deyişle. İşin doğrusu, pek özgürlükçü olmasa, hatta biraz ırkçı bir yanı olsa da önemli bir sorunu gündeme getiriyordu. ABD’li kimliği nedir? Hâlâ da yanıtlanmış bir soru değil bu. Üstelik o zamandan bu zamana üzerine yeni parametreler de eklendi:
Çok yakın dönemde, birkaç hafta önce açıklanan bir araştırma, ülkede ateistlerin sayısının arttığını gösteriyor. Amerikan Dini Kimlik Araştırma Merkezi tarafından ABD’deki dini hayat hakkında yapılan bir çalışmanın sonuçlarına göre, ABD’deki Hıristiyanların oranı düşüyor, hiçbir dine mensup olmadığını söyleyenlerin oranı ise yükseliyor. 1990 yılında 8.2, 2001’de yüzde 14.2 olan dinsizlerin oranı, bu yeni araştırmada yüzde 15’e çıkmış. Buna karşılık 1990’da yüzde 86 olan ülkedeki Hıristiyan oranı ise yüzde 76’ya düşmüş durumda. Müslüman olduğunu söyleyen Amerikalıların oranı ise nüfusun yüzde 0.6’sına denk düşüyor, ki bu da çıkış yönünde bir eğilim. Son bir veri de üç yaygın dinin dışında kalan, Budizm gibi dinlere sahip olanlara dair: onların oranında süregiden büyüme yavaşlamış durumda.
Her şeye rağmen Hıristiyanlık ve Kilise ABD’lilerin hayatlarında önemli bir faktör tabii. Zaten Kilise de bunun farkında. Geçen ay gelen bir habere göre etki alanını da genişletmiş. Bazı kiliselerde ekonomik kriz üzerine vaazlar veriliyor, parayla saadet olmayacağı söyleniyormuş. Miami Vineyard Cemaati Kilisesi’nde vaaz veren Kevin Cross ya da kendini sunuş biçimiyle “finansal misyoner,” tüketim alışkanlıkları, maneviyata yönelme üzerine konuşmalar yaptıklarını, insanların bunu bir çeşit terapi olarak gördüğünü ve rahatladıklarını anlatıyor. “Sistemin bize dayattıklarını yapmaya mecbur olmadığımızı anlamamız gerekli.” Cemaat üyelerinin kredi kartlarını kesmelerini, arabalarını satmalarını ya da üzerlerine yük olan harcamalardan vazgeçmelerini salık veren Cross, dağılan tüketime dayalı ekonomiye bir darbe de Kilise tarafından vuruyor. “Ne kadar harcarsak o kadar mutlu olacağımızı vaat eden bu sisteme karşı gelebilir ve mutlu olabiliriz.”
Hem liberal ekonominin başkenti hem devlet müdahalesiyle ayakta durmaya çalışan bir ekonomi; hem beyaz hem siyah hem kendi aralarında İspanyolca konuşan, hatta İngilizce öğrenmeyen hispaniklerden oluşan bir nüfus; fazlasıyla Hıristiyan ama giderek azalan cemaat, vs… İşin doğrusu, Amerikalıların kafası gerçekten karışık.

Bunu Paylaşın