‘Yüzde 18 KDV insanları yabancı bayrağa yönlendirebilir’

MDN İstanbul

Kaptan Denizcilik Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ersoy Eroğlu ile yat-tekne malzemelerinin ithalâtında yaşanan sıkıntılardan, ülkemizde yaşanan fuar karmaşasına kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik. Eroğlu, yakın zamanda gerçekleşecek çok özel bir fuar hakkında da ilk kez MarineDeal News’e bilgi verdi


MDN: Ersoy Eroğlu sektöre hangi rüzgârla nasıl girdi, kısaca öğrenebilir miyiz?


Ersoy Eroğlu: Kaptan Denizcilik 1983 yılında emekli deniz subayı olan kayınpederimin kurduğu bir şirket. Aslında kendisi gemi ve yat malzemesi satışı yaparken kızlarına bırakmak için bu şirketi kuruyor. Ama birisi ekonomi okuyup bir tanesi de benimle evlenince (gülüyor) ihâle tamamen bana kalmış oluyor. 83’ten bu yana çok sevdiğimiz bu işimizi devam ettiriyoruz. Hem benim de askeri okul geçmişim var, subay olmaktan vazgeçmiştim, oysaki hem anne hem de baba tarafından dedelerim bahriyeliydi. Biri denizaltıcı, diğeri subay.


Ağırlıklı olarak hangi ülkelerin yedek parçaları tercih ediliyor? İthalâtta ne tür sorunlar yaşıyorsunuz?


Bizim ana kalem işlerimiz yat ve teknelerin komple donatım malzemelerinin satışı. Bunun içinde yelkenli tekne donatabilecek iki markamız var. 6 tane de mümessili olduğumuz markamız var. Bunların tamamı kendi alanlarındaki lider markalar. Ağırlıklı olarak İngiltere, Fransa ve İtalya ile çalışıyoruz.


Ürünlerimizi bir yelkenliler bir de motor yatlar ve mega yatlar diye iki gruba ayırırsak, yelkenliyle ilgili Fransa ve İngiltere. Ancak ilgimiz şu anda yüzde 60-70 İtalya üstüne kaymış durumda.


Yelken konusunda Lewmar ve Plastimo, konularında bir numara. İngiliz Lewmar yelkenlinin güverte donatımı, ırgatı ve manevra pervanesi gibi malzemeler. Fransa merkezli Plastimo ise yelkenli teknelerdeki safety malzemeleri ve diğer malzemeleri sağlıyor. Bir de Alman Liros markamız var.


Son dönemde daha çok motor yat, mega yat biraz da workboat işine girdik.


İthalâtta ne gibi zorluklar yaşıyorsunuz?


1983’ten beri ithalât yapan bir firmanın başında olmanın güzel bir yanı var. Bütün hikâyeyi biliyoruz, bütün dönemleri yaşadık. 83’ten 2022’ye hâlâ aynı yerde aynı zorluklarla boğuşuyoruz. Şaka gibi ama maalesef böyle.


Mesela Türk Standartları Enstitüsü (TSE), dünyanın gücünü kabul etmiyor. TSE, Türkün gücünün daha çok olduğunu, bizim daha iyi bildiğimizi yabancıların mühendisinin hiçbir şey bilmediğini, belgelerinin hiçbir işe yaramadığını çünkü TSE belgelerinin tüm dünyadan üstün olduğunu düşünüyor.


İthalât sırasında firmanın test raporu, çizimi gibi her çeşit evrakını getiriyorsun, ‘‘CE seviyesi olması gerekenden 2 mm küçük’’ diyorlar. Zaten malzeme bu kadar. Adam CE’yi bunun üzerine bu kadar koymuş zaten. Evrakı var, test raporu var. Ama seviyesi 2 mm küçük olduğu için ret yiyebiliyorsunuz ya da ürünün üstünde var ama dışındaki ambalajda CE etiketi yok gibi güçlüklerle karşılaşabiliyorsunuz.


Gümrüklerde bir şey olduğu zaman da sürekli AB normlarından bahsetmemize rağmen AB üzerinden gelen malda AB ülkesinin verdiği belgeyi kabul etmiyoruz. Türk mantığı böyle. Firmanın, bütün dünyaya yaptığı ihracatta kullandığı belgeyle burada zorluk yaşayabiliyorsunuz. 40 senedir ithalât yapıyoruz, 40 yıldır aynı sorunlarla uğraşıyoruz.
Günümüzde bir sürü şey değişti gözüküyor. Serbest rejim, dünyadaki serbest piyasa ekonomisi gibi bir sürü şey var ama hâlâ bir sürü zorluk yaşıyoruz. Mesela, ithalâtta anlatamadığımız bir konu var. ‘‘Bizim dış ticaret açığımız var ithalâtı kısmalıyız’’ deniyor, tamam kısalım ama benim yaptığım ithalât zaten ihracata katma değer katan bir şey. Ben bir mega yata mesela 100 bin euro’luk mal veriyorum, üretici bunu teknenin içine koyduğu zaman benim verdiğim malın değeri tekneye 150-200 bin euro değer katıyor. Bu durumda, benim yüzümden dış ticaret açık vermez. Bir yatı üretmek için yapılan, örneğin 8 milyon euro’luk harcama varsa, bunun içerisinde işçilik de var yerli üretim de var ithalât da var. Ama bu yat 12 milyon euro’ya satılıyorsa o zaman burada dış ticaret açığından söz edilemez. Bunu oturup da doğru dürüst anlatamıyoruz. Anlatsak da anlaşılmıyor. Bunlar insanı üzüyor.


Mesela workboat yapan Sanmar, Özata, Medmarine gibi Türk firmalar workboat’ları sadece Türkiye’ye yapmıyor. Ağırlıklı olarak ihracat yapıyorlar. Biz bunlara sintine pompası, yangın pompası, dizel pompası veriyoruz. Bunu verdiğimiz zaman uluslararası kalitede ithâl markalar yazılıyor, o zaman da bot değerleniyor. Değerlendiği zaman da dış ticaret açığı verilmiyor. Üzücü olan 40 yıldır aynı çabayı vermek.


Türkiye diğer ülkelerle karşılaştırıldığında yan sanayide nasıl? Yan sanayi pazarındaki payımızı nasıl artırabiliriz?


Yan sanayi üretimine biz daha sonradan başladığımız için işimiz çok zor. Şu anda Türkiye mega yat üretiminde dünya üçüncüsü. Ama nasıl dünya üçüncüsü oluyorsun, buradaki ucuz işçiliğini, ahşap vs. gibi ham maddeleri kullanıyorsun. Ama donanım işinde ana makine, jeneratör, pompa ve fan grubunu yabancı koymak zorundasın. Bunları yabancı göndermediğin zaman ne olur? Daha sonraki servis sürecinde sıkıntılar yaşanır. Servis başladığında veya yedek parça ihtiyacı olduğunda bunlar yurtdışında bulunabilmeli. Bizde böyle bir imkân ne yazık ki çok yok. Yerli bir pompa var ama nasıl var? Tamamen ev tipi veya sanayi tipi endüstriyel pompa tipi mevcut. Ama yurtdışına çıktığınız zaman sıkıntı yaşanıyor. Adamlar bizden daha önce sektörde lider olduğu ve çok geniş bir servis ağı kurdukları için oldukça ilerideler. Mesela, otomotivde bu rekabete girebiliyoruz çünkü fabrikasyon üretim var. Ama bizim sektörümüzdekiler fabrikasyon değil daha custom yani özel üretimler. Böyle olduğu için standart bir üretimi yok. Bizim çalıştığımız pompa ve fan üreten 50 senelik bir İtalyan firması var. Bu şirketin bir kataloğunda her pompanın aşağı yukarı voltaj olarak 6 tane elektrik versiyonu var sadece. Bir kere, öncelikle bu motoru sağlayabilecek bir yan sanayinin olması gerekiyor. Bizim onların seviyelerini yakalayabilmemiz için çok geniş bir pazara hitap edebilecek ürün yelpazesine sahip olmamız gerekiyor.


Türkiye yat üretiminde dünya sıralamasında her dönem ilk beşin içinde. Sizce bu başarının nedeni nedir?


Bence tamamen ucuz iş gücü ve yattaki mobilya ve dekorasyonun Türkiye’de daha ucuza yapılabilmesi. Ama ucuz iş gücü bu günlerde zorlamaya başladı. Tam zorlamaya başladığında ise bütün dünyada patlak veren enflasyon krizi bizi biraz kurtardı. Firmalar fiyat listelerini belirleyemez oldu. Bu da bize biraz yaradı. Biz zaten enflasyona alışkınız.
Şu aralar şirketlerimizde istihdam edebilecek kalifiye eleman bulunamıyor. Ayrıca Antalya’da Rusya ve Ukrayna krizinden kaçan Rusların ve Ukraynalıların emlak fiyatlarını aşırı artırmalarından dolayı bu bölgedeki mühendisler İstanbul’da 10 birim alıyorlarsa burada 25 birim istemeye başladılar. Çünkü geçinemiyorlar. Bir diğer neden de seri üretim değil de belirli projeler üzerinde çalışılması. Sürekli çalışma garantisi olmayan mühendisler de fazla para kazanmaya çalışıyorlar.


Ersoy Eroğlu


Sektörde nitelikli eleman sıkıntısı yaşıyor muyuz? Türkiye’deki teknik eleman eğitimlerini nasıl buluyorsunuz? Kuruluşunuzdan bu güne değerlendir misiniz?


Nitelikli eleman yok. Eğitim var ancak alt açılımları yok. Biz şu andaki adıyla YATED eski adıyla DENTUR olarak, şimdiki Şişli Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde yıllar önce motor laboratuvarı kurmuştuk. Burada öğrenciler hem motoru bizzat gördüler hem de işlerini öğrendiler. Ama burası daha sonra kapatıldı. Sektörde hep mühendis olmaz çünkü mühendisin altında mühendis çalışmaz, ara eleman da çok önemlidir.


Mesela ahşap ustası bulamıyoruz. Normalde meslek lisesinde okuyan çocuğun çırak olarak başlayıp okulu kalfa olarak bitirmesi daha sonra da meslek yüksekokulunda ustalık okuması ve usta olarak işe başlaması gerekir. Sektörde teknikerimiz yok.


Biz mühendisimizi kendimiz yetiştirdik. Önce iki yıllık yüksekokulda okuldu, tekniker olması gerekiyordu ama yüksekokulda maalesef sıfır eğitim aldı. Ondan 5-6 yaş büyük o dönemki mühendisimiz, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden aldığı eğitimle hafta sonları onu çalıştırdı ve dört yıllık mühendisliğe geçiş yapmasını sağladı. Karamürsel’deki okulunda eğitmen bile yoktu ki bir şey öğrensin. Her tarafta okul açıldı güzel de önce eğitim verecek akademisyeni doldurmak lazım. İngilizce öğrenmesi için ona İzmit’te özel ders aldırdık. Mezunlarımızda ne yazık ki İngilizce bilgisi yok. Firmaların teknik kataloglarını okuyacak teknik eleman yok maalesef. Başka bir markanın ürün kataloğuyla dahi kıyaslayamıyorlar.


Bir de firmalara iki boyutlu, üç boyutlu çizimler sağlıyoruz, teknik her türlü desteği sağlıyoruz ama montaja kesinlikle girmiyoruz. Türkiye’de montaja girdiğin zamanki problemler bambaşka boyutta. Firmanın çektiği elektrik kablosunun hatasını, montaja girersek biz üstlenmek zorunda kalıyoruz. O nedenle malzememizi teslim ediyoruz, arada kontrol ediyoruz ve start up’a gidiyoruz. Yüzde yüz her yerde böyle demiyoruz ama maalesef çok bu.


Türkiye’deki tekne ve yat kullanıcıları ne kadar bilinçli? Kaliteye mi yoksa fiyata mı önem veriyorlar?


Tekne ve yat kullanıcıları dendiği zaman bir ayrım yapılmalı. 20 metre üstü diyelim. Aslında mega yat 40-45 metreden sonra başlar ama bizde 30 metreden sonrası mega yat marketinde dolaşıyor. 20 metreden yukarısı kaliteye önem veriyor. Ondan küçük kullanıcılar ise ‘beni götürecek her şey kabulümdür’ diyor. Amerikan malı bir hidrofor 125 dolar, Çin malı olanı 55 dolar. 20 metre altındaki kullanıcı ben 55 doları alırım bozulursa yine alırım diyor. Bu tamamen araba alımı gibi ‘araba ayağımı yerden kessin’ diyen var ya da ‘konforlu olsun’ diyen var.


Ülkemizde düzenlenen kapalı ve açık alanda gerçekleştirilen boat show’ları nasıl değerlendirirsiniz? Sizce sektör-tüketici buluşmasında faydalı oluyor mu?


Ben İMEAK DTO’da Fuarlar Komitesi’ndeyim. Herkesin fuar yapması ve bir fuar karmaşası olması da DENTUR’un kuruluş nedenlerinden birisidir. DENTUR, fuarların sahibi organizatör şirket CNR olacak şekilde anlaşmalar yapmıştı. Üç senelik sözleşmeler hâlinde devam ediyordu ama araya pandemi faktörü girdi ve sözleşmeler feshedildi. Şimdi yine bir fuar karmaşası başlıyor. Ben İstanbul’da bir kapalı bir açık fuar yapılması taraftarıyım. İstanbul dışında da yapılan fuarların teknik anlamda yeterli olması gerekiyor. Mesela biz teknik satış yapabileceğimiz bir fuar istiyoruz. Çünkü biz teknik bir satış yapıyoruz, karşımıza müşteri gelecek, ürünümüzü tanıtacağız ve pazarlayacağız.


İMEAK DTO’da Cannes ve Monaco’daki boat show’ların ayarında bir fuar için çalışıyoruz. Bölgesel üreticilerin yat ve teknelerini hem denizde hem de karada tanıtabileceği, yan sanayi tarafından da desteklenecek geniş kapsamlı bir fuar geliyor. Nerede olacağını şu an için açıklamıyoruz.


Pandemiyi nasıl geçirdiniz, devlet desteğine ihtiyacınız oldu mu?


Biz işlerimizi yat ağırlıklı yürüttüğümüz için açıkçası devlet desteğine ihtiyacımız kalmadı. Kötü olaylar bazen bazı sektörlerin de önünü açabiliyor. Mesela sağlık sektörünün inanılmaz önü açıldı. Kuryeciliği ve internet alışverişlerini yükseltti. Bizim sektörümüz ve karavan sektörü insanların daha korunaklı tatil ve yaşam ihtiyacına cevap verdiği için bize de faydalı oldu. İşlem hacmimiz arttığı için pandeminin olumsuz bir etkisi olmadı. Ancak şimdiki ekonomik krizin bir etkisi var. Yine de dövize endeksli çalıştığımız için çok zorlamıyor.


Bizi etkileyebilecek bir tek konu deniz vasıtalarının satış vergisinin yüzde 18’e çıkarılması. Bitmiş bir teknenin KDV oranı yüzde 1’den yüzde 18’e çıktı. Bu durum sipariş sayısını etkileyebilir. Büyük teknelerde bu yüzde 1’e inmenin bir amacı vardı. Gemilerin Türk bayrağına geçmesi için yapılmıştı. Bu durum insanları yabancı bayraklara dönüşe itebilir. Türk bayrağını azaltır. Aslında vergi kazancı yerine vergi ziyanına da sebep olabilir. Bunun önüne geçmek için de bu sefer yabancı bayraklı gemilerin Türkiye’de kalma süreleri kısıtlanıyor, ticaret yapmaları engelleniyor. Bu durum da bareboat kiralama sistemlerinin kesilmesine neden oldu. Daha önce Bodrum, Marmaris, Göcek, Fethiye ve Kaş’ta bareboat filoları vardı. Yabancı bayraklı gemilerin kısıtlanması sonrası bu filolar Yunan Adaları’na geçti. Dünyada ticaret yapan büyük şirketlerin ülkelere özel bir bayrak kullanması beklenemez. Ortada sezona göre değişen küresel bir ticaret var. Bu nedenle deniz turizminde belli bir pazar kaybettik. Mesela bu filolarla çok iş yapıyorduk yedek parça işini kaybettik, marinalar bağlama işini kaybetti, teknik servisler servis işlerini kaybetti.


Müsilaj hakkındaki görüşleriniz nedir, yat-tekne sektörü nasıl etkilendi?


Müsilajın bizi iyi ya da kötü etkilemesinden ziyade, bunun başlı başına bir insanlık sorunu olmasına dikkat çekmek istiyorum. Doğayı bir şeye zorlarsan senden bunu eninde sonunda geri alıyor. Doğal afetlerle; selle, depremle, yağmurla, yangınla vs. Müsilaj da bunlardan birisi. Sen kutupları eritiyorsun, iklimi değiştiriyorsun, İstanbul’a 22 milyon insan getiriyorsun. Marmara’yı çevreleyen şehirleri betonlaştırıyorsun. Doğa da intikamını alıyor. Burada önemli olan gelecek neslin nasıl etkileneceği. Bana göre doğa daha şiddetli intikam almaya devam edecek.


İnsanlar karadan topladığı atıkları derin deşarj denilen saçma sapan bir sistemle Marmara’nın ortasına boşaltıyor. Zannedersin ki yok ediyor. Biz bu bölgeleri bu sayede öldürdük. Ben denizden gelmiş, denizle ilgili her şeyi seven bir insan olarak geçen sene balık yiyemedim.


Bize etkisi önemli değil insanlığa etkisi önemli. Bizim en fazla bin euro’luk pompamız yanar. Yansın. Ama mühim olan insanlığın canının yanmaması. Günlük zararlar o kadar önemli değil, gelecek önemli. Ben çocukluğumda Karaköy’den vapura binip Heybeli Ada’ya giderken vapurda canlı ıstakoz, canlı balık her gün vardı.


Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın