Kriz, borçlanma olanakları ve faizler

MDN İstanbul

İçinde bulunduğumuz durumu aslında basit bir dille anlatmak da mümkün: Cari açığı olan her ülke gibi biz de bir uyum süreci yaşıyoruz. Krize uyum sağlıyoruz. Global finans piyasaları kriz içindeyken uyum sağlamak, cari açık dediğimiz mal ve hizmet ticaretinden doğan döviz açığımızı kapatmak durumundayız. Neden bu açığı kapatmak durumunda olduğumuz da basit: Çünkü ticaretten kaynaklanan döviz açığını eskisi kadar telafi edecek sermaye bulamıyoruz. Ne doğrudan sermaye girişi, yani yabancıların Türkiye’deki şirket alımları, ne portföy yatırımları, yani yabancıların hisse senedi ve tahvil alımları yoluyla sermaye girişi eskisi kadar yüksek. Diğer taraftan da, bize borç verenler kriz içindeyken, pek çok Avrupa ülkesindeki bankalar ile ABD’deki bankaların bazıları fiili olarak devlet yardımıyla ayakta duruyorken, bu bankalardan kredi almaya devam etmek hiç de kolay değil.

Doğu Avrupa perişan
İçinde bulunduğumuz Doğu Avrupa bölgesinde şirketler kesimi de, bankalar da perişan durumda. Bölgedeki bankalar mevduattan çok döviz cinsinden alınan dış kredilerle büyümüşler. Yüksek kur artışları şirketlerin ödeme gücünü yıpratırken, Doğu Avrupa bankalarının dış kreditörler nezdinde kredibilitesi düşüyor. Türk bankaları olumlu anlamda çok farklı bir resim çiziyor olsa da, bölgeye kredi açan daha büyük bankalar Doğu Avrupa riskini mümkün olduğu kadar azaltmaya çalışırken, bizim açımızdan borç bulmak hiç de kolay değil. Örneğin, Doğu Avrupa’daki bankalara ve şirketlere verdiği kredilerle kârlılığını artıran ülkelerin bankalarının durumu hiç de parlak değil. Küçük Avrupa ülkelerinin, büyük bankalarının bölge riski milli gelirinin yarısından fazla.

Üretimde hızlı düşüş
Para politikası, Avrupa Merkez Bankası tarafından belirlenen bir ülkede, bu tip bankacılık sektörü sorunları karşısında maliye politikası ne kadar esnek olabilir ki? Sorunlara çözüm bulmak, ülke boyutlarına bakınca hiç de kolay değil. Krizdeki gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelerden alımlarına fren yapınca, büyük şirketlerimizin üretimleri de hızla düştü. Büyük üreticiler de, kendilerine mal ve hizmet sağlayan diğer şirketlerden alımlarını azalttı. Kriz içeriye yansıdı; zaten 2008 başından beri hızla düşen iç satışlar daha da irtifa kaybetti. Ödemelerde, nakit akışında sorunlar olduğu için, iş kayıpları, işten atılmalar nedeniyle alım gücü düştü ve ekonomik aktivite yavaşladı. Bunun yanında, sorunlara doğrudan muhatap olmayanlar da, psikolojik nedenlerle ya da fiyatların daha da düşebileceği beklentisiyle alımlarını en aza indirdiler.

IMF’yle uzlaşmak şart
Kimsenin kimseye borç vermek istemediği bir ortamda 20-25 milyar dolar bulabileceğiniz bir kreditör varsa onunla anlaşma imkânını yaratmak gerek. Bu kreditör IMF ise IMF’yle bir uzlaşma aramamız gerek. Stand by ekonomik daralmanın belli sınırlarda kalmasını sağladığı gibi, ekonominin dibe çok yakın olduğunu ima edeceği için ekonomik aktivitenin yavaşlamasındaki ikinci etki olan psikolojik etkiyi de azaltabilir. Stand by yapmazsak, döviz dengesindeki uyumu sağlamak için tek mekanizma kalıyor; ekonomik daralmanın daha da derinleşmesi. Yani, “Ben IMF’nin şu talebini yerine getirmek istemiyorum” diyen hükümetin, olabilecekten daha derin bir krizin, daha fazla işsizin, daha fazla kapanan şirketin sorumluluğunu da üstleneceği unutulmamalı. Merkez Bankası, bu ortamda beklentilerden de daha önce ima ettiğinden de daha hızlı faiz indirerek piyasaya olumlu haber enjekte etmeye devam ediyor. Amaç, daha önceki faiz indirimine yeterince tepki vermeyen sistemi uzun vadeli faizlerde indirime zorlamak. Reel sektör yıl sonu bilançolarını kreditörlere sunmadan bu stratejinin tek başına işe yarayacağını sanmıyoruz; zira şu anda bankalar, krizin şirketleri ne kadar etkilediğini bilmeden, risk almak istemiyor. Gecelik faiz düzeyiyle ilgili değil, şu andaki kredi faizlerinin yüksek kalması. Belki son iki faiz indiriminin etkisi, krizin şirketler üzerindeki etkisi bankalarca daha iyi değerlendirilebildiği dönemde hissedilebilecek. Diğer taraftan, hız kesmeden devam eden faiz indirimlerinin, maliye politikasının hareket alanını sınırladığını; hükümetin IMF ile anlaşmaması durumunda ortaya çıkacak riski artırdığını gözden kaçırmamak gerek.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın