Milli Mücadele ve Türk İnkilâbı; memleket ve dünya gerçeklerini iyi bilen, akla değer veren, yürekleri vatan sevgisi ve millete güvenle dolu olduğu ölçüde kafaları da hurafelerden ve boş hayallerden sıyrılmış olan liderlerin eseridir. Bunun en kesin ifadesi büyük Atatürk’ün şu sözlerinde açık ve net ifade edilmiştir, “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir.” Atatürk için medeniyetçilik savaşı, bağımsızlık savaşından sonra gelen en önemli dâva olmuştur. İşte bu konudaki kıvılcımlı ifadelerinden bir örnek, “Artık duramayız. Behemehal ileri gideceğiz. Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona bigâne olanları yakar, mahveder”. Bu konudaki fikirleri yazılı örneklerle çoğaltmak mümkündür. Bize Ana Vatanımızı tertemiz emanet eden o güzel insanın şu ifadelerinden bugün ibret alınmasını tavsiye etmemiz de oldukça ironiktir. Ve herkes bu konuda da şapkasını önüne alıp bir kere daha düşünmelidir. Der ki büyük Atatürk, “Büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla alâkası olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler asrî olmayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapmalarının maksadı, İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir?”
Ve o eşsiz Kahramanımız Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta çağdaş aklın ve ilmin insan yaşamı için ne kadar sağlıklı ve sürdürülebilir olduğunu kendi çağından onca tecrübesiyle bizlere ve geleceğe somut örneklerle nasihat ediyor; Ortaçağ zihniyetini ivedilikle silkip atmanın mecburiyetini belirtip, dinimizin milletimize hakir, miskin ve zelil olmayı tavsiye etmediğini işaret etmeyi de ihmâl etmiyor. Atatürk’ün şu sorusunun 21’inci yüzyılda gündemini koruması oldukça dikkat çekici, “Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyidlerin, çelebilerin, babaların, dervişlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara, talih ve hayatlarını emniyet eden insanlardan mürekkep bir kütleye, medeni bir millet nazarı ile bakılabilir mi?”
Tarihte biz Türkler İstiklâl Savaşımızla (bir kere daha) destan yazmadan önce emperyal devletlerin komutanları kibirlerini birbiriyle yarıştırırken, havanda su dövdüklerinin henüz idrakinde değillerdi. O kibirleri ve hayâlperest halleri onlara şu minvalde bir şeyler de söyletiyor olmalıydı; “Bu defa Türklerin icabına baktık, şimdi esas meselemiz; bu toprakları komşuya (Haçlılardan biri) kaptırmamak. Tabii ki (!) en büyük payı biz alacağız.”
Aslında hiç kapanmayan iştahları ruhen obezleşmelerine delildi. Hep başkasının olana diktikleri aç gözleri hakça adil olmayan savaşlarını da erdemsiz kılıyordu. Öyle ki bu bitmek bilmez taleplerini içlerindeki en kullanışlı maşalarına yaptırıyorlardı. Bunun da büyük bir hata olduğunu göremeyen bu aciz hayâlperestlerin kendilerine olan zararlarından ziyade üzücü olan mazlum ve güçsüz halkların efendisiymiş gibi davranmalarıydı. Diğer deyişle vasıfsız bazı liderlerin halkını diğerlerinin metazori kölesi, kulu yapacak hatalardan bir türlü dönememesi halkının da bunu görememesi ya da görüp kayıtsız kalmalarıydı.
O, mazlum milletlerin kanını emen bu emperyalleri o kadar iyi analiz etmişti ki… Liderlerinin cahilliğine maruz kalan başka milletlerin yaşadığı zulüm de O’nun zihnini yoruyordu.
Ruhu obez bu emperyaller Türkleri küçümseme yanılgısına düşmüşlerdi. Ancak büyük yanılgılarının idrakine, milletini coşkun bir yüreğin heyecanı ile seven, yüksek karakterli Türk lideri Mustafa Kemal ile vardılar. Beyhude hayâlleri, her cephede O’nunla suya düştü.
Mustafa Kemal, milletini, dehası ve derin sezişiyle çok iyi tanıyan ve ona güvenen, üstün niteliklere, çok özel bir karaktere haiz bir liderdir. Dünyayı da çok iyi tanıyan bir devlet adamı olduğunu tüm dünya liderleri ve halkları gördüler ve söylediler. Ondan esinlendiler, yüreklendiler, örnek aldılar. Tarih bu ve benzeri sayısız övgülerle dolup taştı ve taşmaya devam edecek. Böyle bir lider dünyaya ne ondan önce ne ondan sonra gelmedi, gelmeyecek. Bu nedenle onun gerçeklerini yokmuş gibi gösterme çabası içinde olup buna kafa yoranların beyhude zaman harcadıkları konusunda onları temin edebiliriz.
Ancak anlamadığım, anlamlandıramadığım, mantıklı tek bir yanıt bulamadığım şu soru kafamda dönüp duruyor: Bir insan Atatürk’ü niye sevmez?
***
Bu ne cüret!
Bir konuda üzgünüz. Konu eminim çoğu Türk denizcisini de derinden yaraladı. Hatta özür dilenmeden geçiştirildiği için kızgınız. Samimi bir özür bekliyoruz. Tüm dualarda gür sesle adının anılmasını istiyoruz.
Günümüzün Diyanet İşleri Başkanı, dinimizin ve Kutsal Kitabımızın tefsirini bir müfessir olarak yapacağına, onun ilmini yaymayı amaç edineceğine, güzel ahlâkın irfanını toplumumuza doğru ve dürüst anlatacağına ne yapıyor, Devletimizin ve Diyanet İşleri Başkanlığının kurucusuna hakaret edenleri ziyarette ön saflarda yer alıyor, hızını alamayıp tarihi bir günde dünyanın gözü Türkiye’ye çevrilmişken canım Atatürk’e hakaret ediyor, her daim dualarla anıp örnek olacağına, kendini bilmez zibidilerce kötü söz edilmesini kınayacağına buna müsaade ediyor.
Biz Türkler beddua okumayı sevmeyiz. Zinhar doğru bulmayız. O kötü sözün bumerang gibi kişinin kendine zarar vereceğine inanır, kötücül ifadelerden uzak durur, nezaketten ödün vermeyiz. Bu nedenle “Kötü söz sahibinindir” diyerek kendilerine hayatta başarılar diliyoruz.
***
Uluslararası denizcilikte geniş bir yelpazeye hitap eden bir yayınız. Son yıllarda deniz kuvvetleri ve savunma sanayindeki gelişmeleri MDN bakışından nitelikli okuyucu kitlemizle tanıştırdık. Karadeniz, Adalar Denizi ve Akdeniz’in doğusundaki tüm jeopolitik gelişmelere odaklanıp bu konuda ürettiğimiz yeni bilgi ve bakış açımızla katkı sunduk, sunmaya devam edeceğiz.
Ancak ne devekuşuyuz ne de fanusta yaşıyoruz bu nedenle bir konuya değinmezsek olmaz.
İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasını isteyenlerin aslında kadınlar kadar insanca ve uygar bir yaşamı özlemleyen beyefendilere de büyük zarar vereceği nasıl görülmüyor anlam veremiyorum. Bu nedenle bu konuya eşitliği savunan bir vatandaş olarak katkım beyefendilere yönelik olacaktır. Modernleşme çabanız ve bu konuda kat ettiğiniz mesafe ile kazanımlarınız insanlık adına çok değerli. Ve biz, hemcinslerinizin sizi o mağaraya geri gönderme gayretlerine müsaade etmeyeceğiz. Müsterih olunuz.
***
Akıl, bilim, güzel ahlâk, etik ve zarafet gibi temel değerleri önceleyip lüzûmsuz bezeklerden kaçınıyorsa her meslek erbabı mutlaka değer bulur.
Bir arkeoloğun bir bilgi/olgu, bir ipucu ya da sezgisel bir dürtüyle toprağın onlarca metre altındaki tarihin derinliklerine yolculuğu, nasıl iğne ile kuyu kazarak, sabırla ve özenle oluyorsa… Ya da bir cerrahın insanüstü bir çabayla saatlerce süren ameliyatlarında o minicik cerrahi aletlerle o incecik damarların arasına saklanmış habis tümörü o kuytu yerde bulup çıkarmasıyla nasıl yaşamda devamlılığa derman oluyorsa…
Basının evrensel ilkelerinden, kendi örf ve adetlerinden zerre ödün vermeden, kamuya mâl olmuş tüm mesleklerden ne bir eksik ne bir fazla aynı hassasiyetle emek verip, haber ve analizlerle doğru bilgiyi ve gerçek olanı hazırlıyoruz. Bazen görülmeyeni, gözden kaçan esas detayı, sunulmayanın ardındaki gizi derin sezişle arayıp buluyoruz.
Nereden nereye…
Son günlerde neredeyse tüm basının birbirinden noktası virgülüne kadar alıntılayıp, kaynak olarak da “Dünya Gazetesi Muhabiri Aysel Yücel’in yabancı kaynaktan edindiğini” belirttikleri haberine yer vermiş ve çoğu yayın kuruluşu “Binali Yıldırım’ın oğlu gemilerini sattı” başlığını verip haberi de şöyle bitirmiş: “…Böylece Derin Denizcilik, filosundaki tüm gemileri satmış oldu.”
Haberin içeriği doğru ancak “filosundaki tüm gemileri” ifadesi peşi sıra denizcilikten tamamen çıkıldığı algısıyla yanıltıcı ya da eksik olabilir mi? Doğrusu “Yıldırım’ın oğlu filosundaki Türk bayraklı gemileri sattı.” olsa daha doğru olmaz mı?
Bundan ayrı olarak Sefine Tersanesi’nde hisse değişiklikleri de geçen ay çokça konuşulmuştu.
Yürekten teşekkür ederiz…
Devamlı olarak yazıyoruz. Siklet merkezimiz Akdeniz’in doğusu. Karadeniz’de veya tüm denizlerimizde çıkacak olan çeşitli enerji kaynakları elbette önemli ancak hepsinden daha önemlisi Egemenlik Haklarımız! Lütfen bunu konuştuğumuz her platformda daima önceleyelim.
Deniz Kuvvetlerimizi yürekten alkışlıyorum. Sizinle ne kadar iftihar etsek azdır.
Deniz Kuvvetleri Günümüz kutlu olsun. Sağolunuz ve varolunuz.
Kaynakça: Bu yazıda Atatürk’ten Düşünceler, Nutuk, Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu’nun ‘Devlet Adamı Atatürk’ makalesinden istifade edilmiştir.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.