Müh. Kd. Albay (E) Kerem Orçun Yüksekdağ harp gemisi tasarım, planlama ve inşa süreçlerini kapsayan yazı dizisinde bu ay, harp gemisi üretiminde maliyete odaklanıp “yüksek standart ile yüksek korumacılık mı sürdürülebilir, iyi standart ile maliyet etkin üretim mi?” sorusunu irdeliyor
Kıymetli okurlar, öncelikle şubat ayında ülkemizin yaşadığı deprem felaketlerinde hayatını kaybeden yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, büyük Türkiye Cumhuriyeti’ne geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum…
Malumunuz, ocak ve şubat sayılarında harp gemisi tasarım, planlama ve inşa süreçlerinden bahsetmiştik. Biraz da işin maliyet boyutunu irdelemek gerektiğini düşündüm ki maliyet konusu üç açıdan önem arz etmektedir:
Birincisi; ülkenin ekonomik koşulları çerçevesinde projeye ayrılabilen bütçenin göz önünde bulundurularak geminin yerli ve milli imkânlarla tasarım ve inşası…
İkincisi; Deniz Kuvvetlerinin kendi personeli tarafından tasarım ve inşası tamamlanan geminin öncelikle yine kendi personeli tarafından kullanılarak başarısını ispat etmesi ki burada; savaşta ve barışta en kıymetli kaynağın insan gücü olduğunu, edinilen bilgi ve tecrübenin sürdürülebilir şekilde gelecek nesillere aktarılmasının elzem bir gereklilik olduğunu, dolayısıyla gemiyi servis ömrü boyunca bilfiil kullanacak, onu ikinci değil, ilk evi belleyecek personelin tasarım ve inşa süreçlerini gerçekleştirmesinde görevlendirilmesinin zamandan da ciddi ölçüde tasarruf sağlayacağını belirtmeden geçemeyeceğim.
Üçüncüsü de MİLGEM vizyonunda olduğu gibi nihai olarak projenin özel sektöre devredilerek, inşa ve ihracatının sağlanması.
Bu aşamada “maliyet etkin” ifadesinin tanımının da yapılmasında fayda var. “Maliyet etkin”lik salt geminin emsallerinden ucuza tamamlanması gibi dar bir anlamda yorumlanırsa ve tasarım ve inşa çalışmaları bu yönde gerçekleştirilirse evet nihayetinde ucuza mal edilmiş bir gemi hizmete alınabilir. Ancak ya sonrası?
Burada bir parantez açarak; konumuz harp gemisi olduğu için tüm örnekleri bunun üzerinden verdiğimi, bununla birlikte anlatmaya çalıştıklarımın büyük bir çoğunluğunun hemen her türlü tasarım/üretim projesi için de geçerli kabul edilmesi gerektiğini belirteyim.
Gemiyi ucuza mal etmiş ancak ya sonrası diye sormuştum. Şimdi yine harp gemisi projeleri üzerinden devamla cevabı arayayım… Burada atlanmaması gereken en önemli husus; muharip bir harp gemisi projesinin, elde hazır tasarım yok ise; tüm tasarım, malzeme tedarik, inşa ve test/kalifikasyon süreçlerinin, her şey yolunda giderse 5 sene süreceği, bu 5 senenin sonunda geminin kullanıcısı yani deniz kuvvetleri tarafından hizmete alınacağı, kullanıcısı ile birlikte bu gemide en az 40 sene boyunca gece-gündüz, limanda-seyirde ve hatta bakım/onarım periyodlarında dahi sürekli bir hayat olacağıdır.
Bir diğer önemli husus ise seçilen ana sistem/cihazların bu 40 sene boyunca çalışılabilecek şekilde (elbette gerekli periyodik planlı bakımları aksatılmadan yapılarak) seçilmesidir. Genel olarak ana silah, sensör ve savaş sistemi yazılımları açısından bakıldığında, teknolojinin sürati de göz önüne alınırsa, bu sistemler her ne kadar çalışır durumda olsalar da çağı yakalamak açısından değiştirilmeleri gerekebilir ki biz buna “Yarı Ömür Modernizasyonu” diyoruz ve genelde geminin 15 ila 20 senelik çalışma süreci sonunda uyguluyoruz.
Ancak, ana tahrik sistemini oluşturan ekipmanlar (ana makineler, gaz türbinleri, dişli grupları vb.), yardımcı sistemler (dizel jeneratör setleri, dümen sistemleri, gemi elektrik sistemi vb.) mümkün olduğunca ve zorunlu olmadıkça değiştirilmiyor.
İşte tam da burada “Ömür Devri Maliyet” denilen kavram çıkıyor karşımıza. Yukarıda bahsettiğim sistem/cihazların, yarı ömür modernizasyonu da dikkate alınarak, uzun yıllar boyunca etkin görev yapabilmesini temînen daha tasarım fazında büyük bir titizlikle seçilmesi, konuya sadece düşük maliyet açısından bakılmaması, ‘maliyet etkin’lik sağlanırken ‘Ömür Devri Maliyet’ analiz sonuçlarının gözden kaçırılmaması gerekiyor.
Özetle; maliyet belirleme işi, aynı anda onlarca girdinin değerlendirileceği, tam anlamıyla karmaşık bir optimizasyon problemidir desek yanılmış olmayız. Tasarımcı bu optimizasyonu ne kadar gerçeğe yakın yaparsa işte o zaman proje için maliyet etkin tanımı kullanılabilecektir.
Projeyi en optimum maliyetle tamamlayıp, gemiyi kullanıcısına teslim etmekle birlikte başlarda belirttiğim “ülkenin ekonomik koşulları çerçevesinde projeye ayrılabilen bütçenin göz önünde bulundurularak geminin inşası” koşulu da aslında sağlanmış oluyor.
Şimdi sırada; gemiyi bir de ülke ekonomisine döviz katkısı sağlayacak şekilde uluslararası pazarda görücüye çıkartmak var ki bunun en güzel örneğini MİLGEM’lerde yaşadık. Türk Deniz Kuvvetleri envanterinde başarıdan başarıya koşan ve dünya çapında dikkat çeken MİLGEM’lerin önce Pakistan’a, sonrasında da Ukrayna’ya ihraç edilmek üzere sözleşmeleri imzalandı ve gemilerin inşaları devam etmekte.
Gemiyi maliyet etkin olarak inşa etmenin faydası MİLGEM ihracatlarında görüldü ki her iki ülke ile sözleşme imzalayan Türk şirketleri girilmesi çok zor olan uluslararası harp gemisi pazarında rekabete girerek ihaleleri kazanabildiler. Konuyu takip eden meraklıları gayet iyi bilirler, bu pazarda etkin rol oynayan ve pazarı baskılayan özellikle Çin ile rekabet etmek çok da kolay değildir. Bu pazarda en büyük gücümüz; Çin kadar olmasa da nispeten düşük işçilik maliyetleri ile birlikte Çin’in yanımıza dahi yaklaşamayacağı Türkiye’deki işçilik kalitesidir.
Diğer yandan da; pazara baktığımızda kendi gemilerini yapan özellikle Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri gibi güçlü donanmalara sahip denizci ülkelerin harp gemisi ihracatını ikinci plana attığını, inşa ettikleri gemilerin yüksek maliyetlere sahip olduğunu, bu sebeple de bu ülkelerin yeni gemi ihraç etmekten çok uzun yıllar kullandıkları ikinci el gemileri satmaya daha yatkın olduklarını görüyoruz.
Biraz da bunu irdeleyecek olursak; bunun belki öncelikli olarak ülke politikalarının bir gereği olduğunu söyleyebiliriz. Her zaman en gelişmişi, en gösterişlisi, en güçlüsü bizde olsun isteğiyle birlikte, gelişmiş zengin ülke olmalarının ve donanmalarının yenilenmesine ciddi miktarda bütçe ayırabilmelerinin de etkisi önemli.
Her ne kadar durum böyle olsa da HMS Queen Elizabeth ve HMS Prince of Wales uçak gemilerinin yüksek maliyetleri (gemi başına yaklaşık 3 milyar pound) ile HMS Prince of Wales’de göreve başlamadan meydana gelen sancak şaft arızası nedeniyle Birleşik Krallık kamuoyunda ciddi tepkiler yükseldiğini de açık kaynaklardan görüyoruz.
HMS Prince of Wales gemisini Aralık 2020’de Portsmouth Limanı’nda ziyaret eden ekipteydim. Gemi gerçekten de etkileyici bir büyüklüğe ve bunun yanı sıra da güzel bir tasarıma sahip. Ancak o gün şunu düşünmüştüm, bu gemi 3 milyar pound eder mi?
Gözlemlediğim kadarıyla her şeyin en iyisi düşünülmeye çalışılmış olmakla birlikte yine de bu kadar yüksek maliyete değer mi? Kaldı ki gemide uçakları fırlatmak ve yakalamak için kullanılan bir katapult (CATOBAR-Catapult Assisted Take-Off But Arrested Recovery) sistemi de yok. Yani her uçak iniş kalkış yapamıyor. Birleşik Krallık Savunma Bakanlığı önümüzdeki yıllarda gemilere CATOBAR özelliği ekleneceğini duyursa da bu sistemin maliyetinin de tepkilere neden olabileceği konuşuluyor.
An itibarıyla gemi sadece, STOVL (Short Take-Off and Vertical Launching) dediğimiz kısa mesafede kalkış yapıp dikey iniş yapabilen jetlerin iniş kalkışına göre tasarlanmış ki bugün dünya üzerinde bu tip jetlere örnek olarak F-35B Lightning II uçaklarını verebiliriz. E bizim yüzen dev TCG ANADOLU da bu özellikte üstelik neredeyse 3’te bir maliyetle.
Sonuç olarak baktığımızda ihtiyacın belirlenmesi aşamasından, tasarımına kadar, kullanılan malzemelerden, sistem/cihaz ve ekipmanların seçimine kadar bir aşırılık (belki de over-design) olduğunu görüyoruz ki buna bir de gemilerin Birleşik Krallık’ta inşa edildiği ve bu sebeple de işçilik maliyetlerinin yüksekliğini de eklersek 3 milyar pound’a mâl olan, bir de üzerine kâr marjı eklenecek bu geminin ihraç edilmesinin imkânsıza yakın olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz.
Gelin bir de yaklaşık 13 milyar Amerikan Doları maliyeti olan USS Gerald R. Ford uçak gemisine bakalım. Bu arada bu tutarın Anadolu Ajansı’nın internet sitesinden edindiğim bilgiye göre, NATO üyesi 20 ülkenin 2021 yılı savunma harcamalarının üzerinde olduğunu da belirtmek isterim. (Türkiye: 13 milyar ABD Doları).
Açıkçası bu gemide bulunmadım, canlı gözle de görmedim. Ancak boyutlarına bakıldığında; uzunluk: 337 m, su hattı genişliği: 41 m, uçuş güvertesi genişliği: 78 m, deplasman: 100.000 ton olup devasa bir gemi, daha doğrusu yüzen bir ordu olduğunu söylemek mümkün hatta 2017 itibarıyla dünyanın en büyük uçak gemisi. Tabii bu geminin en büyük özelliği nükleer tahrikli olması ki 4 şaft ile 30 knots sürat yapabiliyor, menzili ise 20-25 yıl boyunca limitsiz.
Şimdi ABD’nin de bu gemi için ihtiyaç belirlerken, bütçe ayırırken, tasarım aşamasında sistem/cihaz/ekipman seçimlerinde geminin ileride başka ülkelere ihraç edilmesini düşünmediği apaçık ortada. Hoş onlar düşünse de bu maliyetlerle böyle bir gemiyi ithal edecek ülke de yok denecek kadar az demek doğru olacaktır.
Yazının sonuna yaklaşırken özetle; biz her yönüyle maliyet-etkin ama bir o kadar da başarısı kanıtlı projeler geliştirmeye ve yenilerini üretmeye, savunma sanayide kazandığımız ihracat ivmesi ile daha çok çalışmaya, daha çok üretmeye devam etmeli, MİLGEM ile başta Türk Deniz Kuvvetleri tarafından ortaya konulan, “önce kendimiz için en iyisini tasarlayıp inşa etmek ve kullanmak, sonrasında da bu gemilerin özel sektör tarafından ihraç edilmek üzere inşa edilmesi” vizyonuna sahip çıkmalı, ülke ekonomisine yüksek katma değer sağlayacak şekilde uluslararası savunma sanayi pazarında çıtayı daha da yükseklere taşımalıyız.
Bu ülkenin askeri ve sivil mühendislik gücü de işçilik gücü ve kalitesi de bunu başaracak kapasitede ve inançtadır.
Kalın sağlıcakla…
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.