Endüstride Amerika’yı yeniden keşfetmeli miyiz?

MDN İstanbul

Gemi Makineleri İşletme Mühendisi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yaşar Canca, “Dünya ülkeleri sanayide 4.0 devrimini tartışırken, ülkemizde 2.0 sanayi devriminin süreci olan içten yanmalı motor üretimi için ‘gerçekten çok geç kalındı, artık dünya devleri ile yarışamayız’ söylemi doğru mu?” sorusunu irdelediği makalesini MarineDeal News okurları için kaleme aldı

Ülkemizde değişik zamanlarda motor üretimi denemeleri yapılmış olmasına rağmen, sanki gizli bir el engellemiş gibi maalesef süreç kesintiye uğramış ve olumlu sonuçlandırılamamıştır. Bu aşamada ‘Motor teknolojisi bu kadar ilerlemiş iken bizim yeniden motor üretimine başlamak için kaynak harcamamız doğru mu?’ sorusu acaba doğru bir soru mu?

Değil çünkü biz motor üretmek için çalışmaya başlarsak en erken 3-4 yıl içerisinde sonuç alabiliriz. O zaman bu motorun pazarlanması, kullanılması, yatırımın geri dönmesi ve rekabet konuları gündeme gelecek. Kâr etmeyecek isek, niçin motor üretelim veya bu konuda kaynak harcayalım, bu aşamadan sonra gelişmiş ülkelerle yarışamayız mantığı neden? Eğer biz bağımsız bir ülke olarak kalmak istiyorsak ve bu söylemi bağımsızlığımıza saldırı olarak görmezsek, bağımsızlığımızın ne denli tehlikede olduğunu da göremiyoruz demektir.

Biz ‘Bir fabrika kuralım ve 3 yıl sonra Mercedes ile yarışalım veya Honda’yı piyasadan silelim, M.A.N B&W ile yarışalım’ demiyoruz… Bizim söylemimiz; ‘bir an önce motor araştırmalarına başlayalım ve elde edeceğimiz sonuçların  endüstride uygulamalarını tecrübe edip, yeni başlangıç ve yepyeni teknolojik gelişmelere kapı açalım’ yönündedir..

Topu topu 150 Mühendis…

Bu konuda önümüzde herkesin bildiği bir örnek var, o şirketin adı Arçelik!

Arçelik, ilk kurulduğunda beyaz eşya montaj fabrikası olarak kurulan bir beyaz eşya üreticisidir. 1980’li yıllarda dünyada adı sanı olmayan bir şirketten bahsediyoruz. Buna karşın, Gebze’deki fabrikaları, önce arıza araştırma merkezi sonra yeni model araştırması diye diye gelişip, 150 mühendisin çalıştığı bir AR-GE merkezine dönüştü. Yıllar süren çalışmalardan sonra kendi çamaşır makinesini ve buzdolabı kompresörünü üretti. Çamaşır makineleri ilk zamanlarda gezmesi ile ünlüyken, şimdi dünyanın en rekabetçi ve yenilikçi markalarından biri haline geldi. Ayrıca aynı araştırma ekibi, buzdolaplarında kullanılan ekovat (kompresör) çalışmaları yapıp geliştirdikleri ürünle piyasada üstünlük sağlayarak, Avrupalı rakiplerini geçmekle kalmayıp onları satın da alarak gelişmeye devam etmektedir. Tüm bunlar 150 mühendisin yaptığı AR-GE  sonucunda geliştirdikleri ürünlerle oluştu. Eğer Arçelik şirketi yönetimi, biz büyük ülkelerle yarışamayız diye geri adım atsaydı, ar-ge sürecinde hata yapmaktan korksaydı, ‘yapacağız’ yerine ‘yapamayız’ deseydi, araştırma geliştirmeye yatırım yapmasaydı şu anda adı sanı unutulmuş bir şirket olurdu.

Sanayileşmede 4.0 devri geldi diye sanki motor üretilmeyecek, geliştirilmeyecek hatta hiç ihtiyaç olmayacakmış gibi bir algı yerleşik. Aslında digital devrim var ve eski üretim tarzları yok olacak deniyor.

Durumu bir örnekle açıklamamız gerekirse: Sanayileşmenin birinci aşamasının öncesinde de kullanılan palanga ve makara sistemi, asansör olarak kullanılmaya başlandığında yükleri ve insanları yükseğe veya uzağa taşıyabilme kapasitesine sahip olmuştur. Tepede bir makara ve iki tarafına sarkıtılan halatlara bağlanmış olan taşıma kabini ve ağırlıkla dengelenen asansör 1’inci Sanayi Devriminde, basit makaralarla donatılmış, kabine bağlı diğer bir halatla yukarıya doğru bir çıkrık vasıtası ile çekilmekte idi. 2’inci sanayi devriminde asansör kapasiteleri artırıldı, daha yükseğe çıkarma kapasitesi eklendi ve hareketlerini sağlayan halatın ucuna bir elektrik motoru bağlanarak, bu elektrik motorunun kumanda edilmesi ile taşıma işlemi yapıldı. Bu aşamada asansörün kontrolü, güvenliği ve bakımı insan gözü ve bilgisi ile yapılmaktaydı. 3’üncü Sanayi Devriminde bu asansör, kontrolü ve bakımı digital olarak yapılmakta, sensörler ve düğmelerle kontrol edilmekte, siz kabine binip çıkacağınız katın düğmesine bastığınızda birbirine entegre akıllı ekipmanlar görevlerini yapıp, sizi istediğiniz kata götürüp durmaktaydı. 4’üncü Sanayi Devriminde aynı asansör artık sensör ve bilgi teknolojisi ile sizi apartman girişinde tanıyacak, hangi kişi ile randevunuz olduğu veya çalıştığınızın muhakemesini yapıp, giriş kapısından asansör kabinine kadar olan mesafeyi hesaplayıp, diğer seçenekleri de değerlendirerek siz tam asansöre geldiğinizde kapıyı açacak ve ilgili kata geldiğinizde inmeniz gerektiği ve hangi yolu izleyerek ilgili kişiye ulaşacağınızı sesli ve işaretli olarak size bildirecek.

Şimdi size basit bir sorum var: İnşaat konusunda her türlü övünen ülkemizde neden bir tane bile asansör üreten fabrika yok, hiç düşündünüz mü? Eğer asansör üretmezseniz 4’üncü Sanayi Devriminde hangi asansöre akıllı teknoloji uygulayacaksınız?

Aynı soruyu motor içinde sorabiliriz: Motor üretemeyen ülkemizde sanayi devrimlerinin ilerlemesi ne anlama gelecek? Biz sürücüsüz arabayı tartışırken motorsuz bir arabanın nesine sanayi 4.0 uygulaması yapacağız?

Yukarıda çok kısa özetlenen Sanayi Devrimi ve evreleri bilimsel ve teknik araştırmalarla olmakta ve süreçler zaman ve kaynak harcanarak geçilmektedir. Siyasilerin her gün söylemlerinde belirttikleri, yerli uçak, yerli tank, yerli gemi, yerli araba, yerli helikopter ve benzerleri motor olmadan nasıl üretilecek, gerçekten çok merak ediyorum? Ülkemizde hâlâ bir Motor üretememek ülkemiz için hazin ve derin ayıplardandır.

“Veto Özal’dan…”

Peki ülkemizin sanayi devrimleri ve teknolojik araştırma durumu nedir?

Çok defa yazıldı ama kısaca üstünden geçmeliyiz ki, ülkemizde bilimsel çalışmalara Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlanmış ve ilk sanayi evresi yakalanmış ve yerli uçak dahil birçok alanda üretimler yerli imkanlarla yapılmıştır. Ama ne olduysa Atatürk ‘ün vefatından sonra bu konuda aksamalar başlamış ve sonra gizli bir el engellemeye devam etmiştir. Peki bu nasıl yapıldı?

Maalesef bu engelleme ülkemizde bilimsel araştırma yapması için kurulmuş gibi gözüken TÜBİTAK eliyle yapılmıştır. Ülkemizde sanayi devrimlerini kaçırmamızı sağlayan TÜBİTAK ile ilgili biraz bilgi verelim.

Güncellenmiş adıyla, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu, TÜBİTAK 24 Temmuz 1963 yılında 278 sayılı Kanun’la kurulmuştur. Kuruluş aşamasında en temel görevleri, özellikle doğa bilimlerinde temel ve uygulamalı akademik araştırmaları desteklemek ve genç araştırmacıları teşvik etmek, özendirmek vardır. Bu görevleri yerine getirebilmek amacıyla, temel bilimler, mühendislik, tıp, tarım ve hayvancılık alanlarında dört araştırma grubu (Şimdi; on araştırma grubunu içeren Araştırma Destek Programları Başkanlığı) ile Bilim Adamı Yetiştirme Grubu (Şimdi; Bilim İnsanı Destekleme Daire Başkanlığı) oluşturulmuştur. Kanun bu haliyle 1993 yılına kadar değişik biçimde faaliyetlerini sürdürmüştür.

1974 yılından itibaren sanayileşmedeki eksiklikler ve silah ambargoları nedeni ile ihtiyaç duyulan teknolojiye ulaşma  arzusu doğduğunda, bu konuda araştırma yapması için TÜBİTAK bünyesinde Marmara Araştırmalar Merkezi kurulmuştur. O dönemde ülkemizdeki önde gelen akademisyenler ve bilim adamları bir araya gelerek geleceğin yakıt projesinde çalışmaya başladılar. Sayısı 150 kadar olan bilim çalışmalarında füze yakıtı ve uzay çalışmaları vardır.

Bu çalışmalar belli aşamaya geldiğinde, ülkemizdeki bir üniversite profesörü, bilim adamlarımızın yaptığı bu araştırmayı mahkemeye taşımış, TÜBİTAK kuruluş kanununda ‘araştırma yapabilir’ maddesi olmadığı için bu araştırmayı yapamaz diyerek araştırma ekibi dağıtılmıştır.

Peki TÜBİTAK ne yapabiliyor, bilim adamlarını yetiştirebiliyor ancak araştırma yapamıyor! Peki bu durum kuruluşunda unutulmuş mudur, yoksa bilerek mi konmuştur?

Bilerek konmuş dememiz gerekiyor, çünkü TÜBİTAK kuruluş amacı değişene kadar ülkemizdeki bilime yatkın gençleri bulup yurt dışında araştırma yapmaya yollamıştır. Yıllarca şikayet ettiğimiz beyin göçü, meğer kanunla yapılıyormuş. Tam da bu dönemde ‘Devrim Arabaları’nın acıklı hikâyesi yüreğimizi dağlıyor. 1993 yılında dönemin Başbakan Yardımcısı Sayın Erdal İnönü’nün, ‘Bu millete bir borcum var ve yerine getirmeliyim’ diyerek talimat vermesiyle 18/08/1993 KHK 498/1 md ile TÜBİTAK Kuruluş Kanunu değiştiriliyor ve ‘bilimsel araştırma yapar’ cümlesi eklenerek ülkemizde bilimsel araştırmanın önü açılıyor. Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından Veto ediliyor ama TBMM kararlı duruşu ve iradesiyle Kanunu tekrar çıkartıp yürürlüğe girmesi sağlanıyor. Bu cümle o kadar önemli idi ki, dönemin ABD Başkanının bile şahsen çok kızdığı sonraki anılarında belirtiliyor.

Kuruluş yasası değişmiş TÜBİTAK 1996 yılından sonra popüler bilim dergileri çıkartmaya başladığı gibi, meslek liselerinde okutulmak üzere hidrolik, pünömatik, elektronik gibi kitaplar telif hakkı ödenerek, Türkçe’ye çevrilmiş ve M.E.B okullarında okutulmaya başlanmıştır. Bu çalışma bile bize birdenbire basamaklar atlatmaya başlatmıştır.

Peki, şu anda sanayi devrimlerinin hangi evresindeyiz, anlatayım: Biz 2’nci sanayi devriminin 2/3’ünü tamamlamış, 3’üncü Sanayi Devriminden de 0.25 yol almış durumdayız.

2’nci Sanayi Devrimini ıskalamamızı sağlayan TÜBİTAK Kanunu ile ülke dışına göç eden yaklaşık 75 bin iyi eğitim almış bilim ve mühendislik alanında yetişmiş insanımızı kaybettiğimiz için şu anda bir asansör fabrikamız olmadığı gibi henüz içten yanmalı bir motor fabrikamız da yoktur.

Bu Kanun zorlaması nedeni ile tek içten yanmalı motorumuz olan Pancar Motor, Kıbrıs’ta geliştirilmiştir. Bu nedenle Sayın  Necmettin Erbakan’ı rahmetle anmalıyız.

Sonuçta dünya ülkeleri sanayi evrelerini kademe kademe atlarken, bizim 3-5 basamak atlayabileceğimizi düşünmek hayal olup gerçekçi değildir. Bizde kademe kademe gidebiliriz. Sadece süreci daha kısa zamanda geçeriz.

Ülkemizin enerji kaynakları dikkate alındığında en zengin olduğumuz enerji kaynağı güneş enerjisidir. Dünyaya düşen güneş ışınlarının tamamını kullanılabilseydik, dünyada kurulu tüm enerji tesislerinin 16.000 katı enerji üretebilecektik.

Sonuçta, biz içten yanmalı motor teknolojisine mutlaka sahip olmalıyız. Çünkü fosil yakıtlar taşıma ve depolama kolaylığı nedeni ile sürekli kullanılacaktır.

Peki hangi modelle motor üretimi yapacağız? Mevcut koşullarda  motor teknolojisini yaratmak için, önce  bu konuda kamunun bir iradesi olması lazım, sonra bu amaç için liyakat esasına dayanan insan ve kaynak sorunun çözülmesi gerekir. Dolayısıyla kamu, bu araştırma merkezini stratejik bir merkez olarak ele alarak, kaynak yaratma konusunda süreklilik ve amaca uygun iradenin devamlılığı gerekmektedir. Yeni ürün, yeni teknolojik gelişmelere uygun bir motor olmalı  ve kaynak israfına yol açmamak için mevcut bir motorun patenti/lisansı alınarak geliştirilmelidir. Bu yeni nesil  motorlar, temiz fosil yakıtla çalışabildiği gibi yenilenebilir enerji ile de çalışmalı. Kurulacak  Motor AR-GE merkezi ilk etapta 300 milyon avroluk bir fonla başlayabilir ve yıllar içerisinde 2 milyar avroluk  bir kaynak gerekebilir.

Bu kaynağa dudak büküp laf söyleyeceklere en baştan şunun altını çizerek hatırlatalım, -ki bu merkezde yapılacak buluşlar için bu kaynak çok az ve değersizdir- Suriyeli göçmenlere harcadığımız yıllık 5 milyar USD Doları için ne acaba ne düşünüyorlar, gelecekte toplumsal ve sosyolojik tehditleriyle birlikte…

Bu motorlar önce iç sularda çalışan balıkçı ve yolcu motorlarına, traktörlere, römorkörlere, arabalara ve benzerlerine takılıp kendi pazarını da yaratabilir. Geçmişten aldığımız derslerdeki en önemli gerek şart; Devrim Arabaları’nda yaptıkları gibi yok ‘benzin konmamış’, yok ‘Doğu kafasıymış’ gibi türlü engelleyici bahanelerle ortaya çıkacak bir aksaklık ve eksiklikle bu işten vazgeçilmesini en baştan önlenmesi elzemdir. Yeri gelmişken dünya genelinde ligin başını çektiğimiz bir diğer milli kaynağımız olan BOR konusundaki heyecanımızı hatırlarsak, acaba şimdilerde BOR konusunda AR-GE yapılıyor mu merak ediyorum?

Suriye’den ülkemize gelenler için 30 milyar USD harcamışız. Bu paranın yarısını gerçekçi ve doğru kişilerle AR-GE ve teknolojiye harcasaydık, Suriyeliler  yurtlarından olmadan çözüm üretebilirdik. Geçmişte kanunla yasaklanan AR-GE , günümüzde bilgisiz ve ilgisiz insanların eline verilerek aynı çözümsüzlükle etkisizleştirilmesinin ülkemiz insanın milli hakları ve güvenliği ile ekonomik geleceği açısından engellenmesi gerekmektedir.

Çalıştığımız veya inşa ettiğimiz gemilerimizde, ve daha bir çok alanda kendi mühendis ve işçilerimizin ürettiği MİLLİ MOTORLARI görmemiz dileğiyle…

Bunu Paylaşın