Balık nüfusunun üçte biri aşırı avlanma kurbanı. Eğer hızla önlem alınmazsa balıklar da balıkçılık da yok oluşun eşiğine gelecek. Balıksız denizlerin var olduğu bir gelecekte yaşamak istemiyorsak geniş koruma alanları oluşturulmalı
“Adada oturuyorum. Denizi pek çok severim, balıkçıları da öylesine. Balıkçı kahvesine gider otururum. Oraya çeşitli
balıkçılar gelir, ben onlarla ahbaplık eder, kayıklarıyla denize çıkar, onları avlamağa çalışırım” demiş Sait Faik,
Gülen Erdal’la röportajında.
1954 tarihli keyifli bir röportaj. Bugün ise, 2019 yılının Eylül ayı itibarıyla açılan yeni balıkçılık sezonunda
balıkçılıktan söz etmeye başlayınca, akla Sait Faik’in sözleri ya da öykülerine konu olmuş balıklar gelmiyor, ne yazık ki… Onun yerine, balık popülasyonundaki çeşitliliği nasıl koruruz, hangi balıkları yakalamalı, hangi balık türünün varlığı tehdit altında, yasak avlanma biçimlerinin önüne nasıl geçilir, balıkçılıkta sürdürülebilirliğin sağlanması için ne yapılmalı gibi konuları konuşmak zorundayız. Nitekim, sezon açılırken “rastgele” seslerinin
arasında WWF Türkiye’nin (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) uyarısı da duyuldu. Kurumun açıklamasında, aşırı avlanmanın önlenmesi, uygun av araçlarının ve yöntemlerinin kullanımının sağlanması ve yasadışı, kayıtdışı ve kuraldışı balıkçılık faaliyetlerinin önlenmesinin gerekliliği vurgulandı.
Aşırı avlanma, hızlı yok oluş
WWF Türkiye’nin açıklamasında verdiği bilgilere göre, dünya genelinde balık nüfuslarının yüzde 33’ü aşırı avlanıyor ve son 10 yıl içinde deniz balıkçılığı düşüşe geçti. Bu gidişatın değişmediği bir senaryoya iklim değişikliği, kirlilik, aşırı avcılık gibi nedenlerle deniz ekosistemlerinde devam eden bozulma da eklenirse, dünya ölçeğinde eşi benzeri görülmemiş düzeyde bir balıkçılık krizi yaşanabilir. İnsanlar balıkların yaşamsal bir besin kaynağı olduğunu bilmiyor değil. Ancak sonuçlarından milyarlarca insanın etkileneceğini bilmelerine rağmen, balıkları
fütursuzca yok edemeyeceklerini kabul etmeleri zor oluyor. Fakat ne kadar zor olursa olsun, balıkçılıkta
sürdürülebilirliği sağlamak için avlanan balık miktarını belli bir düzeyde tutmak zorundayız; yani,
gelecekte de denizlerde avlanabilecek balık bulunmasını istiyorsak… Bunun için balıkçılık faaliyetlerinin düzenlenmesi de yeterli değil. Aynı zamanda, WWF’nin ifadesiyle, deniz ürünlerinin sorumlu tüketimi (doğru
zamanda, doğru türlerin, doğru miktarda ve büyüklükte) konusunda halkın bilgilendirilmesi ve teşvik edilmesi de önemli.
Öneriler
WWF’nin hangi deniz ürününün nasıl tüketilebileceğine dair hazırladığı rehberde konuyla ilgili öneriler yer alıyor:
- Sertifikalı ve izlenebilir deniz ürünlerini alın. Balığınızı alırken sürdürülebilir yöntemlerle avlanmış
balıkçılardan veya akuakültürden geldiğini gösteren etiketli ürünleri tercih edin. Etiket bulunmayan ürünler
hakkında balıkçınızdan bilgi isteyin. - Etiketleri okuyun. Aldığınız ürünün tam adını, nereden geldiğini,
nasıl yakalandığını ve üretildiğini bilmek hakkınız. Eğer etiketinde bu bilgiler yazmıyorsa, satıcınıza sorun.
Eğer yanıt alamazsanız o ürünü satın almayın. - Yavru balık yemeyin. Belli bir boydan küçük balıklar henüz olgunluğa
erişmemiş ve ürememişlerdir. Balıkçınıza aldığınız balığın yetişkin olup olmadığını mutlaka sorun, siz de kontrol edin. Böylece balıkların üremesine fırsat tanımış olursunuz. - Çeşitliliği tadın. Deniz ürünlerini tüketirken çeşitliliğe dikkat etmek deniz kaynaklarının üzerindeki baskının
daha dengeli dağılmasını sağlar. Biyolojik çeşitlilik ekosistemleri güçlendirir. Tüketiminizi çeşitlendirmek
hem eğlencelidir hem de denizlere yardım eder!
Tüketicilerin bilinçli tavrının balıkçılığa etkisinin ne denli önemli olduğunu söylemeye gerek yok. Son analizde, talebin yönlendirdiği bir piyasa düzeninde yaşıyoruz. Konunun ne kadar kritik düzeyde olduğunu daha iyi kavramak için Akdeniz’de bilinen balık stoklarının yaklaşık yüzde 93’ünün aşırı avlanma yüzünden tükendiğini hatırlamak
yararlı olabilir.
Elbette sadece Akdeniz’de değil, bütün dünyada ciddi bir mesele halinde bu durum. Balık tüketimi denizlerin kendiliğinden üretebileceğinin çok üzerinde. Ne garip ve ne hazindir ki, aslında bugün balıkçılığın vardığı çelişkili nokta çok daha önce öngörülmüş; daha henüz tehlike çanları çalmadan… Ancak tüketim hırsı bildiğini okuyor işte…
“Demiştik” ama ne fayda!
Türkiye’de, bir zamanlar Et ve Balık Kurumu tarafından ayda bir yayımlanan, Balık ve Balıkçılık dergisi, Temmuz 1960 tarihli sayısında, “World Fishing” dergisinin Haziran 1960 sayısındaki bir yazıyı aktarmış.
Avustralya Balıkçılık Araştırma Teşkilâtı’nın direktörlüğüne yeni tayin edilmiş bulunan Dr. G. L. Kesteven’in balıkçılık hakkındaki görüşleri yer alıyor yazıda. Şöyle diyor Kesteven, “Son yıllarda balık üretiminin hızla gelişmesi ve artmakta olan balık miktarının acele avlanması ihtiyacı karşısında araştırmalarımıza devam etmek ve bunları geliştirmek zaruridir. Böylece son derece önemli olan, denizlerden elde ettiğimiz miktar, büyüklük, yaş ve
üreme bakımından olgunluklarının kesin olarak ne olması icap ettiğine karar verilmiş olacaktır.
Dünya balıkçılık kaynaklarından faydalanmadaki yeterliğimizin ve bu yeterlikteki gücümüzün derecesinin ne olacağını ve stokların yaşama yeteneğine zarar vermeden ve yanılmaksızın optimum avlanmanın nasıl elde edileceğini tayin edip karar verebilmeliyiz.” Demek ki 1960’da bile balık stoklarının yaşama yeteneğinin öneminin farkındaymış uzmanlar; tabi o zamanlar “sürdürülebilirlik” gibi kavramlar henüz terminolojiye girmemiş ama sözün özü aynı. Günümüzde ise, balıkların yumurtlayıp büyüyebilecekleri bir alan yaratan ve balık stoklarının toparlanmasına imkân tanıyan deniz koruma alanlarından söz ediliyor.
Koruma alanları
WWF küçük ölçekli geleneksel balıkçılığın Akdeniz Bölgesi’nde yarım milyon insana istihdam sağladığını, fakat artık aşırı avlanma, kirlilik ve zarar görmüş deniz ekosisteminin balıkçılığı tehdit ettiğini bildiriyor. Deniz koruma alanları, “sürdürülebilir balıkçılık uygulamalarını teşvik ederek, yerel balıkçılar ve kıyı nüfusu için vazgeçilmez bir rol oynuyorlar”. Birleşmiş Milletler’de küresel bir okyanus anlaşması imzalanması için kampanya yürüten Greenpeace, planlanan anlaşmanın okyanusların en az üçte birini kapsayacak geniş koruma alanları oluşturmanın yolu
olabileceğini söylüyor.
Memleket civarına gelecek olursak, Greenpeace’in uyarısına kulak vermek gerek. Aşırı ve yasadışı balık avcılığının balık stoklarını tüketmesinin yanı sıra iklim değişikliği, kirlilik ve kıyı tahribatı gibi sorunlar Akdeniz’in ekosistemini ciddi ölçüde tehdit ediyor. Giderek belirginleşen bu yok oluşa rağmen Akdeniz’in koruma altında olan bölümü yüzde 1’den daha az. Oysa Greenpeace’e göre “bilimin önerdiği alan yüzde 20 ila 50” düzeyinde. Yapılması gereken de belli: Geniş ölçekli deniz rezervleri yaratılarak deniz canlıları ve yaşam alanları korunmalı, balık
stoklarındaki korkutucu azalmanın önüne geçilmeli.