Mısır ile Yunanistan arasında imzalanan Deniz Yetki Alanı Sınırlandırma Anlaşması

Serter Tuçaltan

sertertucaltan@marinedealnews.com
Dz. Kurmay Albay (E) Serter Tuçaltan

Mısır ile Yunanistan arasındaki deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması 6 Ağustos 2020 tarihinde Kahire’de imzalandı. Anlaşma’nın esas aldığı koordinatlar henüz resmi olarak yayınlanmadı. Ancak açık kaynaklarda yer alan ve aşağıda sunulan harita bu anlaşma için Girit-Kaşot-Kerpe-Rodos hattının esas alındığını gösteriyor.



Yunanistan’ın hedefleri

Yayınlanan haritayı da dikkate alarak bir ilk değerlendirme yapmak gerekirse Anlaşma’nın Yunanistan bakımından öncelikli hedeflerinin;


Türkiye ile Libya arasında imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Sınırlandırma Anlaşması’nın hukuken tartışmalı hale getirilmesi,


Yunanistan’ın Mısır ile Girit-Kaşot-Kerpe-Rodos ve Meis hattını esas alarak imzalamak istediği MEB Sınırlandırma Anlaşması’nın bir bölümünün, Türkiye ve Mısır arasındaki gerginlikten istifade edilerek akdedilmesi,


Mısır ile Türkiye arasında oluşabilecek bir işbirliğinin engellenmesi,


• Türkiye ve Mısır arasındaki, başta Yunanistan olmak üzere Fransa, BAE, Suudi Arabistan gibi ülkelere yarayan gerginliğin artırılarak sürdürülmesi,

• Eski Dışişleri Bakanı Kocias döneminde ilan edilen; Yunanistan’ın ülke egemenliğinin üç aşamalı olarak genişletilmesi planının, İtalya ile imzalanan MEB Sınırlandırma Anlaşması akabinde, Girit güneyine yönelik ikinci aşamasının hayata geçirilmesi,

• Türkiye’nin Anlaşma’ya yönelik tepkileri çerçevesinde uluslararası hukuka uymayan, bölgedeki güvenlik ve istikrarı bozan, anlaşmaz tutum izleyen taraf olarak gösterilmesi,

• Bu hedeflere ulaşmak üzere Akdeniz’in doğusunda oluşturulan/oluşan Türkiye karşıtı cepheden, AB ve ABD desteğinden istifade edilmesi maksatlarına yönelik olduğu açıkça görülüyor.

• Bu hedefler AB ve ABD destekli Yunanistan’ın sonraki adımlarını da ortaya koyuyor. Bu adımlar;

• Mısır ile yapılan Anlaşma’nın Rodos-Meis hattına yönelik eksik kısmının tamamlanması,

• Takiben Yunanistan-GKRY sınırlandırma anlaşmasının yapılması ve Akdeniz’in doğusundaki sınırlandırmanın Seville Haritası doğrultusunda sonuçlandırılması,

• Suriye ile işbirliği imkânlarının geliştirerek, GKRY ile Suriye arasında bir MEB Sınırlandırması yapılması, böylece Akdeniz doğusunda Türkiye ve KKTC karşısında anlaşma yapılmamış kıyıdaş kalmaması,

• Kocias döneminde ilan edilen; Yunanistan’ın ülke egemenliğinin üç aşamalı olarak genişletilmesi planının Ege’yi kapsayan son aşamasının hayata geçirilmesidir.


Mısır’ın hedefleri

Anlaşma’ya Mısır açısından baktığımızda durum ilginç bir hal alıyor.


Haritada, Mısır’ın Rodos ile Meis arasında kalan bölgeyi bu Anlaşma’da MEB sınırlandırmasını esas alan hatta dâhil ettirmediği, ancak Yunanistan ile yaptığı sınırlandırmanın yaklaşık 028°00D boylamında sona erdiği görülüyor.


Rodos ile Meis arasındaki hattın sınırlandırma anlaşmasına dâhil ettirmemekle Mısır, Yunanistan’ın Meis konusundaki iddialarını tanımadığını, aradaki ayrılıklara rağmen Türkiye’nin yaklaşımlarına önem atfettiğini gösteriyor.


Bununla birlikte Mısır, sınırlandırmanın 028°00D boylamına kadar uzanmasına izin vererek Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ilgili bölgedeki deniz yetki alanı sınırlarına yönelik tezlerine katılmadığını da ifade ediyor.


Mısır’ın bu yaklaşımı siyasi bir karar. Bu kararın diplomasi marifetiyle Türkiye lehine evrilmesi de mümkün görünüyor. Bu çerçevede Mısır’ın 13 Mayıs 2020 tarihinde, bir nevi devlet yayın organı durumunda olan El-Ahram gazetesinde yayınlanan bir makale ile Türkiye’ye verdiği mesajlar önem arz ediyor. Hatırlanacağı üzere makalede;


• Kahire ve Ankara arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin zamanının geldiği ifade edilmiş,

• İlişkilerin normalleşmesi için bir yol haritası sunulurken, “Müslüman Kardeşler” meselesi en önemli sorun olarak tanımlanmıştı.

• Yol haritasında;

– Doğu Akdeniz’de hidrokarbon faaliyetleri konusunda Mısır ve Türkiye’nin birbirlerine yardımcı olabilecekleri,

– Mısır’dan Türkiye’ye ve Türkiye’den Avrupa’ya gaz transferi için bir boru hattı projesinin müzakere edilebileceği,

– Bu adımların ötesinde Libya, Suriye ve Irak konularında ortak bir işbirliği mekanizması kurulabileceği,

– Tüm sorunların çözülmesinin ardından Mısır, Türkiye, Körfez ülkeleri, Suriye, Irak, Ürdün, Cezayir ve Fas arasında ekonomik, siyasi ve güvenlik alanlarında işbirliği adımlarının atılabileceği ifade edilmişti.


Yunanistan’ın Açıklamaları

Anlaşma ardından Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias ve Yunanistan Başbakanı Miçotakis tarafından yapılan açıklamalar önceki paragraflarda belirtilen Yunanistan’ın hedefleri konusundaki değerlendirmeleri teyit eder nitelikte.

Dendias Anlaşma için “Mısır ile yapılan anlaşma uluslararası hukuk çerçevesinde, tüm uluslararası hukuk ve deniz hukuku kavramlarına ve iyi komşuluk ilişkilerine saygı duyuyor ayrıca bölgedeki güvenlik ve istikrara da katkıda bulunuyor.” açıklamasında bulunurken Başbakan Miçotakis’in demeçleri daha dikkat çekici. Miçotakis açıklamalarında;


• Anlaşma‘nın Yunan adalarının tüm deniz alanlarındaki (sınırlandırma bakımından) hukuki haklarını tanıdığını,

• Doğu Akdeniz’de yeni bir realite yarattığını,

• Bölgede Türkiye ile Libya arasında imzalanan ve hukuki zemini bulunmayan MEB Sınırlandırma Anlaşması ile bozulan meşruiyeti yeniden tesis ettiğini,

• Uluslararası hukuka uymanın güvenlik, barış, istikrar ve iyi komşuluk ilişkileri bakımından tek yol olduğunu ifade ediyor.

Miçotakis bir başka açıklamasında ise Türkiye ile Yunanistan arasındaki tek sorunun Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması olduğunu, Türkiye’nin bunu iki ülke arasındaki tek sorun olarak görmesi ve iki tarafın çözüm için Lahey’e başvurmayı kabul etmesi halinde, Yunanistan’ın Lahey’den çıkacak kararı uygulayacağını belirtiyor.


Yani özetle bilinen Yunan tezlerini yeniden masaya koyuyor. Ege’de;


• Temel sorun olan Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık, Kayalıklar (EGAAYDAK) meselesini,

• Uluslararası anlaşmalara göre gayrı askeri statüde bulunması gereken ancak askerileştirilen adaları,

• (Bölgesel veya tüm Ege’de) 6 deniz mili ötesine genişletilmeye çalışılan karasularını,

• 10 millik hava sahası iddialarını,

• Egemenlik alanı gibi gösterilen uçuş malumat bölgesi meselelerini,

• Esasen Ege’de Yunanistan’dan kaynaklanan diğer tüm sorunları daha başlangıçtan göz ardı ediyor.Esasen zemin kazanmaya çalışıyor.


Akdeniz’de ise Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis ile deniz yetki alanı sınırlandırma prensipleri ile uyumlu olmayan, ancak AB ve ABD tarafından siyaseten destek görebileceği yüklü bir alan kazanma gayretinde.


Dışişleri Bakanlığının açıklaması

Anlaşma kapsamında Dışişleri Bakanlığı tarafından kısa ancak oldukça sert bir açıklama yayınlandı. 6 Ağustos 2020 tarih ve 165 numaralı açıklamada;


• Yunanistan ile Mısır arasında deniz sınırı bulunmadığı, imzalandığı açıklanan sözde deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşmasının Türkiye için yok hükmünde olduğu,

• Bu anlayışın sahada ve masada ortaya konacağı,

• Sözde sınırlandırılan alanın, BM’ye de bildirilen Türk kıta sahanlığı içinde yer aldığı,

• Bu anlaşmayla Libya’nın haklarının da gasp edilmeye çalışıldığı,

• Türkiye’nin, söz konusu alanda herhangi bir faaliyete izin vermeyeceği ve Doğu Akdeniz’de ülkemizin ve Kıbrıs Türkleri’nin meşru hak ve çıkarlarının kararlılıkla savunulmaya devam edileceği belirtildi. Açıklamada fiili olarak atılacak adımlardan bahsedilmedi. Ancak tarafımızdan yapılan değerlendirme açıklamanın tonunun askeri tedbirler dâhil tüm önlemlerin alınacağını gösterdiği yönünde. Bu anlamda açıklamada yer alan unsurların hayata geçirilmesi de, geçirilmemesi de çok önemli sonuçlar doğurma potansiyelini haiz.


Anlaşmanın zamanlaması

Zamanlama ise dikkat çeken bir başka husus. Anlaşmanın;


• Türkiye ve Yunanistan arasında Almanya arabuluculuğunda görüşmelerin yapıldığının açıklandığı,

• Görüşmelerde Ankara ile Atina arasında 2016 yılında kesilen İstikşafi Görüşmelerin yeniden başlaması için ön müzakereler yapılmasının gündemde olduğu,

• Bu maksatla Türkiye’den Yunanistan üzerinden AB’ye sığınmacı akını ile mücadelenin artırılması ve Doğu Akdeniz’deki sondaj çalışmalarının durdurulmasının talep edildiği,

• Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon faaliyetlerini ertelediği,

• ABD’nin 101’inci Hava İndirme Tümeni’ne bağlı Savaş Havacılık Tugayı unsurlarının Dedeağaç’ta konuşlandığı,

• Türkiye-ABD ve Türkiye-Fransa ilişkilerinin Yunanistan ve GKRY lehine geliştiği,

• Fransa ile GKRY arasındaki, Londra ve Zürih Anlaşmaları hilafındaki Savunma İşbirliği Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği,

• Rusya’nın Akdeniz’in doğusunda güdümlü mermi atışları yapacağına dair seyir ikazlarının yayınlandığı bir dönemde yapılmış olması önemli. Burada Rusya’nın pozisyonu dikkat çekmektedir.


Sonuç

Gerek açıklamalar, gerekse zamanlamalar önümüzdeki dönemde Akdeniz’in doğusundaki gerilimin artarak süreceğini göstermektedir.


Türkiye’nin ilk tepki olarak ertelediği hidrokarbon faaliyetlerini başlatmasının, bu faaliyetleri askeri unsurlar ile himaye etmesinin bir sürpriz olmayacağı ortadadır.


Ancak bölgede yürütülecek gerek hidrokarbon, gerekse buna yönelik askeri himaye ve/veya üçüncü taraf işlemlerini önlemeye yönelik faaliyetlerin artık münferiden çözüm için yeterli olmayacağı da bir gerçektir.


Akdeniz’de oluşan Türkiye karşıtı cephenin kırılması ve Türkiye lehine döndürülmesi gereken bir dönem yaşanmaktadır.


Bu anlamda Türkiye için başta deniz yetki alanları olmak üzere dış politika bağlamında önemli bir kesişim noktası olan Mısır’ın söz konusu anlaşmayı onaylanmasından önce Türkiye tarafından atılabilecek adımların değerlendirilmesine, Ege ve Akdeniz’de Yunanistan ve GKRY’nin yalnızlaştırılmasını sağlayacak tedbirlerin almasına ihtiyaç duyulmaktadır.

Söz konusu adımların ivedi olarak sonuç alacak seviyeye getirilmesi önem arz etmektedir.

Bu çerçevede Türkiye ile Libya arasındaki MEB Sınırlandırma Anlaşması’nın BM’e sunulması kapsamında yaptığımız ve bu sütunlarda 2 Ocak 2020 tarihinde yayınlanan değerlendirmelerimizin hatırlanmasında da fayda mütalaa edilmektedir.


(Türkiye ve Libya arasında imzalanan Sınırlandırma Anlaşması’na atfen) “Gerek AB’nin gerekse ABD’nin yaklaşımlarının beklentilerin dışında olmadığı düşünülmektedir. Doğu Akdeniz’de stratejik çıkarları olan iki güç odağının bölgedeki etkilerini azaltabilecek böylesi bir girişime olumlu yaklaşmaları mümkün değildir.


Diğer taraftan GKRY-Yunanistan ikilisinin, konuya üçüncü tarafların ortak edilmesi gayretleri dışında ilave adımlar atacağı da düşünülmektedir. Atılacak ilk adımlardan birinin Yunanistan ile Mısır arasında bir sınırlandırma anlaşması imzalanması ve bu anlaşmaya dayanarak Yunanistan ile GKRY arasında bir sınırlandırma yapılması olacağı, söz konusu yaklaşımın AB ve ABD tarafından da destekleneceği düşünülmektedir.


Bu anlamda Türkiye’yi önümüzdeki dönemde siyasi yönü ağır basan hukuki bir mücadelenin beklediği apaçık ortadadır. Şimdiki mesele söz konusu mücadeleye her yönü ile hazırlıklı olunmasında, Mutabakat Muhtırası’nın da yeni adımlar ile desteklenmesindedir.


Bu maksatla bir kısmını daha önceki yazılarımızda da ısrarla belirtiğimiz üzere atılması gereken yeni adımların;


• Libya’nın ardından Mısır ile deniz yetki alanı sınırlandırmasının yapılabileceği bir ortamın oluşturulması,

• Suriye ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ve diğer işbirliği olanaklarının geliştirilmesi,

• KKTC ile imzalanan “Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması”nın MEB sınırlandırma anlaşmasına çevrilmesi,

• Doğu Akdeniz Gaz Forumu (DAGF) veya Yunanistan-GKRY-Mısır-İsrail-ABD-Fransa bloğu gibi oluşumları dengeleyebilecek uluslararası işbirliği fırsatlarının yaratılması,

• Bu amaçla;

– “Tek Kuşak Tek Yol Girişimi”nden istifade edilmesi,

– Akdeniz’de hidrokarbon ortaklıklarının tesis edilmesi gibi imkânların kullanılması,

– Doğu Akdeniz’de GKRY ve Yunanistan ile ilişki kuran tarafları Türkiye lehine çevirebilecek adımların dikkate alınması,

• GKRY-Yunanistan tezlerine hukuki bakımdan karşılık verecek bir başka argüman olarak Kaş açıklarındaki egemenlikleri tartışmalı Fener Adası ve Karaada’nın hukuki statülerinin uluslararası gündeme taşınması

olabileceği düşünülmektedir.


Bu adımların atılması esnasında deniz yetki alanları konusunun çok uzun vadeli geleceğimizi etkileyeceğinden hareketle meselenin iç politika malzemesi olarak kullanılmaması, stratejik iletişim mesajlarının üçüncü taraflar yerine Türkiye’nin hak ve menfaatlerine odaklanması gerektiği düşünülmektedir. Diplomasi marifetiyle alınabilecek bu tedbirlerin Akdeniz’de daha etkin bir Türkiye oluşturulmasına önemli katkı sağlayacağı değerlendirilmektedir.


Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın
sertertucaltan@marinedealnews.com