İnsan ve sualtı

MDN İstanbul

SCUBA Dalış Takımı

Albay (E) Oğuz Sarı, insanın ihtiyaçlarıyla ortaya çıkan ve bilimle gelişen deniz macerasını ve buna bağlı olarak denizin yitirmiş olduğu bilinmezliği; yitip giden bilinmezlikle birlikte geliştirilen sualtı teknolojilerini kaleme aldıDenizler, insan nesli tarafından, derinlerinde saklı bilinmeyenlerin yarattığı gizem sebebiyle çözülmesi gereken büyük bir muamma ve merak kaynağı. Dünya üzerinde kapladıkları geniş alan sebebiyle aşılması gereken neredeyse sonsuz büyüklükte bir engel ve barındırdığı doğal/ekonomik kaynaklar sebebiyle de ele geçirilmesi gereken çok değerli bir unsur olarak görülmüş ve görülmektedir. Denizlerin sağlayacağı faydalardan yararlanmanın yolunu arayan insan, başlangıçta kıyısında yaşamanın avantajlarını keşfetmiş, bilgi ve beceri birikimine paralel olarak ortaya çıkan yeni icatlarla, önce sığ suların altında ve kıyı sular üzerinde faaliyetlerde bulunmaya başlamıştır. Günümüzde ise bilgi dünyasında son yüzyıl içinde yaşanan müthiş gelişmelerin teknoloji alanına uygulanması sonucunda üretilen yeni sistem cihazlar yardımı ile denizlerin üstü neredeyse tam olarak insan kontrolüne girerken, altı da büyük oranda bilinmezliğini yitirmeye başlamıştır.

İnsanın deniz genelindeki macerasının sualtı özeline bakıldığında, yukarıda da belirtildiği gibi ilk ilgi alanının sığ sular, amacının ise basit sualtı kurtarma ve askeri faaliyetler ile avcılık (balık, inci, sünger) faaliyetleri olduğu görülmektedir. Tarihi kayıtlardan elde edilen bilgiler ışığında dalışla ilgili faaliyetlerin günümüzden 5 bin yıl öncesinde yapılmaya başlandığı tespit edilmiştir. Bodrumlu (Halikarnaslı) tarihçi Herodotos’un M.Ö. 5’inci yüzyılda tutmuş olduğu kayıtlarda, batık bir gemiden hazine çıkarılması amacıyla Pers Kralı Xerxes tarafından Scyllis adlı bir dalgıca görev verildiğinden bahsedilmektedir. Bugün Lübnan’ın Sur şehri olarak bilinen Tyre şehrinin M.Ö. 332 yılındaki kuşatması sırasında Büyük İskender tarafından liman girişindeki engellerin kaldırılması için dalgıçlar görevlendirildiği, M.Ö. 1’inci yüzyıldan itibaren Akdeniz’deki önemli ticaret limanlarında kurtarma dalgıçlığının bir iş kolu olarak ortaya çıkmaya başladığı görülmektedir.

Dalgıçların sualtındaki en büyük ihtiyacı olan hava kaynağı probleminin çözümüne yönelik ilk adım 1240 yılında İngiliz bilim insanı Roger Bacon tarafından atılırken, 1500-1800 yılları arasında farklı bilim insanı ve girişimciler tarafından çok sayıda dalış çanı (suya daldırılan ters çevrilmiş bardak benzeri havayı içinde hapseden donanım) geliştirilmiştir. Satıhtaki kompresörde üretilen basınçlı havanın hortum vasıtasıyla sualtındaki dalgıcı beslediği başlıklı dalış elbiselerinin (SİDS-Satıhtan İkmalli Dalış Sistemi) ilk versiyonu olan Siebe dalış takımı için 1840 yılına kadar beklenmesi gerekirken, modern anlamdaki ilk SİDS 1905 yılında A.B.D. Deniz Kuvvetleri dalgıçları tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Bu gelişmeler ile dalgıçların sualtında sınırsız bir hava kaynağına ulaşması sağlanırken hortum vasıtasıyla satıhla bağlantılı olduklarından sualtındaki hareket serbestileri henüz çok kısıtlı durumdaydı. Bu sorun ise Fransız Donanması’nda da görev yapmış eski bir deniz subayı olan Jacques-Yves Cousteau-Kaptan Cousteau ve ekibi tarafından çözülebilmiştir. Tüplü dalış olarak bilinen SCUBA (Self Contained Underwater Breathing Apparatus) dalış takımının ilk testlerine 1943 yılında başlanmış ve 1946 yılında ticari bir ürün olarak satışına başlanmıştır.

İnsanın sualtında bulunmasını engelleyen sorunlardan sistem/cihaza ilişkin kısmı böylelikle bu günkü seviyesinden hiç de geride olmayan bir çözüme ulaştırılırken, sualtında bulunduğu süre boyunca maruz kalacağı farklı basınç, sıcaklık ve diğer ortam şartlarının vücudu üzerindeki olumsuz tıbbi etkilerinin çözüme ulaştırılması için çok daha fazla emek harcanması gerekmiştir. Örneğin, yeryüzünde yaşayan tüm canlıların hayat kaynağı olan oksijen gazı, kısmi basıncı 1,3 ATA’yı geçtiği derinlikten itibaren merkezi sinir sistemi üzerinde etkili olmakta ve ölümle sonuçlanabilecek oksijen zehirlenmesine sebep olmakta, soluduğumuz havada yüzde 79 oranında bulunan nitrojen gazı ise kısmi basınç artışına bağlı olarak Nitrojen Narkozu-Derinlik Sarhoşluğuna sebep olmaktadır. Bu olumsuz etkilerden kurtulmak için derinliğe bağlı olarak oksijen yüzdesi ayarlanmış ve asal gaz olarak Helyum, Neon gibi gazların kullanıldığı karışımlar dalışlar esnasında dalış gazı olarak kullanılmaya başlanmış ancak asal gazların artan basınçla birlikte dokularda tutulması sonucu ortaya çıkan dekompresyon ihtiyacı (beklemeli çıkış) ortadan kaldırılamamıştır. Sonuç olarak, teknoloji ve bilgi seviyesi ne kadar artarsa artsın, dizayn şartlarının dışında bir ortamda bulunacak insan için mevcut riskler asla sıfıra indirilememiş ancak makul seviyelere çekilebilmiştir.

İçinde bulunduğumuz bilgi çağında insana verilen değerin geçtiğimiz yüzyıllardakiyle mukayese edilemeyecek düzeyde artmış olması ile birlikte, sebebi her ne olursa olsun sualtında bulunan insanın maruz kalacağı riskler artık kabul edilemez olarak değerlendirilmeye başlanmış ve tüm tehlikeli iş kollarında olduğu gibi sualtında da teknoloji ürünü sistem/cihazlar insan yerine faaliyet göstermeye başlamıştır.

Geliştirilen ilk örnekler, sualtında bulunan insanın ortam şartlarından etkilenmesini önlemeye yönelik özellikler taşımakla birlikte, gerek insan eli becerilerinin gerekse insan gözünün yerini alabilecek donanımlar henüz üretilemediğinden ve yüksek maliyetli oluşlarından dolayı faaliyet alanları çok kısıtlı kalmıştır. Bu kapsamda üretilen insanlı mini denizaltılar ve bir atmosferlik dalış elbiseleri, öncelikle bazı askeri ve bilimsel uygulama alanları hariç istenilen seviyede bir kullanım alanına ulaşarak beklenen etkiyi yaratamamış olmakla birlikte, insanın korunma unsurları olmaksızın ulaşmasının mümkün olmayacağı derinliklere ulaşılarak risk faktörü çok yüksek faaliyetlerin yürütülmesine olanak sağlamıştır. İlerleyen yıllarda özellikle elektronik, bilgisayar ve mekatronik konularında yaşanan gelişmeler, üzerinde yüksek çözünürlükte kameralar, çok fonksiyonlu hidromekanik kollar, hassas sensörler, güçlü motorlar ve sualtı akustik konumlama sistemleri bulunan Uzaktan Kumandalı Sualtı Aracı (R.O.V.-Remotelly Operated Vehicle) olarak adlandırılan satıhta bulunan kontrol kabininden kumanda edilen insansız araçların üretilmesine imkan sağlamıştır. Giderek düşen maliyetler doğrultusunda, günümüzde sanayiden turizme, askeriden bilimsel maksatlıya olmak üzere birçok sualtı faaliyetinde R.O.V.’lerden faydalanılmaktadır.

Otonom Sualtı ve Suüstü Araçları
Bahse konu çalışmaların başlangıçtaki odak noktasında sualtında çalışan insanın daha az riske maruz bırakılması yer alırken, bu hedefe ulaşılması sonrasında odak noktasına, sualtında yürütülen faaliyetlerin en az maliyetle, en doğru şekilde ve en kısa sürede tamamlanabilmesi oturmuştur. Bu maksatla günümüzde deniz tabanı altında bulunan maden ve hidrokarbon kaynaklarının belirlenmesi, çeşitli sismik ve hidrografik araştırmaların yürütülmesi, liman güvenliği, askeri alanda Mayın Harbi ve Denizaltı Harbi gibi birçok sualtı faaliyeti esnasında Otonom Sualtı ve Suüstü Araçları (A.U.V.-Autonomous Underwater Vehicle, S.U.V.- Surface Unmanned Vehicle) müstakilen veya kombine halde kullanılmaktadır. Gelişen sensör teknolojileri paralelinde üretilen donanımlarla da desteklenen A.U.V. ve S.U.V.’ler yardımı ile özellikle büyük deniz sahalarında yürütülen sualtı arama/tespit ve teşhis faaliyetleri çok daha kısa sürelerde ve kesin sonuçlar alınacak şekilde tamamlanabilir hale gelmiştir. Askeri alanda ise harekâtın yönetildiği ana destek gemisinin riskli bölgeye girmesine gerek kalmaksızın kendilerine verilmiş olan tanımlı görevleri icra edebilen A.U.V. ve S.U.V.’ler geliştirilmektedir.

İnsanın sualtı ile macerasının gelişimine bakıldığında, başlangıçta tek nefesle kıyıda yapılan dalışlardan günümüzde binlerce metre derinlikte okyanus tabanında insansız sualtı araçları ile yapılan faaliyetlere gelindiği görülmektedir. Gelişimin ana kaynağı insan merakı, ihtiyaçlarını karşılama isteği olmakla birlikte itici gücü bilim üreten kurumlar yani üniversiteler olmuştur. Talep ister ticari ister askeri kaynaktan gelsin, maddi imkanlar sağlandığında araştırma geliştirme faaliyetleri ile başlayan hareketin mutlaka amacına ulaştığı görülmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1980’li yılların başlarında Donanma ve bazı petrol şirketleri tarafından desteklenen üniversitelerde festival, yarışma vb. adlarla başlayan faaliyetler sonunda günümüzde dev bir pazara sahip A.U.V. ve S.U.V. sektörünün ortaya çıktığı gözden kaçırılmamalıdır.

Konuya Türkiye özelinde bakıldığında ise üniversitelerimizde, bazı kamu ve özel sektör kurum ve kuruluşlarımızda gerekli bilgi ve beceri alt yapısının bulunduğu, gerekli destek ve koordinasyonun sağlanması durumunda dünyada toplamda geçmişi 30-40 yıl olan sektöre giriş için geç kalınmadığı değerlendirilmektedir.

Bunu Paylaşın