HAKAN ATEŞ

MDN İstanbul

Dünyanın bankacılık devlerinden Dexia’nın Yönetim Komitesi Üyesi ve DenizBank Genel Müdürü Hakan Ateş, Dexia’daki yeni görevini, son ekonomik gelişmeleri ve denizcilik sektörüne yaklaşımlarını MarineDeal News ile konuştu

1) Dexia’daki yeni görevinizin beraberinde getirdiği sorumlulukları, bu görevin özelde Denizbank’a ve genelde Türk bankacılık sektörüne sağlayacağını düşündüğünüz faydaları bizimle paylaşabilir misiniz?
Dexia bünyesinde atandığım son görev; Türk bankacılığının yanı sıra Türk banka yöneticilerinin de üstün performans göstererek global finans kuruluşlarının ilgi odağı haline geldiğini gösterdi. Dexia’nın on yönetim komitesi üyesinden biri olmam, Türk bankacılığı için önemli kilometre taşlarından biri oldu. DenizBank’ın elde ettiği başarı, ana hissedarımız Dexia için çok değerli. Alınan bu karar aynı zamanda, Dexia’nın Türkiye ekonomisinin bugününe ve geleceğine duyduğu güveni de göstermekte. Bu da bizi gelecek adına daha da cesaretlendiriyor, çıtayı daha yukarılara koymamızı sağlıyor.

2) Ekonomi yönetimi 2010 sonlarında ekonomiye ilişkin bazı önlemler açıkladı. Bunlardan biri de bankaların mevduat munzam karşılıklarının artırılması idi. Bu uygulamanın olası sonuçlarını, bankaların kredi hacmi, reel kesim ve Türkiye ekonomisini nasıl etkileyeceğine ilişkin tahminlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Kriz nedeniyle yüzde 6’dan yüzde 5’e indirilmiş olan TL munzam karşılık oranı Eylül 2010 sonrasında kademe kademe artırılarak Ocak 2011 itibarıyla (mevduat vadesine göre ağırlıklı ortalamada) yüzde 9.4’e çıkarıldı. Merkez Bankası munzam karşılıklarda yaptığı düzenlemeler ile kredi piyasasını maliyet ve likidite kanalları üzerinden etkilemeyi hedefliyor. Söz konusu munzam düzenlemeleri ile piyasadan toplam olarak yaklaşık 22,5 milyar TL çekilmiş olacak. Bu tutar, bugün itibarıyla Türk lirası cinsinden mali kesim hariç kredilerin yaklaşık yüzde 5,8’ine karşılık geliyor. Bunun yanında söz konusu munzam karşılıkların yeni düzenlemelere paralel Aralık 2010’dan itibaren faizsiz olarak Merkez Bankası’nda tutuluyor olması bankaların mevduat maliyetini artıran önemli bir unsur haline geldi. Şu ana kadar bankalar bu maliyeti kredi maliyetlerine ya da mevduat faizlerine çok fazla yansıtmamaya gayret ettiler fakat sistemin marjların hızla düştüğü bir dönemde bu maliyetleri uzun süre taşımaya devam etmesi kolay değil. Bu gelişmelere paralel şu ana kadar kredi artış trendinde önemli bir gerileme görmedik. Fakat zaman içinde kredi artış hızının biraz yavaşlaması beklenebilir. Buna ek olarak son haftalardaki güçlü trendin arkasında faiz artışları olacağı beklentisi ile erkene çekilmiş kredi kullanımlarının olabileceği de düşünülmeli.

3) Cari açıktaki hızlı artış endişelere neden oluyor. Sizin cari açıktaki hızlı artışa ilişkin yorumunuz nedir? Sizce dizginlemeye yönelik olarak yeterli önlem alınıyor mu? Cari açık 2011’de sorun olmaktan çıkabilir mi?
Türkiye’nin bugünkü makro çerçevede büyümeye, büyümek için yatırım yapmaya ve bu yatırımları finanse etmek için de yurtdışından sermaye girişine yani cari denge açığına ihtiyaç var. O nedenle cari denge açığını nasıl daha sürdürülebilir hale getirmek gerekir ona bakmak lazım. Belli bir düzeyde tutabilmek elbette önemli. Ama onun için ekonominin potansiyelinin dizginlenmek zorunda kalınacağı da unutulmamalı. Bir maliyeti var. Bugün ekonominin yüzde 6’sı civarındaki cari denge açığının yüzde 10’lara kadar bir sıkıntı yaratacağını sanmıyorum çünkü bankacılık sistemi bu boyutta bir cari denge açığını sıkıntı yaratmadan fonlayabilme gücüne sahip.
Açığın sürdürülebilirliği önemli ölçüde ekonomiye giren kaynakların kalitesine ve özellikle vadesine bağlı. Uzun vadeli ve ekonomide katma değer yaratacak türdeki sermaye girişi ekonomimiz için aslında çok faydalı. Bu bağlamda sermaye girişini elekten geçirmek düşünülebilir. Bunu bugün IMF bile tavsiye eder hale geldi. Kısa vadeli spekülatif girişlere vergi de konabilir, 1 yıl gibi bir süre sonra çıkarken maliyetsiz şekilde almak üzere Merkez’de munzam tutmak da olabilir. Bunların dozajı yeteri kadar olursa etkili olacakları ve cari açıktaki artışı 2011’de kontrol altında tutabilecekleri görüşündeyim.

4) ABD ve Avrupa ekonomilerinde henüz toparlanma sağlanamazken Avrupa ekonomisinde ikinci kriz senaryoları konuşuluyor. Diğer yandan, son dönemde global ekonominin itici gücü olan Asya ekonomilerinde enflasyon tehdidine karşı talebi kısıcı önlemler alınabileceği düşünülüyor. Bu senaryolar hakkında sizin yorumunuz nedir? Olası bir Avrupa krizi Türkiye ekonomisini nasıl etkiler?
Dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD yavaş ama istikrarlı bir toparlanma sürecinde. Konut sektörü dışında gayet iyi bir büyüme var, konut tarafını da FED destekleriyle ayakta tutuyor. Asya ülkeleri liderliğinde gelişmekte olan ülkeler de gayet hızlı büyüyor. Gelişmekte olan ülkelerden Çin yüzde 10, Hindistan yüzde 8.5, Brezilya yüzde 7.6 gibi yüksek büyüme ile dünya ekonomisini sürüklüyorlar. Hatta enflasyon baskısını azaltmak için para politikalarını sıkılaştırıyorlar. Bir çok ülkede faiz artırımları geliyor. Dünya ekonomisinin en sorunlu kısmı Avrupa Birliği (Euro bölgesi). Global kriz sonrası borcu yüksek küçük AB üyeleri finansman bulmakta zorlanıyorlar. AB’nin ve ECB’nin destekleriyle ayaktalar. Almanya ihracata dayanarak büyümeye devam etse de bölgenin kalan kısmı sıkıntılı. Ve orada yeniden yapılanma süreci devam edecek ve toparlanma gecikecek.
ABD’de dünyayı karıştıracak bir kriz beklenmemeli. Yeniden yapılanma belki acılı olacak ama sürpriz gelişmeler şeklinde olmayacak. Finansal kanallardan Türk bankacılık sisteminin ciddi bir sıkıntı yaşayacağını ve finansman sıkıntısı olacağını sanmıyorum. İçeride mevduat bazımız güçlü, yurtdışı toptan finansman da giderek uzayan vadelerde ve dağınık. Yakında yatırım derecesine yükselecek olmamız da toptan fonlama kaynaklarımızı daha da çeşitlendirecek. Asıl sorun AB’deki sıkıntı devam ettikçe ihracatımızın potansiyelinin altına büyümek ve ekonominin daha çok iç talebe yüklenmek zorunda kalması. Gerçi, kriz öncesinde Türkiye’nin AB’ye olan ihracatının toplam ihracat içindeki payı %56 iken bugün itibarı ile bu oran yüzde 47’ye gerilemiş durumda ve AB’ye ihracat bağımlılığımız azalıyor. İhracatçılar Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Rusya pazarlarına yöneliyorlar. Ama AB’nin payı hâlâ çok yüksek. O nedenle Euro Bölgesi’nin de iç talep üzerinden bir an evvel toparlanması bizim için önemli.

5) 2011’de DenizBank’ın denizcilik sektörüne yaklaşımı nasıl olacak? Denizcilik sektörüne yönelik özel bir çalışmanız var mı veya olacak mı? Sektör kredi taleplerinde daha kolay olumlu yanıt alabilecek mi?
Denizcilik halen bizim niş sektörlerimizden, stratejik yol haritamızın önemli parçalarından biri. Sektör, ekonominin genelinde yaşanan kriz sürecinde tabi ki olumsuz etkilendi ancak bu olumsuzluklar bizim tavrımızı değiştirmedi. Sektöre sırtımızı çevirmedik. Denizci müşterilerimizi de yanımıza alarak, hep beraber mevcut sıkıntıları aşmaya çalıştık. Sadece yaşanan dönemin özelliği gereği sektörle birlikte hızımızı kestik. Bu dönem içinde  devam eden projelerin tamamlanmasını sağladık, hatta verimliliğine inandığımız yeni işlere girdik, sektörün dip fiyatlarından gemi alımı yapmak isteyen armatör müşterilerimizi destekleyerek, Türk denizcilik filosuna genç gemilerin girmesine de katkıda bulunduk. 2011 yılında da bu çizgimizi koruyarak,  Türk denizcilik sektörünün uluslararası rekabet avantajlarını geliştirmede üzerimize düşen misyonu yerine getirerek, sektörün güçlenmesine destek olmaya çalışacağız.

Bunu Paylaşın