Deniz Kurmay Yarbay (E) Özhan Bakkalbaşıoğlu, Yunanistan’ın emperyalist güçlerin desteğiyle Megola İdeası kapsamında Türkiye’ye karşı olan tutumunu KKTC ve Doğu Akdeniz özelinde değerlendirdi
Kıbrıs Ada’sı 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sırasında İngiltere’ye kiralanmıştır. Kıbrıs daha sonra Osmanlı Devleti’nin yıkılması ile yapılan anlaşmalarla İngiltere’nin sömürgesi olmuştur. Ada’ya yerleşen Rum nüfusun giderek artması ve Türk nüfusun ise göç ederek azalması ile denge Rumların lehine gelişmiştir. 1931 yılında Yunanistan’nın teşviki ile ENOSİS kavramı yerleşerek ilk ayaklanma başlamıştır. Buna karşılık Türkler de 1943-1944 yıllarında KATAK ( Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu) adı altında ENOSİS’e karşı örgütlerini kurmuşlardır. 1954 yılında Yunanistan Birleşmiş Milletler (BM)’e Self Determinasyon önerisinde bulunmuş ancak Türkiye itiraz etmiş ve BM öneriyi kabûl etmemiştir. Bu tarihten sonra Türklere karşı taciz ve katliamlar hızlanmıştır.
1 Nisan 1955 yılında EOKA örgütü, 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.
30 Kasım 1963 yılında Cumhurbaşkanı Makarios, anayasadaki başta cumhurbaşkanı yardımcısının veto hakkının kaldırılması önerisine Türkiye ve ABD karşı çıkınca, Rumlar silaha daha çok sarılarak 21 Aralık 1963 planlı katliamlarına başlamışlardır. 1963 ve 1967 olayları artarak devam edince Türkiye gerekli amfibi gücü olmadığından sadece Hava Kuvvetleri unsurları ile müdahale etmiştir. Bu tarihten sonra özellikle Deniz Kuvvetleri, çıkarma gemileri inşa ederek amfibi alayını kurmuştur.
1970 yılında Yunanistan’daki cunta hükümeti Makarios’un Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’ne yakınlaşması, bağlantısız devletler liderliğine oynaması ABD’yi ve ENOSİS’in rafa kaldırılması ise cunta yönetimini rahatsız etmiştir. Bunun neticesinde 15 Temmuz 1974’de Makarios devrilmiştir.
Türkiye Londra-Zürih Anlaşması’nın 4’üncü maddesi gereğince garantör devlet olarak ilgili garantör devletlerin beraber hareket etmemesi ile tek başına 20 Temmuz 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı’nı yapmıştır. Bu özet tarihsel geçmişten sonra, Kıbrıs Ada’sı Türkiye için ne zaman önem kazandı? Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘Deniz’lere verdiği önem azaldıkça caydırıcı güç olan donanmasının zayıflaması, devlet yöneticilerinin deniz alâka ve menfaatleri üzerindeki kısır görüşleri, başta Ege olmak üzere denizleri kaybettirmiştir. ATATÜRK’ün “Kıbrıs Ada’sına dikkat ediniz” öngörüsü daha sonraki hükümetler tarafından dikkate alınmamış ve hatta “Bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur” diyecek kadar basiretsiz bir politika izlenmiştir.
1974 yılında Başbakan Bülent Ecevit’in”….Kıbrıs’ta tek bir Türk olmasa bile Türkiye için stratejik önemi haizdir” sözü Kıbrıs’ın artık önemli olduğunun bir işaretidir.
Orta Doğu, Doğu Akdeniz ve Süveyş Kanalı’nı kontrol eden ve bölgedeki enerji hatları / kaynakları ile jeopolitik ve jeostratejik bir adadır.
Yunanistan’ın 1829’dan beri haksız toprak kazanımı ile Türkiye’yi adeta bir kıskaç altına alarak Anadolu’ya hapsetmeye çalışması, Deniz’lere açılmamızı engellemek için asılsız iddialarla zamana oynamaktadır. Son halka Kıbrıs Adası’dır. Burayı kaybettiğimizde kıskaç tamamlanacak ve Türkiye Kıta Sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) yetki alanları ile Deniz’lerden koparılacaktır. Yunanistan’ı kullanan emperyalist güçlerin bu hayâli büyük bedel ödediğimiz Kıbrıs Barış Harekâtı ile önlendi. Toplumumuz olayı bu yönü ile incelemeli, “ver gitsin” mantığı ile bakmamalıdır.
Harekât Türkiye’nin jeopolitiğini değiştirmiştir. Bu çok önemlidir. Bu nedenle 1974’ten itibaren değişen bu jeopolitik anlayışı destekleyip devam ettirecek deniz gücünü, milli güç unsurları ile destekleyerek caydırıcı bir güç haline gelmiştir. Bu güç bugün Doğu Akdeniz’de politikamızı şekillendirmektedir. Kararlı ve caydırıcı güç olarak Doğu Akdeniz’de deniz alâka ve menfaatlerimiz için bulunuyor ve bu politikamızı devam ettiriyorsak bu 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtı sayesindedir. Bunu canı ile ödeyen şehitlerimize minnet borçluyuz, onları bir kere daha saygı ile anıyor gazilerimize sağlıklı bir yaşam diliyorum. Bu caydırıcı gücümüz Yunanistan’ı sindirmiş, ortaya çıkan Fransa ise eskiden olduğu gibi bir uçak gemisi gönderip Türkiye’ye geri adım attıracağını sanmıştır. Emperyalist ülkeler hâlâ 1920 koşullarında Türkiye’ye bir dayatma politikası içindeler. Bu politikaları için de Yunanistan’ı kullanmaktadırlar. Uluslararası hukuka göre Doğu Akdeniz’de Yunanistan bizim muhatabımız değildir. Bu nedenle müzakereye girişmek yanlış bir politikadır. Bu ülke, çifte standart siyasi kararlar vermekte ve emperyalist ülkeler bu kararlara ses çıkarmamaktadırlar. Örneğin, İtalya ile yapılan MEB anlaşmasında Adriyatik Denizi’ndeki adaların kıta sahanlığı kısmen kullanılmasına karşın, Rodos ve Girit adaları arası çizilen düz hat, karasuları sınırının oluşması ve bunun üzerinden MEB sınırını tespit etmek gibi bir tutuma girmeleri kabûl edilemez bir gerçektir. Bu durum Türkiye’ye sunulmaktadır. Ayrıca uluslararası hakkaniyet çerçevesinde Meis Ada’sı üzerinden Türkiye’yi Deniz’lere kapatmak için yapılan haritalar bir işe yaramaz. Sevilla Haritası’nı düzenleyen bilim insanının bile sonunda yanlış olduğunu belirtmesi, bu konudaki haklılığımızı ortaya koymaktadır. Zaman içinde yaşanan yanlış dış politikalar ve sorunlarda tarafsız kalan ülkelerin bugün Yunanistan tarafında olduğunu görüyoruz. Ancak buna rağmen Doğu Akdeniz’deki deniz alâka ve menfaatlerimizi korumak zorundayız. Bu, Türkiye’nin Deniz’lere açılmasındaki son şansıdır. Avrupa Birliği karasal egemeni Almanya’nın denizlerdeki potansiyeli olarak Fransa’yı görevlendirmesi anlaşılır bir durum değildir. Fransa 18’inci yüzyıldan beri Doğu Akdeniz’de hâkimiyet kurmak için uğraş vermektedir. Bir yerde ABD’nin bölgede alternatifi olmak istemekte; özellikle de Türkiye’nin Afrika ülkelerine olan yakınlaşması Afrika’daki Fransız nüfuz alanını rahatsız etmektedir. Bunun yanı sıra Fransa, Yunanistan’a uçak ve gemi satma peşindedir.
Fransa kumar oynamaktadır. Kaynakların belirli emperyalist ülkeler tarafından paylaşım düşüncesi hâlâ geçerliliğini koruyor gibi gözükse de 21’inci yüzyılda bölgesel güçlerin değişime uğradığı görmezden gelinmektedir. Artık bölgede çıkarlarını koruyacak güce erişmiş bir Türkiye vardır. Bize ait haklarımızı savunurken bölgede taraf olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi kabile devletlerin Yunanistan’a destek vermeleri sorgulanmalıdır. Artık ülkemiz hangi zeminde duracağını belirlemeli ve menfaatleri doğrultusunda müttefiklerini seçmelidir.
Türkiye, Ege ve Doğu Akdeniz’de hakları zorlandığında ve Deniz’lere açılım yolları kısıtlandığında savaşı göze alabilir ve Ege’de coğrafyasını değiştirebilir. Bu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Uluslararası eşitlik ve hakkaniyet çerçevesinde haklarımızı korumak için barışı esas alan bir seçenek hâlâ var. Türkiye’nin kısa ve orta vadede yapması gereken adımlar şöyle olmalıdır;
- Aynı Libya ile yaptığımız gibi Orta Doğu ülkeleri ile yapılmış gibi MEB ilan etmelidir.
- Yunanistan’ın kenar kuşak teorisine benzer şekilde, batı ve güney kanatlardan kıskaç altına alacak üsler zincirini kurmalıdır. Bunlar Libya, Arnavutluk ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde deniz ve hava üsleri olmalıdır.
- Bu üsler ile Yunanistan kuvvet yapısında bir değişiklik yapmak zorunda kalacak. Artık sadece Anadolu’dan değil üç taraftan da tehdide maruz kalacağı için bunun ekonomisine ayrı bir yük getireceğini ve bunun sonucunda krizler yaşanabileceği düşünülmelidir.
- Başta Fransa olmak üzere Yunanistan’a destek veren ülkelere, Kıbrıs Barış Harekâtı’nda olduğu gibi bu konudada kararlı ve haklı olduğumuz tüm siyası platformlarda anlatılmalı ve geri dönüşün olmayacağı harekât alanında gösterilmelidir.
- KKTC’nin artık bağımsız bir devlet olarak tanınması gerekmektedir.
Sonuç olarak; Yunanistan Ege ve Doğu Akdeniz’de teşebbüste ön olarak bazı oldubittilerle bazı ada ve adacıkları kendi egemenliğinde göstermek için fiili durum yaratmış; Doğu Akdeniz’deyse kıta sahanlığı dışında hiçbir hakkı olmadığı halde görüşme zeminini zorlamaktadır. Aslında bu şu demektir: Masadan en az kayıpla çıkmak. Türkiye maalesef geçmiş dönemlerde bu konulara eğilmemiş ve meydan Yunanistan’ın inisiyatifine bırakılmıştır. Bu da Deniz’lere olan açılımımızı asgari düzeye getirecek bir durumdur. Türkiye’nin Deniz’lerden kuşatılmasını önlemek bağımsız KKTC ile birlikte olmalıdır. Kıbrıs’ı asla kaybetmememizin gerekli olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Güçlü bir deniz gücü ile Mavi Vatan kavramı artık Türkiye’nin vazgeçilmez politikasıdır. Çıkarlarımız Mavi Vatan içindedir. Bu vazgeçilemeyecek kavrama sahip olursak Türkiye’nin önü açıktır. Nasıl Yunanistan’ın denize bile dökülse vazgeçmediği bir ideali, Megola İdeası varsa bizim de Mavi Vatan vazgeçilmez idealimiz olmalıdır. Sadece devlet politikası olarak değil toplumumuz da bu konuda eğitilmeli ve bu kavram başta genç nesillere aşılanmalıdır. Dolayısıyla bu, bir devlet politikası olarak benimsenmeli ve vazgeçilmez idealimiz olmalıdır.
Denizler üzerindeki hakkaniyetli çözümler iki komşu ülkenin refahı içindir. Artık Yunanistan tarihten ders alarak arkasına aldığı emperyalist güçlerin menfaatleri bittiğinde yine komşu olarak kalacağımızı anlamalıdırlar. Aksi halde zaman içinde elde ettiklerinden de olma riskini hep düşünmelidirler.
Türkiye’nin dikkate alınacak güçlü bir ülke olduğunu unutmamalarını tavsiye ederim.
21’inci yüzyılda Türkiye’nin hedefi Mavi Vatana sahip çıkmaktır.
“Deniz’lere hakim olan dünyaya hakim olur”. Biz Barbaros’ların torunlarıyız er veya geç bu miras sözü yerine getirmek tüm Türk milletinin boynunun borcudur.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.