NATO Zirvesi’nin Asya-Pasifik Bölgesi’ne yansımaları

MDN İstanbul

NATO zirveleri küresel jeopolitik rotanın belirlenmesine doğrudan etki ettiği için stratejik önemdedir. Sonuçları yer küreyi domine eden NATO zirveleri, AB/D’nin perspektifine göre şekillenir, kararlar bu istikamette alınır. Kolektif bir savunma örgütü olan NATO -ki Madrid Zirvesi sonrası bu durum sorgulanır hale gelmiştir- düzenlenen zirvelerde vizyonunu ve hedeflerini ortaya koyar. Meselelere stratejik zaviyeden bakabilenler için NATO zirvelerinin yakından takibi ve arka plan analizi zorunludur. Zirve kararları bütüncül ve derin bir şekilde her yönüyle ele alınmadıkça resmin bütünü görülemez.

Pusulasını arayan NATO

Soğuk Savaş döneminde Varşova Paktı ile rekabet eden NATO için özne doğal olarak SSCB olmuştu. Soğuk Savaş sonrası dönemde hasımsız, rakipsiz dahası hedefsiz kalan NATO bir süre bocalamış, sonrasında doğal olarak küçülmeye gitmişti. NATO karargâhlarının bir bölümü kapatılırken müttefiklerin İttifak’a verdikleri katkılarda düşüş meydana gelmişti. 2001 hadisesi sonrası değişen konjonktürde kendisine geçici olarak “terörü” hedef alan İttifak, bu dönemde Afganistan ve Irak’ı işgal etmiştir.

2000’li yılların sonlarına doğru Putin Rusya’sının toparlanıp ayağa kalkması ve tek kutuplu düzene isyan bayrağı açması (stratejik kırılma Putin’in tarihi 2007 Münih Güvenlik Konferansı konuşmasıdır) NATO’ya aranan düşmanı hediye etmiş, İttifak adeta küllerinden yeniden doğmuştur. NATO bakımından Rusya yeniden öncelikli tehdit haline gelmiştir. 2010’dan sonra ivmelenen Çin-Rusya birlikteliği stratejik ortaklığa evrilmiş, Rusya’nın artan ve gelişen askeri kapasitesi ile Çin’in yükselen ekonomik ve yumuşak gücünün birleşmesi sağlam bir ittifakın vücuda gelmesi ile sonuçlanmıştır.

Madrid Zirvesi: Stratejik kırılma

Çok kutuplu dünya düzenini savunan Rusya-Çin ikilisinin uyguladığı stratejiler, ABD’nin ekolojik hâkimiyetinin azalmasına ve hegemonyasının aşınmasına neden olmuştur. Bu durum gücü örselenen ABD’nin Rusya-Çin ikilisi ile mücadelesinde NATO’yu bir kaldıraç olarak kullanma zorunluluğuna neden olmuştur. Zira, güç ve nüfuzu sürekli artan Çin’in yükselişi ve Rusya ile birlikteliği günümüzde jeostratejik ortamı belirleyen ana unsur haline gelmiştir. Sonuç olarak Çin, Madrid Zirvesi sonrası NATO’nun kadrajına girmiştir.

Bu nedenle 28-29 Haziran’da düzenlenen Madrid Zirvesi, alınan kararlarıyla tarihi bir dönüm noktasını oluşturmuş ve küresel jeopolitikte stratejik seviyeli bir kırılmayı tetiklemiştir. Nitekim, Madrid Zirvesi’nde onaylanan ve NATO’nun gelecek 10 yılına yön verecek yeni stratejik konseptte Rusya “doğrudan tehdit”, Çin ise “sistematik rakip” olarak tanımlanmıştır. Hatırlatalım, stratejik konsept mevcut konjonktürde NATO’nun evrilen küresel güvenlik mimarisindeki rolüne ve konumuna yön vermeyi hedeflemektedir.

Madrid Zirvesi’ne bütüncül baktığımızda, arka plandaki resimde uzun soluklu büyük ve radikal bir dönüşümün izlerini görüyoruz. Zirve’ye ilişkin birçok değerlendirme ve analiz yayımlandı. Genel olarak Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası değişen konjonktür, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik istekleri ve Türkiye’nin karşı reaksiyonu tahtında yapılan değerlendirmelerde, Zirve’nin Asya-Pasifik Bölgesi’ne yansımaları sütre gerisinde kaldı. Oysa Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın da iştirak ettiği Madrid Zirvesi’nde, Asya-Pasifik jeopolitiğinde yeni bir sayfanın açıldığı ilan edildi. Ez cümle NATO’nun Asya-Pasifikleştirilmesi vizyonu ortaya konmuş oldu.

NATO’nun Asya-Pasifik açılımı

Kısaca Madrid Zirvesi’nde İttifak, Rusya kaynaklı Doğu tehdidine Çin kaynaklı Asya-Pasifik tehlikesini ekleyerek Çin ile Rusya arasında derinleşen stratejik ortaklığın NATO değerlerine ve çıkarlarına ters düştüğünü ilan etmiştir. Kuşkusuz bu durum bir ilktir. Zira NATO Zirvesi’nde Çin’e ilk defa temas edilmiştir. Öte yandan Çin’e karşı kullanılan ve özenle seçildiği anlaşılan üslubun beklenen sertlikte olmadığını, Zirve sonuç bildirgesinde adeta kelimelerle dans edildiğini ve Çin’e karşı diyalog kanallarının açık tutulmasına önem verildiğinin belirtildiğini hatırlatalım.

NATO-Çin-AB

NATO’nun 2010 yılı stratejik konseptinde Çin’e yönelik bir argüman bulunmuyordu. Geçen süreçte küresel arenadaki yükselişi ve ABD öncülüğünde hareketlendirilen konjonktür sonrası Çin, Madrid Zirvesi’nde NATO’nun ajandasına dâhil edildi. Hatırlatalım, Çin meselesi son yıllarda NATO’nun gündemine sıklıkla getirilmiş, ancak Avrupa ülkelerinin direnci ve ortak hareket etmeleri sonrası Çin, düşük yoğunluklu tepkilere muhatap olmuş ve ABD istediğini alamamıştı. Örneğin Fransa Cumhurbaşkanı Macron, geçen yıl yaptığı açıklamada NATO’nun bir Transatlantik İttifakı olduğunu, Asya’da çok fazla işinin olmadığını açıklamış, Asya-Pasifik Bölgesi’nde Çin’e sırtlarının dönülmemesi gerektiğini belirterek “Çin’e karşı ön yargılı olmamalıyız” ifadesini kullanmıştı.

Geçen süreçte reel politik köprüsünün altından çok sular aktı. Bilhassa Rusya’nın Ukrayna operasyonu sonrası küresel arenada dengeler ve öncelikler değişti. ABD’nin sürüklediği stratejiler kabul görür hale geldi. Ukrayna fayının kırılması sonrası Almanya ve Fransa’nın öncülük ettiği, “stratejik özerklik” politikası iflas eden Avrupa, Madrid Zirvesi’nde Çin’e dokunmak durumunda kaldı.

Çin’in izlediği opak stratejiler

Madrid Zirvesi’nde onaylanan Stratejik Konseptte Çin’in Transatlantik İttifakı’nın çıkarlarına, değerlerine meydan okuduğundan bahsediliyor. Çin’in izlediği stratejinin opak yani öngörülemez olduğuna temas edilerek Transatlantik İttifakı’nın bu sistematik meydan okumalara ittifak halinde yanıt vereceği vurgulanıyor. Bu agresif yaklaşıma tezat teşkil edecek şekilde konseptin bir diğer maddesinde ise Çin ile diyaloğa açık olunduğu vurgulanıyor. Bu argüman kuşkusuz diplomatik bir hamle ve İttifak’ın Avrupalı müttefikleri tarafından metne ithal edilmesi sağlanmış.

Eski şişede yeni şarap satmaya çalışmak

Madrid Zirvesi’nin yansımalarına Çin optiğinden bakmadan konuyu idrak edemeyiz. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Licien’in yaptığı açıklamada Zirve kararlarını “soğuk savaş” mantığına benzetmesi ve ABD’nin yaklaşımını “eski şişede yeni şarap satmaya çalışmak” şeklinde yorumlaması Çin yaklaşımını yansıtıyor.

Çin’in BM Daimî Temsilcisi Zhang Jun ise ülkesinin NATO’nun yeni stratejik konseptinin etkileri konusunda son derece endişeli olduğunu belirterek “bazı NATO liderleri son dönemde diğer ülkeleri tehdit olarak tasvir ediyor. Ancak gerçek şu ki NATO’nun kendisi dünyanın çeşitli yerlerinde sorunlar yaratıyor. Avrupa’ya güvenlik getirmede başarısız olan NATO, bölgeye çatışma tohumları ekiyor” açıklamasında bulundu. Yapılan bu açıklamalara koşut olarak Çin’in Asya-Pasifik Bölgesi’nde NATO’yu, hayalî düşmanlar aramakla ve suni çelişkiler ve anlaşmazlıklar yaratmakla itham ettiğini görüyoruz.

NATO’nun kanatları altındaki Japonya ve Güney Kore

Madrid Zirvesi’nde ABD, Avrupa’nın çekincelerine karşın “NATO’yu küreselleştirme” stratejisinde önemli kazanımlar elde etti. Bu stratejinin uygulanmasında kilit aktörler olarak Japonya ve Güney Kore’nin öne çıkarıldığının altını çizelim. Nitekim Çin, her iki ülkenin “NATO kanatları altında” bölgede askeri güç haline getirilmesinden endişe duyduğunu ilan etti.

Avrupalı müttefiklerin Çin’e karşı “beklenen sertlikte” olmayan tutumunun ABD’yi farklı arayışlara itmesi olası görünüyor. ABD, Avrupa ile Asya Pasifik’te eş güdüm içinde hareket edemeyebilir. Bölgede ABD ile ortak sinerji tesis edebilecek iki NATO müttefiki bulunmaktadır. İngiltere ve Kanada… Asya-Pasifik Bölgesi’nde oluşturulan Anglo-Sakson eksene Güney Kore, Japonya, Yeni Zelanda ve Avustralya’nın da monte edilmesi hedeflenmektedir. Esasen AUKUS ve QUAD açılımlarının arka planını bu yaklaşım oluşturmaktadır. Önümüzdeki dönemde ABD, bölgedeki mevcut ve yeni ortaklarıyla diyalog ve iş birliğini geliştirmeyi deneyecektir. Ancak bölgede öne çıkacak kilit aktör kuşkusuz Japonya olacaktır.

Japonya’nın dirilişi

Son dönemde yükselen Japonya’ya yazılarımızda sıklıkla temas ettik. Asya-Pasifik Bölgesi’nde Çin’e karşı kurulmak istenen denklemin merkezinde Japonya’nın yer alacağını vurguladık. Madrid Zirvesi sonrası şekillenen yeni dönemde özgül ağırlığı tedricen artacak Japonya, şüphesiz belirleyici aktör ve küresel güç namzedi olarak öne çıkacaktır.

1945’ten beri ilk defa bağımsız bir aktör olarak uluslararası politikada ağırlığını hissettiren Japonya, artan öneminden ve yeni rolünden memnuniyet duymaktadır. Genlerinde emperyal izler taşıyan, köklü devlet geleneğine haiz mağrur Japonya için Madrid Zirvesi sonrası yeni bir dönem başlamaktadır. Bu durum Japonya’nın dirilişi olarak adlandırılmaktadır.

Japonya’nın pasifist anayasasını değiştirmesi eşittir silahlanma

Bakınız Japonya’nın Fumio Kishida iktidarı da uzun zamandır ABD politikalarına yakın bir çizgide ilerlemektedir. Eski Başbakan Shinzo Abe’nin bir suikast sonucu öldürüldüğü Japonya’da yeni bir döneme girilmiştir. Suikast sonrası yapılan Danışmanlar Meclisi (üst meclis) seçimlerinde iktidardaki Liberal Demokrat Parti zaferle ayrılmış, daha da önemlisi anayasa “revizyonu yanlısı” partiler yeterli çoğunluğu (İktidar bloğu 248 üyeli mecliste, 1947 Anayasası’nın gözden geçirilmesi için gereken 166 sandalyelik barajı ilk kez aşmıştır) sağlamayı başarmıştır.

Bunun anlamı, İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD tarafından kaleme alınan Japonya’nın “pasifist” anayasasının değiştirilmesinin önünde engel kalmamış olmasıdır. Hatırlatalım Pasifist anayasasının değiştirilmesi, hayatını kaybeden Abe’nin en büyük politik hedefi olarak bilinmektedir. Nitekim Japonya Başbakanı Kishida seçim sonuçlarının ardından, ülkeye İkinci Dünya Savaşı’ndan miras kalan silahlanma karşıtı anayasada değişikliğe gidileceğine atıfta bulunarak anayasa revizyonu önerisini meclise getireceklerini açıklamıştır. Anayasa değişikliği ABD tarafından da desteklenmektedir. Bu duruma Çin sert tepki göstermiştir.

Japonya’daki seçim sonuçlarını değerlendiren Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Wang Wenbin, Tokyo’yu tarihten ders almaya çağırmış, “Japonya’nın anayasa değişikliği konusu, tarihsel nedenlerden dolayı uluslararası toplum ve Asya’daki komşularını yakından ilgilendirmektedir. Japonya’nın tarihten alınan dersleri ciddiyetle öğreneceğini, barışçıl kalkınma yoluna bağlı kalacağını ve Asyalı komşularının ve uluslararası toplumun güvenini kazanacak somut adımlar atacağını umuyoruz” ifadelerini kullanmıştır.

Küresel ölçekli stratejik rekabet

Madrid Zirvesi sonrası NATO stratejik konseptinde Çin’in “sistematik rakip” olarak tanımlandığını dikkate aldığımızda, yakın gelecekte NATO’nun Asya-Pasifikleştirilme çabalarının ivmeleneceğini ifade edebiliriz. Kurulan denklemde Güney Kore ile bilhassa Japonya’nın pozisyonları önem arz edecektir. ABD’nin destek ve teşviki ile anayasasını değiştirecek Japonya kaçınılmaz olarak silahlanma gayretlerini daha da artıracak ve bölgesel güç rolünü konsolide etmek isteyecektir. Emperyal geçmişe sahip Japonya’nın bu yükselişi Çin’in baskılanmasında bir kaldıraç olarak kullanılabilecektir. Küresel ölçekli stratejik rekabette ABD’nin safında yer alacak Japonya’nın Çin-Rusya karşısında konumlanması, Asya-Pasifik Bölgesi’nde gerilimin artmasına neden olacaktır.

Gelelim Çin’e. Çin’in yeni dönemde ısrarla ve tavizsiz olarak izlediği sabır stratejisini sürdüreceğini, Rusya ile stratejik ortaklığa bağlı kalacağını, Batı’yı tedirgin etmeyecek lakin millî çıkarlarını gözetecek temkinli adımlar atacağını öngörebiliriz. NATO’nun Avrupalı müttefiklerini hizaya sokan Ukrayna krizi, yaklaşan kış, artan enerji talebi ve yaşanan global ekonomik kriz nedenleriyle sonbahara giden süreçte sönümlenebilir. Buna karşın yeni kriz bölgesi olarak Tayvan’ın öne çıkması şaşırtıcı olmayacaktır.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın