ABD’de seçim süreci sona erdi. Resmi olmayan sonuçlar Biden’ın seçimi kazandığını gösteriyor. Ülkede seçim sonuçlarına yönelik tartışmalar sürerken, Biden yönetiminin dış politikası konusunda da şimdiden birçok değerlendirme yapılıyor.
Kampanya döneminde yapılan açıklamalar, Biden’ın Trump’a nazaran ABD’nin kurumsal yapısını ve teamüllerini ön planda tutan bir yönetim sergileyeceğini, dış politikada ortaklıkları, ittifakları ve koalisyonları önceleyeceğini ve üçüncü taraf/bölgelere karşı daha müdahaleci olacağını gösteriyor. İlk değerlendirmelerimiz şunlar;
Karadeniz
ABD, hâlihazırda Rusya (RF)’yı Baltık (Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya) ülkeleri, Karadeniz (Ukrayna, Romanya, Bulgaristan, Gürcistan) ve Hazar (Azerbaycan) hattı üzerinde kendi sınırlarından başlayacak şekilde çevrelemeye çalışıyor.
Bu anlamda Baltık Denizi’nde ve bölgesinde arzu ettiği şekilde konuşlanan ABD, benzer bir durumu Romanya ve Bulgaristan üzerinden NATO vasıtasıyla Karadeniz’de de yaratmaya uğraşıyor.
Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliklerinin desteklenmesi ile bu ülkelere yönelik askeri yardım faaliyetlerinin yanı sıra Karadeniz’de ABD kalkışlı stratejik bombardıman uçakları da dâhil olmak üzere askeri unsurlar ile varlığını artırarak Rusya’yı rahatsız etmeye çalışan ABD’nin, önümüzdeki dönemde de Karadeniz’i bir istikrarsızlık alanına çevirecek adımlarını ivmelendirmesi bekleniyor.
ABD, NATO unsurlarının yıl boyunca sürekli varlık gösterdiği, Rusya ile gerginliğin muhafaza edildiği, yürütülen askeri faaliyetlere yönelik kararların NATO/ABD’li komutanlar tarafından alındığı ve kendine özel komuta yapısına sahip bir Karadeniz istiyor.
Yeni yönetimin bu bakış açısında bir değişikliğe gitmesi beklenmiyor.
Kafkasya
ABD’nin RF ile Çin’i baskılamak üzere bir diğer hedefi ise Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan üzerinden Hazar Denizi’ne ve Asya içlerine girerek, bu bölgedeki enerji kaynakları, nakil hatları ve ulaşım yolları üzerinde etkili olmak.
Bu kapsamda, önümüzde dönemde Minsk Grubu eş başkanlarından biri olarak Karabağ konusundaki gelişmelerde Fransa ile birlikte daha etkin bir ABD görmemiz mümkün görünüyor.
Açıklamalar, ABD’nin söz konusu müzakerelerde Fransa ile birlikte Ermenistan yanlısı bir tutum izleyeceğini ve kendisine müzahir bir Ermenistan yaratmaya gayret edeceğini gösteriyor. ABD’nin politikalarını Karabağ’ın özerkliği, sonraki adımda kendi geleceğini belirleme hakkı ve nihayetinde bağımsız bir Karabağ tezleri üzerine inşa etmesi bekleniyor.
Ege-Doğu Akdeniz
ABD, Rusya’yı çevrelemek üzere Baltık’tan başlattığı kuşağı bir diğer koldan güneye indiriyor. Ege’de Yunanistan’ı, Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve GKRY’yi destekleyerek ilerletiyor. Bu suretle Rusya ve İran ile bölgesel işbirliğini sürdüren ve Astana gibi işbirliği mekanizmaları içinde yer alan Türkiye’yi de kontrol etmeye, çevrelemeye çalışıyor. Rusya’yı kuşatmaya çalışan hat artık daha batıdan geçiyor.
“Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji Ortaklığı” yasa tasarıları vasıtasıyla GKRY ruhsat sahalarındaki doğal gazın işletilmesinin ABD çıkarlarına katkı sağlayacağını ve engellenmemesi gerektiğini ifade ederek Doğu Akdeniz’deki varlığını güçlendirirken, kendi hamiliğinde Ege’nin Yunanistan ve Doğu Akdeniz’in Yunanistan, GKRY ve İsrail tarafından kontrol edilmesini sağlayacak adımları atıyor.
Dedeağaç ve Girit’te kısıtlı sayıda asker ile fiilen varlık gösterirken, eğitim vermek üzere az sayıda asker ile GKRY’de de konuşlanıyor.
Yapılan açıklamalar önümüzdeki dönemde ABD’nin kriz bölgesi olarak değerlendirdiği alanlarda az sayıda asker ile konuşlanacağını, bu askeri varlığı gerektiğinde takviye edeceğini ve ilgili bölgelerdeki yerel kuvvetlerle çalışmak yönünde bir strateji izleyeceğine işaret ediyor.
Mevcut durum, önceki dönemde Türkiye’nin batısında ve güneyinde konuşlanan ve/veya vekillerini konuşlandıran ABD’nin bu tutumunu müteakip dönemde de muhafaza edeceğini, batıda ve güneyde Yunanistan ve GKRY’ye ilave olarak ABD ile de komşu olduğumuzu gösteriyor.
ABD’nin, Akdeniz’de Türkiye’nin Libya ile imzaladığı deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmasına yönelik olumsuz tavrını da sürdürmesi bekleniyor.
Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve GKRY tezlerini öne çıkaran bir tutumu benimseyeceği düşünülen Biden’ın bu politikanın ilk emarelerini, “Türkiye’nin Akdeniz’de Yunanistan’a karşı tahrik edici eylemlerini durdurması” çağrısında görmek mümkün.
Biden’ın Kıbrıs’ta ise “Kuzey Kıbrıs’ın Türk işgaline karşı gelerek siyasi eşitliğe dayalı, iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon temelinde kapsamlı bir çözüm aracılığıyla adanın yeniden birleşmesi” temelinde bir politika izlemesi bekleniyor.
ABD’nin Doğu Akdeniz’e bakışında enerji konusunun da dikkate alınması gerekiyor.
ABD’nin yaklaşımını, “Doğu Akdeniz ve Doğu Akdeniz’i çevreleyen coğrafyadaki birçok önemli anlaşmazlığa rağmen bölge ülkelerini; enerji kaynaklarının araştırılması, çıkarılması işletilmesi ve nakli üzerinden birbirine bağlamak, gazın en ucuz şekli ile Avrupa’ya yönlendirilmesini sağlamak, bu suretle Avrupa’nın enerji tedarik kaynaklarını çeşitlendirmek, Rusya’nın pazar payını ve etkinliğini azaltmak” olarak özetlemek mümkün.
ABD’nin, bu maksatla kuruluşunu teşvik ettiği Doğu Akdeniz Gaz Forumu (DAGF)’nu stratejik bir fırsat olarak gördüğünü de vurgulamak gerekiyor.
Yeni yönetimin bu konudaki bakış açısında da önemli bir değişiklik beklenmiyor.
Suriye-Irak
ABD’nin Doğu Akdeniz’den ilerleyen çevreleme kuşağı, Suriye ve Irak kuzeyinde YPG/PYD/PKK/SDG’yi destekleyerek yoluna devam ediyor. Böylelikle Türkiye ile birlikte İran’ı da çevrelemeye başlıyor.
Biden’ın kampanya dönemi açıklamalarından ABD’nin önümüzdeki dönemde de Suriye ve Irak’ta, bölgedeki gelişmelere her an müdahale edebilecek şekilde, az sayıda asker bulunduracağını söylemek mümkün. Kriz bölgelerindeki yerel kuvvetlerle çalışacağına yönelik açıklamanın ise YPG/PYD/PKK/SDG’ye sağlanan desteğin devam ettirileceği şeklinde yorumlanması gerekiyor.
ABD’nin ayrıca, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt unsurlarını bir araya getirmek, Suriye Kürt Bölgesel Yönetimi’ni oluşturmak ve bu oluşumu Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile birleştirerek sonucunda Akdeniz’e erişimi olan bir Kürt devleti yaratmak hedefinde de bir değişiklik olması beklenmiyor.
Önceki ABD yönetimleri gibi İsrail’in güvenliğini öncelediği bilinen Biden’ın da bölgede ABD için vekil olacak, gerektiğinde silahlı güç olarak kullanabilecek bir uydu yapıdan vazgeçmesi mümkün görünmüyor.
Suriye ve Irak’ın, ABD’ye müzahir, yönetilebilir, küçük yapılar halinde bölünmesi, enerji kaynakları ve nakil hatlarının ABD veya ABD’nin desteklediği konsorsiyumların elinde bulunması ABD’nin nihai hedefi gibi görünüyor.
İsrail’le normalleşme anlaşmaları
ABD’nin son dönemde attığı bir diğer adım ise İsrail ile Arap ülkeleri arasında imzalanan normalleşme anlaşmaları. İsrail, BAE ve Bahreyn arasındaki 15 Eylül 2020 tarihinde imzalanan ilk anlaşmanın ardından 23 Ekim 2020 tarihinde İsrail ve Sudan’ın ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda anlaştıkları duyuruldu. ABD bu anlaşmalar serisiyle;
• İsrail’in güvenliğine katkı sağlamayı,
• Orta Doğu ve Körfez’de İran karşıtı cepheyi birleştirmeyi,
• Arap cephesini Sünni veya Şii ve İsrail dostu veya karşıtı olarak bölmeyi,
• Filistin meselesini geri plana iterek destekçi sayısını ve etkinliğini azaltmayı,
• Orta Doğu için geliştirdiği Barış Planı’na destek sağlamayı hedefliyor.
Açık kaynaklarda Umman, Kuveyt, Suudi Arabistan gibi ülkelerin de yakın zamanda sürece dâhil olabileceği yorumları yapılırken, Biden da kampanyasında bu süreci desteklediğini açıkladı. ABD’nin bu sürece yönelik sonraki adımının ise anlaşmaya katılan tarafları DAGF ile irtibatlandırmak olacağını düşünmek gerekiyor. Dolayısıyla anlaşmaların, Yunanistan-GKRY-İsrail ekseni bakımından da olumlu sonuçlarının olma potansiyeli oldukça yüksek.
Çin-Hindistan-Pakistan
ABD’nin Çin’e yönelik temel yaklaşımını, Çin’in deniz ulaşım hatlarının kontrol edilmesi, “Bir Kuşak-Bir Yol” projesinin karadan ve denizden engellenmesi ve Çin’in çevrelenmesi üzerine kurduğu biliniyor.
ABD bu kapsamda; Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda ve Avustralya ile tarihi boyutu bulunan yakın ilişkilerini sürdürüyor. Filipinler ve Tayland’a önem atfediyor. Vietnam, Endonezya Malezya ve Singapur’u ekonomik ve güvenlik alanında büyüyen ortaklıklar olarak niteleyerek, faaliyetlerini bu ülkeleri kendi tarafında tutmak üzere yönlendiriyor. ŞİÖ’ye dahil olan ve BRICS üyeliği de bulunan Hindistan’ı yanına çekmek istiyor.
Hindistan’ın ise bu kurguda kilit bir rolü bulunuyor, zira ABD gerek büyüklüğü, gerek nükleer gücü ve gerekse silahlı kuvvetler kapasitesi nedeniyle Hindistan’a Çin’i dengeleyebilecek hayati bir ortak gözü ile bakıyor.
ABD için Çin bağlamında dikkate alacağı bir diğer alan ise “Tek Kuşak-Tek Yol” projesi kapsamındaki “Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru”.
Bu koridor, enerji ve hammadde bağlamında, Çin’e ulaşan ve ABD tarafından kontrol altında tutulabilen Hint ve Pasifik okyanuslarındaki deniz ulaşımına alternatif oluşturuyor.
Koridor, Pakistan’ın Gwadar Limanı ile Çin’in Kaşgar bölgesini birleştirerek Çin’i Hint Okyanusu ile irtibatlandırıyor.
Çin’e Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı’na yakın bir konumda bulunabilme imkânı sağlıyor.
Koridor, Belucistan ve Keşmir bölgelerini geçiş güzergâhı olarak kullanıyor, Sincan Uygur Özerk Bölgesi marifetiyle Çin’in iç kesimleri ve doğusu ile irtibatlanıyor.
Bu bakımdan ABD “Bir Kuşak-Bir Yol Projesi”ni Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Keşmir, Belucistan, Umman Denizi ve Doğu Akdeniz’de karşılamaya ve kendi etkinliğini öne çıkarmaya gayret ediyor.
Kampanya açıklamaları, Biden’ın Çin’in Sincan-Uygur Özerk Bölgesi’ndeki faaliyetlerini “soykırım” olarak tanıma ve bu konuda Çin ile uluslararası bir koalisyon marifetiyle mücadele etme görüşünde olduğunu gösteriyor.
ABD, Keşmir konusuna ise daha temkinli şekilde yaklaşıyor.
Keşmir’deki sorunlar zinciri içerisinde, Hindistan, Pakistan kontrolündeki Keşmir’den geçen “Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru”nun kendi egemenliğini ihlâl ettiğini savunuyor.
ABD ile Pakistan ilişkileri ise Pakistan’ın Çin ile olan yakınlığı ve ABD’nin Pakistan’ın bazı terör örgütleri için güvenli bölge olduğu, bu örgütlerin de Afganistan’da saldırılarda bulunduğu iddiaları nedeniyle gergin bir seyir izliyor.
Bu bakış açısıyla, ABD’nin önümüzdeki dönemde bölgeye yönelik siyasetinin şekillenmesinde Hindistan’ı önceleyeceğini düşünmek için çok sayıda neden bulunurken, bu durumun Pakistan ve Çin arasındaki ilişkilerin kuvvetlenmesini sağlama potansiyeli de bulunuyor.
AB-NATO
ABD’nin yeni yönetiminin temel değişikliklerinin AB ve NATO ile ABD ilişkilerinin yeniden kurgulanması konusunda olacağına yönelik değerlendirmelerin sayısı az değil.
Yeni dönemde ABD’nin AB’ye uyguladığı gümrük vergilerinin yeniden masaya yatırılması, ABD’nin Paris İklim Anlaşması’na dönmesi ve ABD’nin Çin ile ticaret yapan AB ülkelerine daha olumlu yaklaşması gibi konuların taraflar arasındaki öncelikli gündemi oluşturması bekleniyor.
NATO’da ise temel konulardan birinin üyelerin savunma harcamaları olmaya devam edeceği yorumları yapılıyor. Bu noktada, yeni yönetimin politikasından ziyade konuyu gündeme taşıma tarzında değişiklik yapması bekleniyor. ABD’nin gücünü Asya-Pasifik bölgesine teksif ederken AB ve NATO’dan diğer alanlarda özellikle Çin ve Rusya’ya karşı daha fazla katkı bekleyeceği yorumları yapılıyor.
Sonuç
Yönetim değişikliğinin ardından ABD’nin jeopolitik bakış açısında büyük değişiklikler yaşanmayacağı anlaşılıyor.
Türkiye ABD ilişkilerinde jeopolitik hususlar dışında ikili düzeydeki ilk sınamanın ise Amerika’nın Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası (CAATSA)’nın Türkiye’ye uygulanıp uygulanmaması konusunda yaşanması bekleniyor. Bununla birlikte dış politikaya yönelik gelişmelerle beraber ABD’de süren Halkbank Davası’na yönelik sürecin de dikkatle izlenmesi gerekiyor.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.