Doğa, iklim değişikliğinin bildiğimiz hayatı bitireceğini her fırsatta gösteriyor. Covid-19 salgını bile onu yavaşlatamadı. Peki, zaman giderek daha hızlı tükenirken gezegenimizdeki hayatı kim kurtaracak?
“2020 şimdiye kadar kayıtlara geçen en sıcak üç yıldan biriydi” diye geçti haberi ajanslar.
Haberin kaynağı Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) idi. Geçen yıl görülen kasırga, sıcak hava dalgaları, sel ve orman yangınları gibi aşırı hava olaylarının dünya genelinde şimdiye kadar kaydedilen en yüksek seviyelere ulaştığını duyuruyordu.
WMO’nun hazırladığı 2020 Küresel İklim Raporu’na göre, 2015-2021 arası en sıcak yıllar olarak kayda geçti. Anlaşılan, son bir buçuk yılın en belirleyici unsuru olan yeni tip korona virüs salgını bile ekonomiyi yavaşlatmış ancak iklim değişikliğini yavaşlatamamıştı. Etkileri olanca hızıyla görülmeye devam ediyordu.
Mesela, Eylül 2020’de Kuzey Kutup Dairesi’nde deniz buzu seviyesi, tarihinin en düşük ikinci seviyesine gerilemişti. Mesela, Atlantik Okyanusu’nda, en az 400 kişinin ölümüne ve 41 milyar dolar zarara yol açan tam 30 fırtına görülmüştü. Mesela, Kuzey Kutbu ve Kuzey Sibirya’da uzun vadeli ortalamadan üç derece daha fazla ısınma yaşanmış, sıcaklık farkı bazı yerlerde altı dereceye kadar çıkmıştı. Mesela, aşırı sıcak hava dalgaları, şiddetli kuraklıklar ve orman yangınları milyarlarca dolarlık zarar vermişti. Mesela, 2020’nin ilk altı ayında, büyük ölçüde hidrometeorolojik tehlikeler ve afetler yüzünden yaklaşık 9,8 milyon kişi yerinden olmuştu.
Avrupa Birliği’ne bağlı Copernicus İklim Değişikliği Servisi de bu yılın başında, 2020’nin rekor kırılan 2016’daki kadar sıcak geçtiğini teyit etmişti. Salgın nedeniyle getirilen kısıtlamalardan kaynaklanan emisyonlardaki yüzde 7 düşüşe rağmen Dünya’nın geçtiğimiz yıl endüstri öncesi dönemden 1,25 derece daha sıcak olduğu vurgulanmıştı.
Türkiye özelinde ise evvelki ay, Meteoroloji Genel Müdürlüğü, arkamızda kalan kışta ortalama sıcaklığın 2,6 derece artarak 6,2 dereceye yükseldiğini açıklamıştı. Uzun süredir aralık-ocak-şubat ortalama sıcaklığı Türkiye’de 3,6 derece olarak ölçülüyordu. Ancak bu kışın, Türkiye’de 1971’den sonra yaşanan en sıcak üçüncü kış olduğu belirtildi.
Kaygı çok, anlaşma tek
İşte, Paris İklim Anlaşması tam da bu verilerin kalıcı olmasını engellemek için yapılmıştı. 197 ülkenin iklim krizini durdurmak amacıyla ortak hareket etmeleri gerektiğini kabul ettikleri bu uluslararası anlaşma, şimdiye kadar 197 ülke tarafından imzalandıysa da 191’i onayladı. Onaylamayan altı ülkeden biri Türkiye. Diğerleri Eritre, Libya, Irak, İran, Yemen. Ne yazık ki Türkiye, Paris İklim Anlaşması’nı onaylamayan tek OECD ve G20 üyesi ve fakat en fazla sera gazı emisyonuna neden olan ülkeler arasında da yer alıyor, 16’ncı sırada. Anlaşma iklim krizinin önüne geçmek için küresel ortalama yüzey sıcaklığındaki artışı 2 derece ile sınırlandırmayı, mümkünse 1,5 derecenin altında tutmayı hedefliyor.
Aralarında TEMA Vakfı ve WWF-Türkiye’nin de bulunduğu ve Türkiye’ye anlaşmayı onaylaması çağrısı yapan birkaç sivil toplum kuruluşunun hazırladığı bilgi notuna göre, Paris İklim Anlaşması’nı onaylayan ülkelerin verdikleri taahhütler dünyayı bugüne kıyasla yaklaşık 2,6 derece daha sıcak bir gezegen yapacak. Oysa az önce de belirttiğimiz gibi, iklim değişikliğini kontrol altında tutabilmek için ortalama yüzey sıcaklığındaki artışın 1,5 dereceyle sınırlandırılması gerekiyor; en kötü ihtimalle 2 derecenin altında kalması sağlanmalı. Bu yüzden de ülkelerin taahhütlerini geliştirmesi, iyileştirmesi gerekiyor.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne göre, küresel ortalama sıcaklık artışının 2 dereceyi geçmesi halinde insan hayatını doğrudan etkileyecek yıkıcı sonuçlar ortaya çıkacak. Ortalama yüzey sıcaklığındaki artış 1,5’i bulduğunda yüzde 100 artması beklenen sel riski, 2°C’lik bir ısınmayla yüzde 170’e ulaşacak. Ayrıca şiddetli kuraklığa maruz kalan insan sayısı 1,5°C’lik artışta 350, 2°C’lik artışta 410 milyona çıkabilir. Her 0,5°C’lik artışın tarımda ürün verimliliğini daha fazla düşüreceği de vurgulanıyor.
Soframızla sera gazının ilişkisi
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres WMO’nun raporuna dayanarak Paris İklim Anlaşması hedeflerinin karşılanması için “zamanın hızla tükendiğini” söylüyor, bir yandan da iklim değişikliğinin gıda güvenliğini de tehlikeye attığı konusunda uyarıyordu.
Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF)’nın en son raporunda da insanların beslenme alışkanlıklarını değiştirmediği sürece, Paris İklim Zirvesi hedeflerini tutturmanın mümkün olmadığı söyleniyordu.
İlk bakışta aklımıza uzak gelse de işin doğrusu, uzmanların görüşü ve WWF’nin verilerine göre, dünya genelinde üretilen ve küresel ısınmanın başlıca sebeplerinden olan sera gazının yüzde 21 ila yüzde 37’si beslenme alışkanlıklarımızla ilgili. Et tüketimini yarı yarıya düşürerek sofralarda daha fazla sebze ve meyvelere yer vermek, beslenmeye bağlı sera gazı emisyonlarını ve doğal alanların tüketimini çok ciddi oranda azaltabilir.
Mevcut beslenme alışkanlıklarının halihazırdaki tarım alanlarının neredeyse tamamının gıda üretimine ayrılmasını zorunlu kıldığına dikkat çeken WWF’nin verilerine bakılırsa, bu alanların yüzde 75’i sadece et, süt ve yumurta gibi hayvansal besinlerin üretimi için kullanılıyor. Oysa bu tarım alanlarında ilaçtan tekstile uzanan yelpazede kullanılan farklı bitkilerin yetiştirilmesi de mümkün.
Rapor ne kadar riskli bir noktada bulunduğumuzu gözler önüne seriyor. Dünyada yaşayan herkes için var olan ortalama tarım alanı günümüzde kişi başına 2 bin metrekare civarında ve tahminlere bakılırsa, dünya nüfusundaki artış ve iklimdeki değişiklikler nedeniyle 2050 yılında, 1,700 metrekareye düşmesi bekleniyor. Maalesef verimli tarım alanları sorunu ciddi ve acil politika değişiklikleri olmazsa yakın geleceğimizi dramatik bir biçimde derinden etkileyecek.
WWF’nin dikkati çeken bir uyarısı da soyaya dair. Hayvan yemlerine katılan soyanın tarımsal faaliyetler nedeniyle ortaya çıkan sera gazı emisyonlarının önde gelen nedeni olduğunun altını çiziyor WWF raporu. Soyanın çok büyük bir bölümü Brezilya’da üretiliyor ve bunun gerçekleşmesi için yağmur ormanları yok ediliyor.
Kolay gözükmüyor ama birbirine sıkı sıkıya bağlı bunca sorunun çözümü mümkün ya da en azından ilk olarak ne yapılması gerektiğini biliyoruz: Paris İklim Anlaşması’nın hedeflerine ulaşmayı sağlayacak politikaları hayata geçirmek. Ancak devletlerin bu yola kendi kendilerine ve/veya zamanında girmeyeceklerini görmek zor değil. Onları bu yola biz yönlendirmeliyiz.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.