Zevk ve acıyı, mutluluk ve mutsuzluğu hissetme konusunda insanlarla hayvanlar arasında temelde bir fark yok. Charles Darwin’in yalancısıyız. Öyle diyor. Gelin görün ki, bencilliğin tarihinden farklı olmayan tarihiyle insanlar 21’inci yüzyılda bir kez daha bunu görmezden gelecek gibi. Türkiye’nin gündemindeki sokak köpekleriyle ilgili yasa binlerce yıla dayalı bir ortaklığa ihanet ediyor.
“Tüm kanıtlara bakıldığında arıların bilinçli olma ihtimali çok yüksek.”
Queen Mary Üniversitesi’nden Prof. Lars Chittka’nın sözleri bunlar. BBC Türkçe’de yakın zamanda yayımlanan bir makalede onun görüşlerine yer veriliyor. “Eğer arılar bu kadar zekiyse, belki düşünebilir ve hissedebilirler. Bu beceriler de bilincin yapı taşları” diyor Prof. Chittka.
London School of Economics’ten Prof. Jonathan Birch’ün görüşleri de yer alıyor aynı makalede. Prof. Birch, farklı alanlardaki çalışmalardan ve kendi araştırmalarının sonuçlarından hareketle, hayvanların bilinçli olma ihtimâlini gerçekçi bulduğunu vurguluyor.
Makalede sözü edildiği gibi, bu vurgu sadece bir iki hayvan türünü kapsamıyor, arılardan ahtapotlara kadar çok sayıda canlı türünün bilinçli olabileceğinden söz ediliyor. Tabii bu konuda hayvanların önüne soru kâğıtları koyup cevaplamalarını isteyeceğimiz bir test sistemi bulunmuyor.
Ancak, Irmak Zileli’nin Gölgesinde romanında söylediği gibi, “İnsanlar sadece kelimelerle konuşabileceklerini sanıyorlar ama hayvanlarla biraz vakit geçirirsen bilirsin, dil sadece kelimelerden oluşmuyor.” Hayvanların varolma hakkını korumamız için onların makale yazmasına gerek yok.
Gel gör ki, Türkiye’de, bu yüzyılda hâlâ hayvanlar yok sayılabiliyor. Ya da şöyle diyelim, insanların hayvanları yok etme hakkı olduğu düşünülüyor. Bu yazı yazılırken henüz yasalaşmamış ama yasalaşması kuvvetle muhtemel bir katliam tasarısı var Türkiye’nin gündeminde. Akıl alır gibi değil ama tam olarak sokak köpeklerini toplayıp öldürmekten söz ediliyor. Kimin bilinçli kimin vicdanlı olduğunu ortaya koyacak bir tasarı. Köpekleri doğalarına aykırı hiçbir şey yapmadıkları hâlde ölüme mahkûm eden bir tasarı. Uzun süredir görülen en ilkel yasalardan biri olacaktır kesinlikle.
İnsanlığın Garip Tarihi kitabında Darren Oldridge, modern öncesi dönemde hayvanların birer mal olarak görüldüğünü hatırlatır. Modern Türkiye’de benzer bir mantığın olması ne acı.
Hatta bugün önerilen yasa tasarısının o günün hukukundan daha geride olduğunu söylemek mümkün. Oldridge o dönemde bile hukukun canlıların yaşam hakkını gözettiğini anlatırken mahkemelere yansıyan olaylardan örnekler verir. Bunlardan biri 1500’lerin ortalarına tarihleniyor. Fransa’daki Saint Julien de Maurinne sakinleri üzüm bağlarına zarar verdikleri için bir sinek sürüsünü “dava eder”. Bu olayda mahkeme, hayvanlara karşı aceleyle ve düşünmeden harekete geçmenin yakışık almayacağına karar verir. Ancak otuz yıl sonra aynı konu yeni bir böcek istilasıyla tekrar gündeme gelir. Mahkeme bu kez şikâyeti kabul eder ve sinekleri savunmak üzere saygın bir Hıristiyan hukukçusu olan Antonie Filliol’u atar. Filliol Tanrı’nın hukukunun “müvekkillerine” tüm canlılar gibi beslenme hakkı verdiğini savunur. Bunun üzerine davacıların da katılımıyla kent meydanında halka açık bir toplantı düzenlenir. Kent ahalisi avukatı haklı bulur ve bu amaçla bir yer ayrılmasına karar verir. “… sineklerin yaşam alanı olarak başka bir bölge önerirken, sineklerle pazarlık etmeye çalışmıyorlardı. Bu öneriyi Tanrı’nın canlılara verdiği beslenme hakkını kabul ettikleri için yapmışlardı.”
Anlaması zor değil, burada bahsedilen beslenme hakkı yaşam hakkı aynı zamanda. Yaklaşık 500 yıl sonra bizim gündemimizde köpeklerin öldürülmesinin olması korkunç değil mi? Nasıl yok edici bir varoluşumuz var bizim; tahammül etmek mümkün değil. Doğa da tahammül edemiyor zaten tanrıcılık oynayan insan türüne.
Yuval Noah Harari ünlü kitabı Hayvanlardan Tanrılara Sapiens’te “Maalesef dünyadaki Sapiens rejimi şu ana kadar gurur duyabileceğimiz çok fazla şey üretmedi” der ve salgınları ve kıtlığı azaltmayı başaran insan türünün diğer hayvanların varlığı için tehdit olduğunu anlatır: “…diğer hayvanların durumu her zamankinden de hızla kötüleşiyor.”
Harari insanların başarılarını sayarken sonuçta ne kadar kötü bir noktada olduğumuza dikkat çeker. “Etrafımızı şekillendirdik, gıda üretimini artırdık, şehirler yaptık, imparatorluklar kurduk, çok uzak ve geniş ticaret ağları oluşturduk, ama dünyadaki acıyı azalttık mı? Tekrar vurgulamakta fayda var, insan gücündeki büyük artış birey olarak Sapiens’in durumunu daha iyi hâle getirmedi ve genellikle diğer hayvanlara çok büyük acılar çektirdi.”
Ölçeği Sapiens’le doğa arasındaki ilişki olarak aldığımızda da Türkiye’deki sokak köpekleriyle devlet arasındaki ilişki olarak baktığımızda da başka canlıların varoluşuna ne kadar saygısızlık ettiğimiz ortada. Hem evrensel tarihî bir duruş olarak hem bu topraklara özgü bir dayanışmanın yansıması olarak sokak köpekleriyle insanlar arasındaki anlaşma ve barış sahiplenilmesi gereken bir olgu. Daha güçlü olmamız daha sorumsuz olmamıza yol açmamalı. Birlikte yaşadığımız canlıların hayatından sorumluyuz. Doğadan sorumluyuz. Türlerin çeşitliliğinden sorumluyuz.
İnsanlar her zamankinden daha sorumsuz gibiler, diyen Harari’nin kitabında yaptığı tespit her düzeyde kendini hissettiriyor. “…kendi kendini yaratmış küçük tanrılar olarak kimseye hesap vermiyoruz. Diğer hayvanları ve etrafımızdaki ekosistemi sürekli mahvediyoruz ve bunun karşılığında sadece kendi konforumuzu ve eğlencemizi düşünüyoruz.”
Türkiye’de sokak köpekleriyle ilgili çıkarılmak istenen yasada da aynı mantık hâkim. Güçlü bir seri katil gibi davranmak tarih boyunca sadece yıkıma yol açtı, bundan sonra da farklı olmayacaktır.
Bu haberin/makalenin/çevirinin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.