E madem o çok sıcak havalar değişmeye, takatimizi geri vermeye karar verdi, öyleyse arkasından konuşacak gücü bulabiliriz kendimizde. Hatta, bizi nasıl giydirdiğinin dedikodusunu bile yapabiliriz
İklim değişikliğinin etkilerini hissetme faslı geride kaldı, bizzat içindeyiz artık: Bitmek bilmez yaz sıcakları, göz açtırmayan kar fırtınaları, sabah sohbetlerinin vazgeçilmezi baraj doluluk oranları, kuraklıktan kavrulan hasatlar… Daha geçenlerde Yunanistan’ı, ardından Libya’yı vuran Daniel Kasırgası binlerce insanın ölümüne, yüzlerce yerleşim yerinin yıkımına sebep oldu. Hatta çoraklıktan inleyen Libya çöllerinde ucu bucağı meçhul göller oluştu. Art arda patlak veren tüm bu felaketler, nispeten kısa sayılabilecek bir süre öncesine kadar, uzak bir gezegende vuku bulan bir bilimkurgu filmi edasıyla izlediğimiz-dinlediğimiz – okuduğumuz iklim değişikliğinin yaşamımızın tam orta yerine çöreklendiğini gösteriyor.
Ama dünya tarihi felaketleriyle, insanlık da adaptasyon becerisiyle ünlü değil mi zaten? Bilim insanları geri dönülemez eşiği çoktan aştığımızı tekrarlayıp dursun, biz akıl küpleri de ona göre oyun kurar, paçayı yırtarız. Yapmadığımız şey mi? Yeri geldi göçtük, yeri geldi savaştık, yeri geldi avladığımız hayvanların kürklerini üstümüze geçirip soğukla mücadele ettik. Düşünsenize dünyanın en eski dikiş iğnesi yaklaşık 40 bin yıl öncesine tarihleniyor; Denisova Mağarası’nda keşfedilen bir iğnenin 50 bin yaşında olduğu söyleniyor. Moskova’nın Sunghir Bölgesi’ndeki kalıntılarda iskeletlerin üzerinde düzenli bir sıra hâlinde dizilmiş 30 bin yıllık boncuklar bulundu. Rus arkeologlar bu boncukların pantolon ve gömlek benzeri kıyafetlere dikildiğini düşünüyor. Birkaç kat giysiyle gömülmüş iskeletler bile var aralarında; yani bilimsel olarak belgelenen ilk iç çamaşırlarıyla…
Modanın havalı tarihi
Takdir edersiniz ki giyinmek en az yemek, içmek, barınmak kadar önemli bir mesele. Ve çoğu zaman sadece kültürel, ekonomik ve toplumsal kodlara dayandırma gafletine düşmemize rağmen aslında iklim ve coğrafyanın ne giydiğimize ve nasıl giyindiğimize etkisi büyük. Moda tarihi bunun örnekleriyle dolu.
Örneğin; Avrupa’da havaların nispeten sıcak gittiği Ortaçağ’ın sonlarında, başka bir deyişle 11’inci yüzyıldan 13’üncü yüzyıla kadar kadın ve erkekler bliaut denen ve keten, ipek ya da yün dokumalardan yapılan giysilerle dolaşırdı. Bliaut ince kumaşıyla vücudu gevşekçe sarar, katlar hâlinde dökülen tiril tiril bir görünüm sergilerdi. Ancak 1300’lerde rüzgârlar tersine döndü ve Küçük Buz Çağı geldi çattı.
Kuzey Yarımküre’de 1800’lerin ortasına kadar süren dönemde adından da anlaşılacağı üzere hayli sert iklim koşulları hüküm sürdü. Grönland’da buzullar, Kuzey Atlantik’te deniz buzları güneye doğru ilerlerken Kuzey Avrupa’da ortalama sıcaklıklar 1 °C’ye kadar düşünce insanlar hemen gardlarını aldı. Boğazlı, uzun etekli, içi kürk astarlı kıyafetler ve yelekler, kürklü şapkalar görülmeye başladı. 19’uncu yüzyıla kadar hava koşullarında yaşanan dalgalanmalarla birlikte kimi zaman boyun ve göğüs kısmı biraz daha ferahlasa da genellikle ağır kumaşlar, uzun iç çamaşırları, iç eteklerle şiştikçe şişen etekler, kat kat giyilen giysiler revaçtaydı. Asillerin taktığı perukların bile işlevlerinden biri başı ısıtmaktı.
1789’da Fransız Devrimi’nin siyasi ve toplumsal altyapısı sayesinde moda tarihinde de derin bir yarık açtığı ifade edilir. Kadın kıyafetlerinin basitleştiğini ve daraldığını, çıplak kolların en fazla şallarla örtüldüğünü görebilirsiniz dönem resimlerinde. Ancak sadeleşme eğiliminin devrimin son beş yüzyıldır Avrupa’da yaşanan en sıcak çeyrek asra denk gelmesiyle de yadsınamaz bir bağı var.
1810’larda Avrupa’da havalar bozdukça eteklerin kabarması, kürklü mantolar ve yeleklerin sahneye çıkması uzun sürmedi. Hele 1815’te Filipinler’de Tambora Yanardağı patladığında Avrupalılar ve Kuzey Amerikalılar kürklü mantoların üzerine aldıkları yün şallarıyla yıllarca güneşin yüzünü göstermesini bekledi.
Hava döndü, sorular arttı
İnsanlık yine iklimle sınandığı kritik bir eşikte. Üstelik hava koşullarından, ahlaki normlardan bağımsız olarak düpedüz tüketme çılgınlığıyla saldırdığımız şık şıkırdım giyinme hevesimizin o eşiğin aşılmasında rolü büyük. Dünya Ekonomik Forumu’nun verilerine göre moda endüstrisinin üretim zinciri emisyonlar açısından gıda ve inşaattan sonra üçüncü sırada. Avrupa’da markalar 2000 yılında yılda ortalama iki koleksiyon hazırlarken, 2011’de bu rakam beş koleksiyona çıktı ve sayı katlanarak artıyor. Üstüne üstlük tekstil alanında sentetik elyaf kullanım oranı da yükseldikçe yükseliyor. Sentetik elyaftan yapılan giysilerin çamaşır makinesinde yıkanması yüzünden her yıl yarım milyon ton mikro elyaf okyanuslara salınıyor. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’nin raporuna göre denizlerdeki plastiklerinin yüzde 30’unun kaynağı yıkanmış tekstil lifleri.
Ancak küresel iklim krizinin harlı ateşinde modanın tek derdi giyim ürünlerinin nasıl üretildiği değil, değişen hava şartlarında insanların nasıl giyinmesi gerektiği de cevaplanmayı bekleyen bir soru. Tüketici eğilimlerini inceleyen uzmanlar sıcak havalar için tasarlanan giysilerin niş ürün olmaktan çıkıp ana akıma dönüştüğünü belirtiyor. Birçok açıdan daha az giyinmek sıcağa verilen en klasik tepki. Kısa süre öncesine kadar takım elbiselerin egemenliğindeki ofis kıyafetlerinde şortlar, sandaletler ve tişörtler listeye girdi. Japon Hükûmeti’nin 2005’te devlet dairelerinde elektrik tüketimini azaltmak amacıyla klima kullanımını sınırlandırdığı Cool Biz kampanyası ceketleri, kravatları, gömlekleri tedavülden kaldırarak resmî giyim kodlarını gevşeten uygulamalar arasında başı çekenlerden biri oldu. Hem özel sektör hem diğer ülkeler Cool Biz’in ayak izlerini takip etti.
Herkesin hayatı gölgesine sığınacağı ofislerde geçmiyor elbette. Açık havada çıplak teni güneş ışınlarına maruz bırakmanın tehlikesini sağır sultan biliyor. Dolayısıyla tekstil teknolojisinin yeni gündemi iplikler arasındaki mesafenin doğru hesaplanmasıyla hava akışının nüfuz etmesine izin vererek ince dokusu sayesinde ısıyı ciltten uzaklaştıran kumaşlar. Bu kumaşlar ultraviyole ışınlarına kalkan oluşturacak kadar sıkı dokunmalı ve defalarca kez yıkandıklarında eprimemeliler. Bilim insanları polyester, likra, polietilen ve pamuk karışımları üzerinde çalışıyor şu sıralar.
Siyah beyaz seçimler
Bir de renk sorunu var. Sıcakta siyah mı giymeli, beyaz mı? Beyaz rengin güneş ışınlarını daha çok yansıttığına dair yaygın eğilimin aksine Kuzey Afrika çöllerindeki Bedevilerin geleneksel siyah cüppeler kuşanması bilimsel araştırmaları fişekleyen bir nokta. Uzmanlara göre beyaz renk sadece güneş ışınlarını değil vücut ısısını da daha fazla yansıtıyor. Oysa serinlemek için vücut ısısının yansıtılmasına değil emilmesine ihtiyaç duyuyoruz. Ayrıca ortamın nem oranı, rüzgâr miktarı, kumaşın dokusu, kalınlığı, vücut yapısı gibi birçok etken de denklemin içinde.
Peki sonuç?
Siyah giysilerin avantajı baca etkisi yaratması; yani vücutla giysi arasındaki havayı ısıtıp ısınan havanın yükselip vücuttan ayrılmasını sağlamaları. Böylece geride serinlik bırakıyorlar. Ama sıcakta siyah giymenin püf noktası şu: Mutlaka cildinizle giysi arasında boşluk bırakacak, baca etkisi yaratacak bol giysileri tercih etmelisiniz. Yoksa özlediğiniz serinliğe kavuşmanız imkânsız.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.