Weimar Üçgeni ve NATO: Avrupa’nın savunma politikasına bir bakış

MDN Editör

28 Ağustos 1991’de, Almanya, Fransa ve Polonya’nın o zamanki Dışişleri Bakanları Weimar Üçgeni’ni kurmak için Almanya’nın Weimar kentinde bir araya geldi. Avrupa’nın geleceğine ilişkin ortak temel çıkarları belirlemek ve sınır ötesi işbirliğini genişletmek olan bu girişim çok uzun süren sessizliğin ardından son aylarda tekrar gündeme geldi. Rusya’nın devam eden Ukrayna işgali ve Avrupa’nın gelecekteki güvenliğine ilişkin derinleşen endişeler, üç AB ülkesi olan Fransa, Almanya ve Polonya arasında daha yakın işbirliği ihtiyacını artırdı. Öyle ki Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz ve Polonya Başbakanı Donald Tusk’un 15 Mart 2024’teki toplantısı, uzun süredir unutulmuş olan Weimar Üçgeni’ni yeniden canlandırmış, Polonya Başbakanı Donald Tusk, Paris ve Berlin’e yaptığı ziyaretlerde Avrupa Birliği’nin askerî bir güç olması çağrısı yapmıştır.

Weimar Üçgeni’nin yeniden gündeme gelme sebepleri

Polonya’nın Fransa ve Almanya’yla arasında uzun süredir esen soğuk rüzgârlar geçtiğimiz aralık ayında Varşova’da AB yanlısı bir hükûmetin kurulmasıyla sona erdi. Sabık hükûmetin dış politikada izlediği kutuplaştırıcı ve gerilimli politikalar yeni Başbakan Tusk tarafından beklenildiği gibi rafa kaldırıldı. Dışişleri Bakanlığı’na yeniden Radek Sikorski atandı. Yeni Bakan vakit kaybetmeden Fransız mevkidaşı Stéphane Séjourné ile Varşova’da, Alman mevkidaşı Annalena Baerbock ile de Berlin’de bir araya geldi. Üçlünün şubat ayında Paris’te gerçekleştirdikleri toplantıda Weimar Üçgeni girişimini tekrar başlatma kararı alındı. Tusk’a göre bu üç ülke tüm Avrupa’yı harekete geçirme gücüne sahip.

Tusk ve Sikorski göreve gelir gelmez yönlerini öncelikle ABD’ye çevirdiler ancak ufukta görünen İkinci Trump dönemi sebebiyle alternatif arayışına girmeleri uzun sürmedi. ABD’nin kendi iç siyaseti ve Amerikan kamuoyunda yaşanan tartışmalar en azından yakın gelecekte güvenilir bir müttefik imajı çizmekten uzak duruyor.

On yıl önce, 2014’te, Dışişleri Bakanları Radek Sikorski, Laurent Fabius ve Frank-Walter Steinmeier, Ukrayna’nın Moskova yanlısı lideri Viktor Yanukoviç’in Kiev’deki Avrupa yanlısı protestoları bastırmasını durdurmayı başarmışlardı. Ancak Ukrayna’daki durum geçtiğimiz 10 yılda fazlasıyla değişti. Herkes, 2 yılı aşkındır kanlı bir savaşa sahne olan ülkede, diplomatik baskılardan çok daha fazlasının gerekeceğinin farkında. Üç ülkenin liderleri vakit kaybetmeden bir araya geldi ve Zirvenin ardından, “Ukrayna’da tehlikede olan şey aynı zamanda bizim güvenliğimiz ve geleceğimizdir” açıklaması yaptı. Rusya’nın bu savaşı kazanamaması için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını da taahhüt ettiler. Geçtiğimiz günlerde Avrupa’da dondurulan Rus varlıklarının Ukrayna’ya silâh satın almak için kullanılacağı açıklaması bu çerçevede değerlendirilmelidir.

Rusya’nın tüm uluslararası teamülleri ve dengeleri sarsarak Ukrayna’ya başlattığı saldırı; Avrupa toplumlarında şok etkisi yaratmıştı. Avrupa Birliği’nin Ukrayna’ya yaptığı maddi yardımlar sadece Ukrayna halkını değil aynı zamanda barış düzeninin bozulmasını istemeyen Avrupalıların kendi geleceklerine yaptığı bir yatırım olarak da değerlendiriliyor. Rus tarafı da bu çekinceleri haklı çıkaracak eylem ve söylemlerde bulunmaktan geri durmuyor. Zira yakın zamanda Rusya Güvenlik Konseyi Başkanı Dmitry Medvedev, Batı’da üretilen füzelerin Kırım’a düzenlenen saldırılarda kullanılması hakkında yorum yaparken, Rusya’nın, “NATO’daki herkese ‘karşı jus ad bellum’ çerçevesinde hareket etme fırsatına sahip olduğunu” belirtmişti. ‘Jus ad bellum’ savaşa girmeden önce savaş ilanını belirli haklı gerekçelere bağlayan kriterleri kapsayan Latince uluslararası hukuk terimi olarak kullanılıyor.

Bütün bunlar; Avrupa’nın güvenliği için ortak bir vizyon geliştirmeyi ve aralarındaki bağları güçlendirmek için Almanya-Polonya ve Fransa arasında 1991’de kurulan Weimar Üçgeni girişimini yakın zamanda tekrar ve görünen o ki eskisinden de güçlü şekilde başlatılması gereksinimini doğurmuş görünüyor. Rusya’nın saldırgan girişimlerinin Ukrayna’yla sınırlı kalmayacağına dair varsayımlar ise Weimar Üçgeni’ni oluşturan ülkelerin temel motivasyonunu oluşturuyor.

Batı dış politikasının temelinde Şubat 2022’den bu yana Vladimir Putin’in daha fazla yayılmasının engellenmesi için Ukrayna’da durdurulması gerekliliği gündemini hâlâ koruyor. Ancak bunun için Polonya’nın seferberlik içinde olması, Danimarka, Letonya ve Litvanya’nın daha fazla vatandaşını askere alması dışında somut olarak bir değişim göze çarpmış değil. Birleşik Krallık ise ordusunu 10.000 kişi azalttı ve Estonya’daki İngiliz garnizonu yarıya indirdi. Öte yandan sıklıkla, NATO’nun mühimmat ve malzemesinin tükendiğine ilişkin haberlerin peş peşe yapılması dikkatlerden kaçmıyor.

NATO’nun mevcut konumu ve geleceği

NATO’nun kuruluşunun 75’inci yılının kutlandığı bugünlerde, eş zamanlı işlevi, konumu ve geleceği tartışmalarını da beraberinde getirdi. Avrupa güvenlik şemsiyesinin direği görünümündeki NATO sadece Avrupa’da değil, ABD’de de tartışılıyor. Özellikle ABD Başkanlık seçimleri yaklaşırken, ABD’yi merkeze koyan bir anlayış benimseyen eski Başkan Donald Trump kamuoyu yoklamalarında favori olarak gösteriliyor. Bu durum, hiç kuşkusuz Avrupalıları kendi kaderlerini ellerine alma konusunda motive eden en önemli unsurlardan biri. Trump’ın Başkanlığı sürecinde NATO müttefiklerine karşı yapmış olduğu baskılar ve onlara karşı dillendirmiş olduğu söylemler hâlâ hafızalardaki yerini korurken, geçtiğimiz günlerde “Eğer Rusya Avrupa’ya saldırırsa olanlara karışmayacağım” açıklaması Avrupa başkentlerinde soğuk duş etkisi yarattı. Trump’ın bu yönde açıklamaları, seçildiği takdirde Rusya’yı Ukrayna dışındaki ülkelere saldırma konusunda cesaretlendirebileceği yönündeki endişeleri de beraberinde getirdi.

NATO’nun 75’inci kuruluş yılı aynı zamanda Finlandiya’nın İttifak’a girişinin de birinci yılı. Finlandiya, Rusya’nın saldırgan tutumu sebebiyle NATO İttifakı’na dâhil olmuştu. Finlandiya’nın NATO üyeliğiyle birlikte, İttifak’ın Rusya ile olan sınırı (çoğunlukla kırsal ve ormanlık alanlardan geçen 1340 kilometre) önemli ölçüde artırıldı. Bu da NATO ve Rusya arasında yeni bir gerilim hattı oluşması anlamına geldi. Ayrıca Finlandiya ve İsveç’in katılımının ardından 1523’ten bu yana ilk kez tüm İskandinav ülkeleri aynı ittifak içinde yer almış da oldu. Rus tehdidinin Avrupa üzerindeki etkilerinin tarihsel kırılmaları bu gibi durumlarda tezahür etmeye devam ediyor.

İttifak’ın tartışılmasının en önemli sebeplerinden biri; tüm üye ülkelerin GSYİH’lerinin en az yüzde 2’sini savunmaya ayırmaları şartı. İngiltere, ABD, Yunanistan, Hırvatistan, Estonya, Letonya, Polonya, Litvanya, Romanya ve Fransa olmak üzere sadece on üye ülke bunu yapmakta, ancak tek başına ABD; İttifak’ın geri kalanının toplamından daha fazla kaynak ayırmaktadır. Bu durum sadece Trump’ı değil, mensubu olduğu siyasi parti olan Cumhuriyetçilerin Avrupa’nın Amerikan gücü ve iyi niyetinden faydalandığı söylemini sıklıkla dillendirmelerine sebep oluyor. Hal bu iken, ABD’de kasım ayındaki seçimlerin ardından dünya düzenindeki dengelerin alt üst olma ihtimâli hiç hafife alınmamalı. Trump’ın Avrupa’daki Amerikan kuvvetlerini azaltma kararı alması bile Avrupa güvenlik şemsiyesinin Avrupa’nın üzerine çökme riski doğuracağını söylemek pek de abartılı olmayacaktır. Aynı zamanda NATO’da ve daha genel anlamda Batı ülkeleri arasında ciddi bir liderlik krizini de beraberinde getirecektir. Almanya’nın güvenlik bürokrasisinde yaşadığı sorunları ve siyasi çalkantılarıyla Fransa’nın kendi iç kamuoyunda uzun süredir süre gelen siyasi tartışmaları göz önüne aldığımızda Weimar Üçgeni’nin gerekli ama bir o kadar da iyimser bir girişim olduğu sonucunu çıkarmak yanlış olmaz.

Bunlar göz önüne alındığında Temmuz 2024’te NATO İttifakı liderleri, dünyanın en başarılı askerî ittifakı olarak gösterilen NATO’nun 75’inci yıldönümünü kutlamak için Washington’da bir araya gelecek. Zirve’nin tarihine kadar çeşitli güvenlik paradigmalarının değişeceğine yönelik beklentiler de yok değil. Ukrayna’nın Rus işgali altındaki topraklarının Rusya’ya bırakılması karşılığında Ukrayna’nın NATO’ya alınması gibi planlar da buna dâhil. Bu planın gerçekleşmesini destekleyenler İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın fiili olarak ikiye bölünüp yarısının Sovyet kontrolüne bırakılmasına atıf yapmaktadır. Ayrıca bazı Avrupalı liderler de Washington’da yapılacak Zirve’yi Trans-Atlantik ilişkileri güçlendirmek için kısa vadedeki son şans olarak görmektedir.

NATO’nun gayri resmî doktrini “Rusları dışarıda, Almanları aşağıda ve Amerikalıları içeride tutmak” olarak bilinmektedir. Weimar Üçgeni, bu üçlüden ikisinin değişeceği anlamına gelmektedir. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Weimar Üçgeni’nin hem NATO’nun bir tamamlayıcısı olacağını hem de yeni bir savunma ve güvenlik gücü yaratacağını söylerken Trump dönemine hazırlık yapıldığını da üstü kapalı biçimde kabul etmektedir. Ancak yine de savunma harcamalarının ya da askerî ve güvenlik bütçelerinin radikal bir şekilde artırılmaması durumunda Avrupalı ülkelerin güvenlikleri için Washington dışında gerçekçi bir alternatiflerinin olduğunu varsaymak hatalı olacaktır. Her şeye rağmen bu üç ülkenin, Avrupa’ya şiddetle ihtiyaç duyduğu liderliği verebilmek için çok daha yakın işbirliği yapması zorunlu görünmektedir.

Sonuç olarak; AB liderleri artık dış güvenliklerinin doğrudan kontrolünü ele almaya istekli görünseler de özellikle Fransa ve Almanya’nın bunun nasıl olacağına dair fikir birliğine varmaları bir hayli zaman alacağa benziyor. Macron bunu, NATO içinde paralel ama daha entegre bir yapı olan, hatta AB’nin kendi uçak gemisi filosunu veya nükleer savunma kalkanını bile içerebilecek, çok uzun vadeli “stratejik özerklik” fikrini hayata geçirmek için bir fırsat olarak gördüğünü gizlemiyor. Berlin yönetimi ise Avrupa Birliği’ndeki tek nükleer güç olan Paris’e çok fazla inisiyatif bırakma konusunda temkinli davranarak, işleri daha az entegre tutmak ve bunun yerine sanayi çıktısını ve işbirliğini geliştirmek istiyor.

Weimar Üçgeni’nin Avrupa’nın güvenlik mimarisinde öncü bir rol üstlenmesi ihtiyacının olduğu açık. Bunu da yine en iyi şekilde Fransa Dışişleri Bakanı Stéphane Séjourné açıklamıştır. “NATO’ya karşı değiliz, ek olarak ikinci bir hayat sigortasına ihtiyacımız var. Bu, NATO’nun Avrupa ayağı üzerinde çalışmak, bir savunma Avrupa’sı inşa etmek ve Avrupalılar olarak endüstrilerimizden satın almak anlamına geliyor.”

Weimar Üçgeni aynı zamanda Avrupa içindeki işbirliğine de vurgu yapmaktadır. Fransa, Almanya ve Polonya’nın Dışişleri Bakanları, 12 Şubat 2024 tarihinde yaptıkları görüşmeden sonra bir bildiri yayımladılar. Üç maddeden oluşan imzalı bildiri, Fransa, Almanya ve Polonya’nın Avrupa’da barış ve istikrarın desteklenmesinde işbirliği yapma kararlılığını yeniden teyit etmekte. Demokratik güvenlik ilkelerini vurgulamakta ve Avrupa savunma girişimi ve ortak dış politika eylemleri yoluyla NATO ittifakını güçlendirmeyi taahhüt etmektedir. Avrupa’nın güvenlik ve savunma politikaları haricinde savunma yetenekleri, enerji, sağlık, gıda güvenliği ve dijital yeniliklerin de ele alındığı bildiride ayrıca yapay zekânın geleceği konusunda da oldukça kararlı bir politika izleneceği vurgulanıyor. Avrupa Birliği’nin yapay zekâyı kendi başına geliştirme ve dağıtma konusunda bağımsız bir yol izlemesinin özellikle üstünde durulduğunu belirtelim. Avrupa’yı ileri düzey araştırmacılar için cazip hâle getirmek, onları Avrupa’da kalmaya veya dünyanın her yerinden Avrupa’ya gelmeye ikna etmek şu an için temel hedefler olarak belirlenmiş durumda. AB, mevcut projelere önemli miktarda kaynak ayırırken, Avrupa Parlamentosu, Konsey ve Komisyon, dünyanın ilk yapay zekâ düzenlemesi olan Yapay Zekâ Yasası üzerinde nihai bir anlaşmaya varmak için yoğun olarak çalışıyor. 

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın