AB ve ABD tarafından Türkiye’den Karadeniz, Ege, Akdeniz, Kıbrıs Adası, Suriye, Irak gibi alanlarda önemli tavizlerin istenebileceği bir ortam oluşuyor
ABD’nin dış politika uygulamaları netlik kazanmaya başladı.
Bu çerçevede gelişmeler ABD’nin önümüzdeki dönemde;
• Oyun planını önceki dönemde düşük profil ile takip ettiği mevcut ortaklık ve müttefiklik ilişkilerinin yeniden canlandırılması, bu ilişkilerin geliştirilmesi ve yeni ortaklıkların inşa edilmesi üzerine kuracağını,
• Çin ve Rusya’ya karşı daha aktif bir rekabet içine gireceğini,
• Çin’e karşı başlangıç olarak kendi askeri imkânlarını ön plana çıkaracak şekilde konuşlanırken, Rusya’ya karşı AB ve NATO’yu ön planda tutacağını,
• Her iki alanda da faaliyetlerin kontrolünü elde tutmak ve gelişmeleri şekillendirmek üzere tertip alacağını,
• NATO’nun diyalog ve ortaklık ilişkilerini Asya-Pasifik ortamına taşımak üzere gayret sarf edeceğini,
• Faaliyetlerini Soğuk Savaş Dönemi'nde olduğu gibi kutuplaşmayı artırmak üzere düzenleyeceğini,
• Ortakları ve müttefiklerinden, ortaklık ve müttefiklik kisvesi altında ABD menfaatlerini kendi çıkarlarının ötesinde görmelerini isteyeceğini/bekleyeceğini gösteriyor.
Mevcut durum ABD’nin NATO ve AB içinde, kendi bakış açısına nazaran farklılık arz eden yaklaşımların karşısında yer alacağının da bir işareti.
Bu bakımdan öne çıkan iki ülke bulunuyor.
ABD’nin ikincisine nazaran çok daha dar kapsamlı anlaşmazlık yaşadığı ülkelerin ilki, Kuzey Akım-2 projesi kapsamında Rusya ile işbirliği yapan Almanya.
Kuzey Akım-2 çerçevesinde ABD’nin Almanya üzerindeki baskısı devam ediyor. Projede yer alan şirketlere yaptırım uygulanacağı açıklamaları ardı ardına gelirken Almanya’nın da ABD ile müzakere zemini aradığına dair haberler açık kaynaklarda yer alıyor.
İkincisi ise menfaatleri Karadeniz, Ege, Doğu Akdeniz, Libya, Kıbrıs Adası, Suriye ve Irak’ın kuzeyi gibi Türkiye’yi çevreleyen alanlarda ABD çıkarları ile örtüşmeyen, bu konulardan bazılarında Rusya ile birlikte çalışan, Astana süreci gibi bir diyalog ortamında Rusya ve İran ile birlikte yer alan, ABD’nin girmek istediği Karadeniz, Kafkasya ve Asya derinliklerinde ortaklıklar oluşturma imkânı bulunan Türkiye.
Bu çerçevede ABD’nin;
• Rusya’yı çevrelemek ve enerji jeopolitiğinde söz sahibi olmak, Türkiye’nin kuzeyinde de konuşlanmak, Türkiye ile Kafkasya ve Asya’nın bağlantısını kontrol edebilmek üzere süreklilik arz edecek şekilde Karadeniz’e yerleşmeye çalıştığı, bu maksatla Romanya, Bulgaristan, Ukrayna ve Gürcistan’ı kullandığı,
• Yunanistan’da oldukça da kuvvetli şekilde konuşlanarak Türkiye’yi de çevrelediği,
• Doğu Akdeniz, Ege ve Kıbrıs konularında Yunanistan’ın ve GKRY’nin yanında pozisyon aldığı,
• Kıbrıs’ta, Kıbrıs'ı iki bölgeli ve iki toplumlu federasyon olarak birleştirecek kapsamlı bir anlaşmayı” desteklediği,
• Suriye’nin kuzeyinde Terör Örgütüne yardımlarını sürdürdüğü,
• Suriye’nin kuzeyinde, nihai hedefi Akdeniz’e çıkışı olan bir Kürt devleti kurmak üzere, özerk yönetim oluşturma çalışmalarına devam ettiği,
• Türkiye’yi vekilleri ile güneyden çevrelemeye gayret ettiği,
• “ABD'nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası (CAATSA)” yaptırımlarını devreye soktuğu ve S400 hava savunma sistemi üzerinden Türkiye'ye yönelik yaptırım söylemlerini sürdürdüğü,
• Türkiye’nin Libya’dan çekilmesini istediği,
• Ermeni iddialarını ilk kez Başkan seviyesinde tanıdığı bir süreç yaşanıyor.
ABD’nin, Biden’ın yönetime gelmesi ile başlayan yeni dönemde Türkiye’ye karşı AB ile birlikte hareket etmeye başladığı da görülüyor.
Esasen bu işbirliğinin temel gerekçesi Türkiye’nin Rusya ve İran ile yaptığı bölgesel işbirliği ve Türkiye’nin Ege, Akdeniz, Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki menfaatleri kapsamında sınırlandırılmasıyla ilgili.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Borrell bu gerekçeyi şu şekilde ifade ediyor. “Dağlık Karabağ, Libya ve Suriye gibi ihtilaflarda, bölgesel ihtilafları ‘Astanalaştırma' biçimini gözlemliyoruz. Bu biçim, Rusya ve Türkiye lehine olmak üzere Avrupa’nın bölgesel çatışmaları çözme sürecinden dışlanmasına yol açıyor. Bu nedenle, kapasitemizdeki birçok boşluğu kapatmamız ve çıkarlarımızın söz konusu olduğu yerlerde bulunmamız ve aktif olmamız gerekiyor.”
Aslında özetle AB de, ABD de “Astana Süreci” gibi bölgesel mekanizmalardan, bu mekanizmaların örnek teşkil etme ve diğer alanlarda uygulanabilme potansiyelinden rahatsız.
Bu anlamda AB’nin;
• Aralık ayındaki Liderler Zirvesi sonucunda Türkiye ile ilgili konuları ABD ile koordine edeceğini ve Türkiye’ye yönelik tavrını mart ayında açıklığa kavuşturacağını açıkladığı,
• Mart ayında ise “yasa dışı” nitelemesi ile Türkiye’nin sondaj faaliyetlerini sona erdirmesiyle Doğu Akdeniz'de tansiyonun düşürülmesi, Yunanistan ve Türkiye arasında ikili görüşmelere başlanması ve Kıbrıs'ta Birleşmiş Milletler himayesinde yeniden başlatılması kararlaştırılan müzakerelerin memnuniyetle karşılandığını ifade ettiği,
• Türkiye ile ilişkilerini değerlendirme sürecini haziran ayında yeniden ele alacağını belirttiği,
• AB Konseyi Başkanı ve AB Komisyon Başkanı’nın nisan ayındaki Türkiye ziyaretleri esnasında ise ağırlıklı olarak göç ve gümrük birliği konularını öne çıkardığı biliniyor.
Sonuç
ABD ve AB ilişkileri bakımından daha da zorlu bir döneme girilmiş bulunuluyor. Hem AB hem de ABD hemen her alanda Türkiye’nin ulusal menfaatlerinin hilafına adımlar atıyor.
ABD’nin Biden ile birlikte izleyeceği dış politikanın Soğuk Savaş Dönemi'nin izlerini taşıyan bir boyuta evrileceği, “birlikteyiz veya birlikte değiliz” anlayışının öne çıkacağı anlaşılıyor.
ABD ile AB arasında, diğer konularda olmasa bile Türkiye’ye yönelik bir anlayış birliği tesis edildiği görülüyor.
AB’nin önümüzdeki dönemde Türkiye’ye yönelik taleplerini masaya getirirken adım adım ilerleyecek bir yaklaşımı tercih edeceği, arzu ettiği neticeleri almadığı her durum için yaptırım kartını kullanacağı anlaşılıyor. Gelişmeler ABD’nin de benzer bir tutum içinde bulunacağına işaret ediyor.
Bu durum önümüzdeki dönemde, siyasi otoritenin şimdiye kadar sıklıkla başvurduğu, AB içindeki liderlik mücadeleleri ile Türkiye-Rusya, Türkiye-ABD ve Türkiye-AB ilişkilerinin birbirlerine karşı denge unsuru olarak kullanılması olanaklarının azalacağını gösteriyor.
Diğer taraftan ekonomik göstergelerin olumlu sinyaller vermemesi, dış politika kapsamında yalnızlaşılması da dış siyasetteki duyarlılığı artırıyor.
Bu bağlamda AB ve ABD tarafından Türkiye’den Karadeniz, Ege, Akdeniz, Kıbrıs Adası, Suriye, Irak gibi alanlarda önemli tavizlerin istenebileceği bir ortam oluşuyor.
Mevcut durum diplomatik alandaki yalnızlığın giderilmesini sağlayacak tedbirlerin alınması ile bu anlamda bölgesel işbirliği mekanizmalarının ve bölge merkezli politikaların önemini bir kez daha teyit ediyor.
AB ve ABD’nin ulusal menfaatlerimizin hilafına attığı adımlara zamanında, akıl ve bilim ile oluşturulmuş, sağlam cevaplar verilmesi gerekiyor.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.