Deniz Kurmay Yarbay (E) Özhan Bakkalbaşıoğlu, Türkiye’in jeopolitik durumunu değerlendirdiği yazısını MarineDeal News okuyucularına özel kaleme aldı
Türkiye üzerine oynanan oyunlara karşı bölgesindeki durumu nasıl olmalıdır?
Özellikle Balkanlar ve Orta Doğu’da yaşanan siyasi ve askerî olaylar Birinci Dünya Savaşı’nın sonucunda oluşan paylaşımın sancıları bölge ülkelerinin ulusal kimlikleri oluştukça çıkmaya başladı. Özellikle Yugoslavya’nın dağılmasıyla oluşan devletlerin sınırları Balkan Savaşı sonundaki sınırlar ile Balkanlar hâlâ barut fıçısıdır. Orta Doğu’nun ulusal kimlikten ziyade doğal kaynak paylaşımının verdiği siyasal oluşum emperyalist ülkelerin yeniden bu bölgede savaş öncesi statükoya dönüşmesi yönünde. Ukrayna/Rusya savaşı ile ABD’nin Çin ile tek kalması ve Rusya’nın zayıflaması amaçlanmıştı. Ancak burada tarih yine ön plandadır, Rusya bir Doğu ülkesidir ve tam kapitalizm yerleşmediği için halk uzun süreli sıkıntılara alışıktır. En önemlisi de Rusya güçlüdür. Zaman içinde Batı propagandasının boşa çıktığı görülecektir. Büyük Orta Doğu projesi kapsamında sınırların yeniden çizileceği söylense de bu durum henüz Türkiye üzerinde oluşmamasına rağmen, PKK terör örgütü ve mezhep ayrışmaları ile denenmiştir diyebiliriz. Bunun sonucunda Türkiye çift cepheli bir mücadele ortamına sürüklenmiş buna iç cephede de etnik merkezli ayrıştırmalar eklenmiştir. Bu cephenin batı tarafında değişmez başaktörü Yunanistan’dır. Doğu cephesi ülkeleri ise siyasi yaşamları tutarsız olan ve her zaman taraf değiştirdiklerinden emperyalist ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda oluşmaktadır. İran ayrı bir durumda olup hep Türkiye’nin karşısındadır. Şangay İşbirliği Örgütü’ne katılma isteğimizin engeli değilse bile siyasi ve dini ihraç politikası hem bizim hem de Orta Asya Türk devletleri için de sorun olabilir. Hatta bu gelecekte Rusya ve Çin devletlerinde yaşayan Müslüman Türkler için de geçerlidir. AB’nin alternatifini seçerken uzun vade dış politikamızı iyi belirlememiz gerekebilir. Türkiye güneydoğuda PKK terör örgütü ile mücadele verirken dış cephede PYG, ABD ve hatta Rusya ile uğraşmaktadır. İç cephemiz ise tıpkı 1’inci Dünya Savaşı’nda Ermenilerin ordumuzu arkadan vurması gibi.
Asıl mesele Yunanistan kurulduğundan bu yana 8 defa Türkiye toprakları üzerinden genişleyen bu hâlâ düşüncesinden vazgeçmedi. Arkasına önce Rusya Çarlığı, Büyük Britanya ve şimdilerde de ABD ve Fransa’yı alarak Türkiye’yi tehdit ve tahrik ederek sıcak bir savaşın içine sokma düşüncesinde. Kazananı olmayacak bu savaşta emperyalist ülkelerin Yunanistan’ın Türkiye’yi zayıflatmak ve parçalamak için piyon olarak seçildiği gün gibi aşikâr.
Aslında Ege’nin eninde sonunda coğrafyası değişecek. Türkiye’nin haklı olduğu ve siyasi olarak uzlaşmak isteğine karşın uluslararası anlaşmaların Yunanistan tarafından uygulanmaması yüzünden bu olacak.
Yunanistan ile olabilecek bir savaşta teşebbüste kim ön alırsa ilk darbeyi vurabilir. Zaten olası bir savaş da 2 günü geçmez, ateşkes ilan edilir. Önemli olan vurulacak darbe ve ele geçecek toprak/ada/adacıklardır. Türkiye’nin Mavi Vatan kapsamında özellikle Ege Denizi’nde deniz harekâtı yönünden sualtı harekâtına ve İHA’lara önem vermesi savaşın kaderini değiştirebilir. Yunanistan’ın savunması gereken yaklaşık 3104 ada, adacık var.
Yunanistan’ın bu tahrikleri Ege’de yaşanan kara/hava sahası kıta sahanlığı ve statüsü bir yerde ortada olan ama bize ait olması gerekli olan ada ve adacıklarda uluslararası mahkemede haksız duruma düşeceğinden, farklı algılarla Türkiye’yi saldırgan ve toprak kazanma arzusunda yeniden Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturmak durumda olduğunu dünya kamuoyuna sunmaktır. Bilindiği gibi Türk olgusunun Batı dünyasındaki tutumu belli, bu Yunanistan’ı daha da tahrik edici duruma sokmaktadır. Bence “ansızın gelebiliriz” kozu hep elde kalmakla beraber ancak Yunanistan’ın hukuki anlaşmalara aykırı davrandığı konular Uluslararası Adalet Divanı’na getirilmelidir. Bahse geçen konular ile dünya devletleri arasındaki uyuşmazlıklarla ilgili olarak lehimize olan kararlar mevcuttur.
Kara ve hava sahası sınırı 6 mildir tezi savunulmalıdır
Sonuç olarak Yunanistan’ın bu tutumu bir seçim çalışması değildir. Şimdiden masa başında kaybedeceğini bildiği için çok sayıda ada/adacıkları işgal etmektedir. Türkiye elleri ne kadar bağlı olursa olsun Lozan Antlaşması hükümlerini adalar üzerinde uygulamalıdır. Kara ve hava sahası sınırı 6 mildir tezi savunulmalıdır. Çünkü bu sınırları aşmak asıl savaş nedenidir. Asla 12 mil savaş nedeni olmamalıdır. Türkiye Yunanistan’a adalardaki askerî üs ve tesislerini boşaltması için makul bir süre vermelidir. Bu süreç içinde Lahey Adalet Divanı’na konu getirilmelidir. Ancak Türkiye’nin, Yunanistan’ın uyguladığı adaları işgal etme, silahlandırma Batı Trakya’da yaşayan Türklerin AB kararlarına rağmen Türk sayılmamasına karşı tutumu, müftü seçimlerindeki yanlı davranışları ve uluslararası hukuk kurallarını çiğnemesine zamanında cevap vermemesi sorunlara sorun eklemektedir.
Çuvaldızın iğnesini kendimize de batırmak zorundayız. Siyasi iradenin sözleri devleti bağlar ve o sözün gereği yapmalıdır. Aksi takdirde kararlılığınız sorgulanır. İsrail devletinin gelecekte beni tehdit edebilir düşüncesi ile Saddam döneminde Bağdat yakınlarındaki nükleer tesisi vurmasının tartışılması da kararlığının bir göstergesi olur. Nasıl Irak’ın kuzeyinde bu kararlılığı gösteriyorsak Yunanistan için de geçerli olmalıdır. NATO ülkesi olmamız ulusal çıkarlarımızdan vazgeçmek anlamına gelmediği gibi pasif kaldıkça Yunanistan elini güçlendirmekte, fırsat yakaladığında Türkiye’yi vurmak için ülkesini bile yabancı ülkelerin üssü haline getirebilmektedir.
Türkiye’nin yanında kim var?
NATO, AB, Şangay İşbirliği Örgütü, Rusya? Hayır hiçbiri yok. O halde jeopolitik avantajımızı ve dış politikamızı karşılıklı çıkarlarımız doğrultusunda kullanarak müttefikler edinmek zorundayız.
Dünya tarihinden Türk’ü çıkartırsanız tarih yazamazsınız
Bu gerçek ışığında yalnız bir ülke olduğumuz ortaya çıkmaktadır. Türk imparatorluklarının toprakları üzerinden 35’den fazla devlet çıkaran Batılılar, Sevr Antlaşması’nı yırtıp atan bizlerden ve tabii Lozan’da mağlup olmalarından ötürü bir hesap sormak isteyecekleri ihtimalini unutmamak gerekir. Bu nedenle ekonomik bağımlılığı asgari düzeye çekmek, iç ve dış cephelerimizi sonlandırmak ve en azından tek cephe haline getirmek için iç ve dış politikalarımızı yeniden revize etmek, güçlenmek ve bu süreçte Büyük önder Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine bağlı olarak politikalar üretmemiz gerektiğini değerlendiriyorum. Asla pasif bir doktrin olmayan bu söz ile Türkiye, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar üzerinde egemenliğini kazanmış, Hatay anavatana katılmış, İran ile yapılan sınır anlaşması lehimize dönüşmüştür.
Dünya süratle yeni bir savaşın eşiğine gelmektedir. Hasır altındaki bütün sorunlar yüzüstüne çıkmıştır. Bunun yanı sıra stratejik öngörü eksikliği ile özellikle AB ülkeleri ummadıkları bir enerji sorunu ile karşı karşıya kalmışlardır. ABD’nin oyununa gelmişlerdir. Bu savaş, AB ülkelerinin daha az ama ABD’nin çok kârlı çıkacağı, ekonomilerini daha iyi hale getirmek için tezgâhlanan liderlerin ülkeleri arasında olacaktır. Ne yazık ki dünya tarihi bugüne kadar bu kadar basiretsiz ve lider niteliklerinden yoksun insanlar tarafından yönetildiğini görmemiş dersek pek yanılmayız.
Türkiye jeopolitik durumunu iyi değerlendirdiğinde stratejik hedefleri doğru tespit edip ulusal güç kaynaklarını bu hedefe göre yönlendirdiğinde deniz hak ve menfaatlerimizi Mavi Vatan ışığında korursak bekamız güven altında olacaktır.
Türkiye’nin geleceği Mavi Vatan sınırlarını korumaktan geçer.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.