LEVENT AKSON

Yeşim Yeliz Egeli

Cesur yürekli gerçek bir hayırsever  LEVENT AKSON

Levent Akson’un hayatında her denizcinin yaşamında olan açık havalar ve fırtınalı günler var elbette ama dürüstlük, çalışkanlık ve başarı öne çıkıyor. Levent Kaptan, hem insanlar için hem sokak hayvanları için çalışan tam bir hayırsever. İşte mutlaka tanımak, tanışmak gereken bir ismin hayatından satırbaşları

Ankara Kızılay’da 1952 yılında doğdu. Babası SSK’da üst düzey bir bürokrat, annesi ise ev hanımı. Kendinden 18 ay küçük kardeşi Sevtap’la hem kardeş hem arkadaşlar. Oynamaya doyamadığım kukalı saklambaç ve çelik çomak onun da en sevdiği oyunlar… 5 yaşında hayatının en güzel hediyelerinden biri dedesinin aldığı kurt köpeği Çapkın. Rafine, sağlam dostluklarla güçlenen, sorumlulukla dolu ama mutlu ve umutlu bir çocukluk dönemi… İlköğrenimini Mimar Kemal İlköğretim Okulu’nda, lise eğitimini ise Ankara Atatürk Lisesi’nde tamamladıktan sonra mütevazı bir ailede yetişen Akson’un üniversite planları daha lise yıllarında arkadaşı Sena’nın denizci olalım demesiyle şekilleniyor. Türkiye’nin en hareketli döneminde genç bir üniversiteli adayı olarak Deniz Gezmişler, Mahir Çayanlarla tarihe adını kazımış 68 kuşağının o devletçi ve ne istediğini bilen idealist ruhunu hâlâ taşıyor. Bir çok ülke görmüş ama Türkiye en güzeli. Her köşesini çok seviyor “İstanbul’a geleli 40 sene oldu hâlâ ben bu şehre yabancıyım, hâlâ şehre alışamadım.”
Ankara’da yetişmenin koşulsuz sağladığı kültür ve özgüvenle, tiyatro ve müzikle romantik dönemde yoğrulmuş, pırıl pırıl akılcı bir genç olarak ilerde ne yapmak istediğine sonunda karar veriyor. Ailesine yük olmayacak, ayakları üzerinde durup kendi sorumluluğunu taşıyacak, ama en önemlisi farklı kültürde bir çok insanla tanışıp değişik ülkeleri görme şansı yakalayacak.

Kaybola kaybola yolunu buluyor
Yüksek Denizcilik Okulu’nun sınavlarına girmek için 17 yaşında tek başına İstanbul’a geliyor, çok heyecanlı tabii, sora sora okulu buluyor ama önce bir kaç defa kaybolarak… Mezun olduktan sonra borcunu çalışarak ödemek koşuluyla güverte bölümünde o zaman yatılı olan Yüksek Denizcilik Okulu’nda okumaya hak kazanıyor. Bugün “İyi ki yatılı okumuşum; hâlâ süren dostluklarım ve mesleğimde edindiğim başarım çok değerli hocalarımın ve yatılı eğitimim sayesinde olmuştur” diyor gururla. Mesleki başarı için yatılı eğitimle kazanılan disiplinin gerekliliğine ve okul gemisinde edindiği tecrübeye de özellikle dikkat çekiyor.
Yatılı okul olur da Hababam şakaları olmaz mı? Yapana tat çekene kabak tadı veren. Ona da yapılıyor. Bir, iki, üç derken “Hoş geldin” şakalarının dozu kaçıp sabrı tükenince artık tepesi atıyor. 20 kişilik sınıfa bir gün dönüp “Arkadaşlar eğer bu seviyesiz  şakalarınız devam ederse ben birinizi veya ikinizi döverim ya da siz beni… Fakat 4 sene bu okulda hep beraber okuyacağız, kavga edersek birbirimizin yüzüne bakamayız! Onun için ben bu okulu terk ediyorum” diyor. Herkes şaka yapıyor diye düşünürken, bizim kaptan adayı çantasını toplayıp kararlı bir şekilde kapıya doğru yöneliyor. İşte o zaman işin ciddiyetini farkeden arkadaşları onu yolundan çevirip muzip şakalarına da son veriyorlar. Ardından yepyeni bir sayfa açılıyor. Delikanlı çağlarında vakit kaç olursa olsun “Niye, ne oldu” demeden yatağından doğrulup dert dinleyen, söylemeden anlayan, en mahrem sırlarını veren, övmenin de sövmenin de iyilikten olduğunu bilen, en derin acılara merhem olan, yıkılınca koluna giren, başardığında omuzlarda taşımasını bilen cinsten vefalı, sırdaş dostlukların kapısı bu yatılı okulda bir açılıyor pir açılıyor.

Franz Liszt’in Macar Rapsodisi
Kaptan olacak ama önce yüzmeyi öğrenmesi lazım. Ankara’da büyümüş, deniz yok! İmkan olsa gözüpek elbet bilir ama bilmiyor. Şaka gibi ama en mühim derslerin başında da yüzme geliyor. Onu yüreklendirense Türkiye’ye altın madalya kazandıran atletizm öğretmeni merhum Ruhi Sarıalp nam-ı diğer Ruhi Baba. “Ruhi Baba, bir insanın tanıyabileceği en mükemmel insanlardan biriydi. Yüzmeyi ve birçok şeyi ondan öğrendim” diyor sevgiyle anarak. Ruhi Babanın verdiği eğitimle öyle teknik yüzmeye başlıyor ki, bırakın yüzmeyi, defalarca Avrupa’dan Asya’ya geçen sayılı kişiler arasına adını bile yazdırıyor. Sevgili hocasının bir diğer babalığı da atletizm odasının iki anahtarından birini klasik müzik dinlemesi için ilk defa ona emanet etmesi. İlk derste herkes jimnastik aletlerine yönelirken onun o dönem sayılı ailelerde olan dual müzik çaları farkedip bir de üzerine herkese Franz Liszt’in Macar Rapsodisi’ni dinletmesi klasik müzik tutkunu olduğunu Ruhi Babanın anlamasına yetiyor da artıyor. O da bir gencin sanata olan bu tutkusunu spor odasının anahtarını vererek destekliyor. Levent Akson’un bir büyük  arzusu daha var ki, o da piyano çalabilmek.
Acısıyla, tatlısıyla ama mükemmel notlar ve güzel anılarla dört yılın ardından hem mezuniyet hem de ilk iş teklifi gelip kapıyı çalıyor. Mezuniyet  törenine dönemin önemli isimlerinden merhum Ali Koçman’ın katılması ve onu tebrik etmesi genç denizciyi bir başka şevklendiriyor. Başarısını takip etmiş olacak ki tören sonrası, hemen oracıkta iş teklifinde bulunuyor. Levent Akson’un yanıtı hazır, “Çok teşekkür ederim ama beni devlet okuttu ve önce borcumu ödemek istiyorum.” Koçman bu mert davranışını tebrik edip ekliyor, “Biz mecburi hizmetinizin bedelini gelip size ödemeye hazırdık?” Ama genç denizci kararlı: “Ben devlete görevimi çalışarak yerine getireceğim, teşekkür ederim.” Sonuçta Ali Koçman duyduğu vatansever yanıttan çok memnun oluyor ve Levent Akson Deniz Nakliyat’ta işe başlıyor.
Deniz Nakliyat’ta üçüncü kaptan olarak işe başlıyor ama bütün ezberleri de bozuyor. O yıllarda gemi yok denecek kadar az.  Üç yıl hizmetten sonra ikinci kaptan olup önce kosterlerde, ardından kargo, en son tankerlerde çalışılıyor. Kadroya geçmek başka bir dert, neredeyse 6 yıl beklemek gerek. Levent Kaptan ise başarısı nedeniyle biraz daha şanslı; 3 yılını doldurup ikinci kaptan ehliyetini aldığı gün Türkiye’nin ikinci büyük tankeri olan Rauf Bey’e atanıyor. “Hiçbir zaman rahmetli Nevzat Kaçar’ı mahcup etmedim. Sonra şirketin diğer kardeş tankerlerine gönderildim. Gaziantep’e, Ülger’e, Engin’e, onlarda da ikinci kaptanlık yaptım ve sekiz senelik sürecimi doldurdum.” diyor.
1976, hayatında önemli bir yıl. Öncelikle kısa dönem askerliğini tamamlıyor o sene. Yazları ailece kampa gittikleri dönemde tanıştığı ilk eşiyle 4 sene mektuplaştıktan sonra, yine 1976 senesinde evleniyor. 1978’de kızı dünyaya geliyor. 1981 yılında da oğlu. Deniz Nakliyat’ın ardından yabancı gemilerde çok kısa çalışıp karaya geçiyor.
Yolu bir gün dönemin ileri gelen denizcilik firması olarak hatırlayacağınız ama o zaman gemi acenteliği yapan Martı Denizcilik’le kesişiyor. Martı Denizcilik onunla çalışmak istiyor. Levent Kaptan’ın amacı ise işletme yönünü güçlendirmek. “Yüksek Denizcilik Okulu’nu bitirdiğinde çok iyi bir navigatör ve denizci oluyorsun, fakat işletmeci tarafımız eksik kalıyor. İşletme açığımı tamamlayıp kaptanlığa öyle başlamak istiyordum. Martı Denizcilik’e gittim ve ‘ben üç ay çalışacağım, üç ay içinde öğrendiğim kadar öğreneceğim ve sonra ayrılacağım’ dedim, ‘tamam’ dediler. İlk üç ay çok başarılı geçti, acentelik bölümünde deli gibi çalışıyordum, bu üç ay altı ay oldu. Daha sonra ‘biz gemi alacağız bunun işletmesinin başına geçer misin’, dediler. Cazip geldi ve kabul ettim. Martı’nın büyüme döneminde hep ben oldum. 1987 senesine kadar Martı Denizcilik’te genel müdür olarak çalıştım. Bu süre boyunca 7 gemilik bir filo oluştu ve Türkiye’ye ilk OBO gemilerinin alınmasında görev aldım, o sistemleri kurdum.”
Deniz işletmeciliğinde deneyim kazanmak için çalışmaya başladığı Martı Denizcilik onu Londra’da yerleşik meşhur City of London Politeknik okuluna deniz işletmeciliği konusunda eğitime gönderiyor. Levent Kaptan babaları armatör olan 14 Yunanlı’nın da bulunduğu birçok öğrencinin arasından sıyrılıp sırtladığı koskaca bir sorumlulukla birincilikle mezun oluyor. “Martı Denizcilik’in beni bu okula göndermesi çok özel bir davranıştı. Hayatta şu anda işletmecilik konusunda bir yerlere geldiysem orada aldığım eğitimin çok büyük bir katkısı vardır” diyor.
İnsanlar mesleklerinin başında, gençken hırslıdırlar. Biriktirmeye, çoğaltmaya gayret eder, başarmak için çok çalışırlar. Yaş ilerleyince ağır ağır frene basıp yavaşlarlar. Belki yaşamın tadını çıkarmaya başlarlar. İşte kanaatimce mesleğiniz denizcilikse bu arzunuz daha da heyecanlı gelişiyor. Her gün öğrenecek o kadar çok yenilik oluyor ki, çalışmak, öğrenmek ve öğretmek hiç bitmiyor. Evet heyecanlar değişiyor ama peşine yeni heyecanları katarak öğrenme hırsı, mücadele hiç bitmiyor.
1980 yılından sonra özellikle Başbakan Bülent Ulusu döneminde sektöre sağlanan kredilerle denizcilik sektörü yavaş yavaş ivme kazanır ve yeni nesil denizcilik firmaları da kurulmaya başlar. Martı Denizcilik bu şirketler arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Şirketin gemi acenteciliği yaptığı dönemde başlayıp yönetimin gemi alma kararı ile genel müdürlük pozisyonuna terfi eden Levent Akson 3 ay diye başladığı görevini uzun yıllar başarıyla sürdürür. Martı Denizcilik’in başarılı olduğu bir dönemde, geçmişte aldığı kararı uygulamak için harekete geçer. Kendi ayakları üzerinde durmak  isteğini ve şirket kurmak amacını paylaşır ve ilk günden beri bilinen bu isteği anlayışla karşılanır.

“Tekrar dünyaya gelsem yine kaptan olurdum”
1987 yılında Polaris Denizcilik’i kurmaya niyetlidir ama elinde sermayesi de yoktur. “Hayatımın en zor günleriydi diyebilirim. Sermaye yok, çok sevdiğim bir arkadaşım ve kız kardeşimin kocası yardım etti. Onlardan aldığım borç parayla Polaris’i kurdum. Açıkçası bir sene içinde tüm borçlarımı ödedim.” Radikal bir kararla dostlarından aldığı destekle kurulan Polaris bugün Türkiye’nin en eski şirketleri arasında sağlam bir yere sahip. 2001 yılında ilk gemisine sahip olur, zaman içinde şirketini büyütüp geliştirir. Şimdi ise sahip olup işlettiği üç gemisi var, aslında beş gemiymiş ama geçen yıl marketin iyi olduğu dönemde ikisini satmış. Bir gemisinin tamirinin çıkardığı zorluklar nedeniyle krizden herkes gibi o da etkilenmiş. Ne de olsa denizcilik meşakkatli iş, her havaya hazır olup mücadeleyi elden bırakmadan devam etmek gerek.
İlkelerine bağlı sözünün eri bir şahsiyet. Yaşamında zor olanı başarma becerisi ve girişimci ruhu onu yenilikleri keşfetmeye, azmi ise birçok başarıya sürükler. Rutin olmak hiç ona göre değil; arazi zaman zaman düz, zaman zaman engebeli olmalı. Deniz nasıl her gün dalgalı değilse yaşam da rutin geçmemeli onun için. Denizi, bu yüzden çok seviyor. “Tekrar dünyaya gelsem yine kaptan olurdum” diyor. Bu yaşam felsefesine sahip kaptanın en gözde hobisi dağ bisikleti sürmek. Mavi yolculuğu seviyor, yapmış ama hiç tekne sahibi olmayı düşünmemiş. Ona göre egoist bir uğraşı.
Gemi sahibi olmayı bir kaptanın en büyük arzusu, ulaşacağı en son mertebe olarak görüyor. Polaris kurulduğunda bağladığı ilk gemiyle büyük yankı uyandırıyor ve iş altı yıl aralıksız sürüyor. Martı’nın Etibank için yaptığı bir taşıma, yapamayacağını bildirmesiyle Etibank’ı yeni bir arayışa itiyor. Zor bir taşıma olması sebebiyle taşıyacak gemi bulamamaları nedeniyle iş Fransızlara kayacakken Levent Kaptan devreye giriyor ve işi alarak kontratlı olarak altmış tane hidrojen peroksiti 25 tonluk vinçleri olan Sezai Selah gemisini bu yüke elverişli hale getirerek taşıyor.
Uzakyol kaptanı, brokerlik, gemi işletmeciliği derken donatanlığa kendi deyimiyle “gemi sahibi” olmasına kadar geçen serüveninde, şimdilerde çoğu kişinin de hak vereceği gibi ona bilimsel kahin desek yeridir. Deniz Ticaret Odası’nın meclis toplantılarında sektörel değerlendirmeler yapar, market hakkındaki gelişmeleri büyük bir ciddiyetle takip edip üyelerle paylaşırdı. O kadar araştırıp okuyor, okuduklarını o kadar doğru yorumluyor ki, bazen görüşünde yalnız kalsa da zaman haklı çıktığını elbet gösteriyor. Geçenlerde 2006 yılındaki bir görüşü için Londra Lloyds MIU’dan deniz kredileri ve finansmanı konusunda analist olan Cem Ertem, 2006 yılında konteyner marketinin çökeceğine ilişkin öngörüsüyle ilgili arayarak hem tebrik etmiş hem de merakını gidermek istemiş. “Nasıl bildiniz?” diye. Levent Kaptan ise izah etmiş. Bir soruya gizlenen hayranlık olunca felaket habercisi bile olunsa sahibini elbet onurlandırır.

1000 yaşında bir melek
İşindeki başarısı dışında beni kendisine hayran bırakan en önemli özelliğiyse doğayı, ki içinde önce “insan” olanı seven o güzel yüreği ve kişiliği oldu. Kendini paylaşmaya adamış olması takdire şayan. Büyük bir özveriyle fedakârlık ederek yaşam için bir şans daha vererek çoğaldığı her yaşamla 1000 yaşında bir melek o. Gündüz Aybay Eğitim Vakfı’nın kurulmasında fikir babası olan kurucu isim. Birçok fidanlığın tanıdığı en güzel çevre dostu. TEMA Vakfı’nın değerli bir üyesi. Yaşamını denizde yitirmiş babaların geride bıraktığı evlatlara eğitim için destek olacak bir yapıyı kurmayı başaran önemli bir hayırsever. İKSV’nin en sadık üyesi, yılda yirmiye yakın klasik müzik ve jazz konserinin değişmez müdavimi. Bunların hepsinin üstünde dünya gözüyle gördüğüm bir hayrı var ki, insanüstü bir varlık dedirtecek cinsten. Bireysel olarak hayvan sevgisi anlaşılır ama bakıma muhtaç sokak köpekleri için 20 dönüm arazi üzerine modern bir çiftlik kurmak ve onlara her hafta vakit ayırmak her baba yiğidin harcı değildir diye düşünüyorum. Herbirine ait özel alan, her cinse ayrı yılda 60 ton özel mama temin ederek ısıtma sistemli, modern, sigara içilmeyen, peyzajıyla, ağaçlandırmasıyla ayrı bir cennet. Her şeyden önce onlara ayırdığı zaman her birine verdiği kucak dolusu sevgi, hayatta kalmaları için verdiği emek nasıl anlatılır, nasıl teşekkür edilir, hangi sıfat bu davranışı en iyi şekilde anlatabilir, övebilir bilemedim! O çiftliği, kocaman mutlu aileyi ve ona olan sevgilerini göstermeye çalışan sevimli hayvanları görünce dağarcığımdaki kelimeler kifayetsiz kalıp hayranlıktan dilim tutuldu.
Levent Kaptan yürürken hepsi önünde arkasında yanında hoplayıp zıplayarak ilk kendini sevdirmek istiyor. Manzara o kadar muhteşem ki, dönüp bakıyor gülerek “Baksanıza şunlara, hangi birini seveyim.”
Zülfü (Husky) kapıya bırakılmış, yaşamaz denmiş, haftalarca ağızdan sütle beslenip özenle bakılmış, şimdi mavi gözlü yağız bir delikanlı. Buddy kalp hastası, Tuzla’da bulunmuş ona da yaşamaz demişler, özel kalp ilaçlarıyla altı yıldır yaşatılan yakışıklı bir Fransız buldoğu. Çapkın sürekli taş taşıyor, annesi 99 depreminde üç can kurtarmış bir kurt. Lucy birbuçuk yaşında. Gençlik hastalığına yakalanmış, yürüyemiyor ve sinir sistemi göçtüğü için, sürekli titriyor. “Babasının en güzel kızı” diye seviyor onu Levent Kaptan. Özenli bakım ve ilgi sayesinde yavaş yavaş yürümeye başlamış bile. Ümit, arka sol ayağı yok, ümitsizmiş, adını Ümit koymuşlar; şimdi filinta gibi bir tazı. Bir de tripod var. Sasha, Akson’un en asil beyaz kızı bir Kanada kurdu. O kadar güzel ve zarif ki, kendi beyaz gözler zeytin gibi. Benim favorim dediği Efe bir Tibet mastifi; muhteşem bir heybeti var, ben ürktüm. Hiç yanından ayrılmayan sadık dostu Lubi (Labrador), en akıllısı Alex, onu sahiplenip sevgiyle kucak açtığı için peşinden hiç ayrılmayan ve sürekli kucak isteyen şımarık Katia’sı (Cooker), Sütlaç’ı, Marmaris’i, Gift’i, Lucky’si (Saint Bernard) ve daha adını sayamadığım ama Levent Kaptan’ın her birine adıyla seslenip sarıp sarmaladığı daha yüzlercesi, Çip Çip ve Minik Fare güzel kızları, cinsleri terrier ve evinde kalıyorlar. Levent Kaptan nereye onlar oraya… Minik Fare’ye “Hadi kızım denize gidiyoruz!” deyince ön patilerini heyecanla bir uzatışı var ki görmeniz lazım. Bir gözü görmeyen Pekinez’i Tonton kucağından hiç inmiyor. Gümüş ise en asil tekir kedisi, o kadar temizler ki, tüyleri pırıl pırıl… Her birine özel bakım yapılıyor. 4 veteriner ve özel bakıcıları onlar için çalışıp çabalıyor. Ne için? Sadece mutluluk.
Kişilerin bir heyecanla alıp bakamadığı, gidip kapısına bıraktığı o evimizin, bahçemizin neşesi cins cins  310 köpek, 100’ü geçkin kedi, eşsiz güzellikteki ördekler, huzur veren sesleriyle 200’den fazla güvercin, bir dolu fidan; Himalaya sediri, ladin, mavi sedir, boy boy manolyalar… Balıkları, ıhlamurları, yaşamaz bu iklimde deyip yaşattığı zeytinliği ile renkli, neşeli, mutlu, çok büyük bir aile onunki. Artık kapasite dolmuş, mevcut ailenin refahı ve rahat yaşamı için yeni birey alamıyorlar. Aileden bir bireyi sahiplenmek isterseniz uzun bir prosedürden geçmeyi göze almanız gerekiyor.
Rüyamızda veya hayallerimizle ilmek ilmek kurduğumuz minicik ömrümüzü yine uyku noktalar ama dilerim bu kadar içten ve masum sevgiyle dolu yüreği olan herkesin ömrü uzun, sağlıklı ve hep mutlu olur. Çok yaşa Levent Kaptan çok yaşa… Tüm alkışlar sana…

Bunu Paylaşın