2023 yılına dair stratejik ve operatif seviyeli öngörüler

MDN İstanbul

2023 yılında kaleme alınan bu ilk yazıda kadraja hangi konuyu almalıyız sorusunun yanıtını bulmak epey meşgul etti bu köşenin yazarını. Zira, küresel gündem ve uluslararası ilişkiler oldukça yoğun zamanlardan geçiyor. Stratejik düşünebilenler için gündemin hızla aktığı ve devinim sergilediği bir döneme tanıklık ediyoruz. 2022 yılında kırılan jeopolitik fay hatlarının artçı yansımalarını yakından hissedeceğimiz 2023’te, resmi okuyabilmek için yapılacak çok boyutlu hamlelere odaklanmak zorunda kalacağız.

İçinde bulunduğumuz dönemde jeopolitik kazanımlarını önceleyen aktörlerin merak uyandıran hamlelerini, ezber bozan yaklaşımlarını, zorunlu konjonktürel birliktelikleri ve çıkara dayalı ittifakları optiğimize alacağız. Öte yandan özgül ağırlığı görece düşük devletlerin tercih yapmak ve saflarını belli etmek durumunda kalacakları sıkışık bir süreci izliyor olacağız. Askeri jargonla, jeopolitik vaziyette saflar sıklaşacak…

Uluslararası ilişkilerde yapboz dönemi

Uluslararası ilişkilerin yapbozu andırdığı günler yaşıyoruz. Küresel aktörler kimileri için anlaşılması zor hamleler yapıyor. Aralık ayında yazdığımız makalemizde  temas etmiştik, ABD ile Çin arasında başlayan ve on yıl süreceği ifade edilen çatışmasız rekabet dönemi yeni bir küresel düzenin kurulması ile sonuçlanabilir. Jeopolitiğin merkezinde yer alan ABD ile Çin’in sürükleyeceği bu dönemde; Rusya, Hindistan, Japonya, Almanya ile küresel sermayede söz sahibi Körfez ülkelerinin tercih ve yönelimleri farklı denklemlerin kurulmasına vesile olabilir.

Yeni dönemde geçtiğimiz yüzyılda iki büyük dünya savaşını tetikleyen, emperyal genlere sahip Japonya ve Almanya’nın hamle ve tercihleri merak uyandırabilir. İkinci Dünya Savaşı sonrası baskı altına alınan ve kudretleri törpülenen Almanya ve Japonya’nın ayağa kalkmaya başladığı günler yaklaşıyor mu sorusu yeni dönemde gündemi meşgul edebilir. Sözün özü, stratejik öngörü sahiplerinin, soru sormalarının zorunlu olacağı ve soruların birbirini kovalayacağı bir döneme giriyoruz.

Stratejik öngörü eşittir soru sormak

Soruları sıralayalım, mevcut konjonktürde öncelikli rakip olarak nitelendirilen Çin’i çevrelemek ve baskılamak üzere Japonya’nın köklerine dönmesine izin verilir mi? Üzerindeki baskı tedricen gevşetilecek ve ayağa kalkacak Japonya’yı kontrol altında tutmak mümkün mü? AB’yi sürükleyen Almanya’nın geçmiş hayâlleri nostaljinin ötesine taşabilir mi? Ukrayna hadisesi nedeniyle Rusya ile AB’yi uzlaşmaz bir çelişkiye sürükleyen ABD bu stratejisini idame edebilir mi? ABD ve İngiltere ile ilişkileri Stokholm sendromunu andıran Körfez ülkeleri yüzlerini Rusya ve Çin’e dönebilir mi? Hemen her stratejik denklemde kendisine yer bulan Hindistan; ABD, Çin ve Rusya ile ilişki sistematiğini bağlantısızlık döneminden alışık olduğu refleks ile taraf olmadan sürdürülebilir mi? AB’nin Batı Balkanlar açılımı ile ömrünü uzatması olası mı? Tümünü tek yazıda yanıtlamak oldukça zor. Deneyelim.

AB, Batı Balkanlar’a genişleme sürecinde vites yükseltti

AB geçmiş dönemde; Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova, Karadağ, Kuzey Makedonya ve Sırbistan’a katılım sözü vermiş ancak bu ülkelerle ilerleme süreci durma noktasına gelmiş, ilişkiler durağan ve yatay bir seyir izlemişti. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali AB’nin Batı Balkanları hatırlamasına ve Batı Balkanlar’da genişleme sürecini gündeminin üst sıralarına taşımasına neden oldu.

Batı Balkanlar’a yönelik politikasında makas değişikliğine giden AB önce geçtiğimiz Temmuz 2022’de Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile üyelik müzakerelerine başladı. Devamında AB ile İstikrar ve Ortaklık Anlaşması imzalayan Kosova da adaylık statüsü için başvuruda bulunacağını açıkladı. Bosna-Hersek ise Komisyon’un Ekim 2022’de üye ülkelere adaylık statüsü verilmesi tavsiyesi ile AB’ye katılım yolunda önemli bir adım attı.

AB’nin evrilen Batı Balkanlar perspektifi

Kuşkusuz AB’nin evrilen Batı Balkanlar perspektifinin bir arka planı var. AB, katılım sürecinde hayâl kırıklığına uğrayan Batı Balkan ülkelerinin Rusya ya da Çin’e yönelmemesi için (bu denkleme kimileri tarafından Türkiye’nin de dâhil edildiğini hatırlatalım) genişleme yönünde acil adımlar atma kararı aldı. Bu noktada yadsınamaz bir ABD etkisi olabileceğini dikkatinize sunalım.

AB Komisyonu Komşuluk ve Genişleme Komiseri Oliver Varhelyi yeni perspektifi geçtiğimiz aralık ayında Sırbistan’a yaptığı ziyarette “Genişleme politikası AB liderlerinin ilk üç önceliği arasında yer alıyor. Barış, istikrar ve refah için uzun vadeli tek gerçek çözüm AB üyeliğidir” şeklinde açıkladı. AB’nin bu hamlesine NATO cenahından da destek geldi. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Rus müdahalesi ve etnik gerilimlerin uzun süredir siyasi istikrarsızlık yarattığı Bosna-Hersek’in “tüm Batı Balkanlar’da istikrar için önemli” bir aktör olduğunu açıkladı. Böylelikle Bosna-Hersek ansızın pole pozisyonuna oturuverdi.

AB-Batı Balkanlar Zirvesi: Bosna Hersek’e adaylık statüsü verildi

Nitekim Aralık 2022’de Arnavutluk’un başkenti Tiran’da düzenlenen AB-Batı Balkanlar Zirvesi’nde Bosna-Hersek’in adaylığına yeşil ışık yakıldı, devamında AB Zirvesi’nde bu karar onaylandı. Halen yedi ülkenin AB üyeliği için resmi adaylık statüsüne sahip olduğunu hatırlatalım. Bunlar; Türkiye, Kuzey Makedonya, Karadağ, Sırbistan, Arnavutluk, Ukrayna ve Moldova.

Ancak Bosna-Hersek özelinde AB’nin aşması gereken bazı açmazlar öne çıkıyor. AB Komisyonu geçtiğimiz ekim ayında yayımladığı raporda özellikle hukuk devleti alanında Bosna-Hersek’ten gerekli reformların yerine getirmesini talep etmiş, Bosna Hersek’teki Sırp yöneticilere yaptırım uyarısında bulunarak Bosna-Hersek’in bir bölümünü oluşturan Sırp entitesinin Ukrayna’yı işgal eden Rusya’yı desteklemesini endişe kaynağı olarak yorumlamıştı.

Hırvatistan Schengen Bölgesi’ne katıldı

Batı Balkanlar özelinde dikkat çeken bir diğer gelişme ise Hırvatistan marjında gelişti. Avrupa Konseyi’nde kabul edilen kararla Hırvatistan 1 Ocak 2023 tarihinden itibaren Schengen Bölgesi’ne ve AB’nin ortak para birimi olan Euro alanına katıldı . Karar sonrası Schengen Bölgesi on yıldan uzun bir süre sonra ilk defa genişlemiş oldu. Son olarak Lihtenştayn’ın 19 Aralık 2011’de Schengen alanına katıldığını hatırlatalım. Hırvatistan’ın oybirliği ile davet aldığı Schengen üyeliğine, Avusturya’nın itirazı nedeniyle Romanya ve Bulgaristan ise veto edildi . 

Kilit aktör Almanya 

AB’nin yüzünü Batı Balkanlar’a dönmesi Almanya’nın dış politik tercih ve yönelimleri ile doğrudan ilintili. Nitekim Almanya Başbakanı Scholz, Balkan ülkelerinin AB’ye üye olmalarının ülkesinin çıkarına olduğunu sıklıkla vurguluyor. Son olarak AB Zirvesi öncesi “Bizim ve Avrupa’nın çıkarı geri kalan Balkan ülkelerinin AB’nin bir parçası olmasıdır” açıklamasında bulunan Scholz, Bosna-Hersek’in adaylık statüsünün kabul edilmesinin Berlin’de memnuniyetle karşılandığını kaydetti. Hırvatistan’ın Schengen Bölgesi’ne kabulünden de mutlu olduklarını ifade eden Scholz, Bulgaristan ve Romanya’nın da en kısa sürede kabul edilmelerini desteklediklerini ifade etti.

Hadiseye bütüncül bakıldığında Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin jeopolitik öncelik sıralamalarını alt üst ettiğini görüyoruz. Rusya’ya karşı ABD’ye payanda olmakla itham edilen ve Soğuk Savaş pratiğini unutması mümkün olmayan Almanya, Rusya’nın Balkanlar’da etkinliğini artırmasına ve hegemonya tesis etme olasılıklarına kayıtsız kalamıyor. İktisadi olarak bölgeye yüklenen Çin’in yarattığı yayılmacı tehdit de cabası. Batı Balkan ülkelerini kısa sürede AB şemsiyesi altına almaya çalışan Almanya böylelikle her iki ülkenin yarattığı tehdidi uzaktan karşılamak ve baskılamak istiyor. Bu noktada Almanya’nın Ukrayna krizini yönetmede başarısız bulunan Savunma Bakanını değiştirme kararı zamanlama olarak manidar olduğunu dikkatinize sunalım.

Japonya savunma harcamalarını iki katına çıkarıyor

Son dönemde agresif karar ve hamleleriyle dikkat çeken Japonya, Çin’in artan tehditleri ve Rusya’nın Ukrayna işgali sonrası değişen jeopolitik ortam nedeniyle savunma ve güvenlik stratejilerini gözden geçirme kararı aldı. Japonya Başbakanı Kişida, kabinesine savunma harcamalarının 2027 yılına kadar ülkenin GSYH’nin yüzde 2’si seviyesine çıkarılması için gerekli fonları sağlaması talimatını verdi.

Bu durum Japonya’nın savunma harcamalarının iki katına çıkması anlamına geliyor ki, savunma harcamalarının GSYH’nin yüzde 2’si seviyesine çıkarılmasının NATO üyeleri için belirlenen bir kriter olduğunu da hatırlatalım. Batı ile uyum içinde hareket eden Japonya, anlaşılan o ki savunma bütçesini NATO üyesi ülkelerle denklemek istiyor. Japonya yıllık savunma harcamalarını uzun bir süredir GSYH’nin yüzde 1’ine tekabül eden 5 trilyon yen ile (36 milyar dolar) sınırlandırmıştı.

Japonya’nın bu kararı şaşırtıcı değil. Nitekim Savunma Bakanlığı, Çin’in artan askeri gücü ve Kuzey Kore’nin nükleer ve füze programı nedeniyle ülkenin savunma kabiliyetlerini artırmak için önümüzdeki beş yılda ilave 48 trilyon yene ihtiyaç duyulacağını açıklamış geçtiğimiz ağustos ayında 40 milyar dolarlık bütçe talebinde bulunmuştu. Bu hamleleri ayağa kalkmaya çalışan Japonya’nın ayak sesleri olarak yorumlayabiliriz.

Japonya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez Filipinler’e savaş uçağı gönderdi

Japonya’nın ezber bozan hamleleri savunma bütçesini artırma gayretleriyle sınırlı değil. Japonya Hava Öz Savunma Kuvvetleri, Japon savaş uçaklarının İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez Filipinler’de faaliyet gösterdiğini duyurdu. Bu durum Çin’de soğuk duş etkisi yarattı.

İki F-15J Eagle’ın Manila’nın kuzeyindeki eski bir ABD üssü olan Clark Hava Üssü’ne indiği belirtildi. Bu hamlenin 1954’te kurulan Japon Hava Kuvvetleri’nin ilk yurt dışı konuşlanması olduğunun altını çizelim. Clark Hava Üssü’nün sembolik bir anlamı da var. Japonya Ocak 1942’de bu üssü işgal etmiş ve ABD’ye karşı önemli bir merkez haline getirmişti. 1991 yılında Clark Hava Üssü’nü boşaltan ABD, o tarihe dek burayı Amerika’nın en büyük denizaşırı üssü olarak kullanmıştı. Yakın gelecekte Clark Hava Üssü’nün yeniden aktive edilmesi ve ABD ile Japonya tarafından kullanılması şaşırtıcı olmayacaktır.

Son yıllarda Japonya’nın Filipinler’e yönelik ilgisi artarak devam ediyor. Filipinler ile Çin arasında gergin seyreden ilişki sistematiğini lehine kullanmaya çalışan Japonya, Filipinler’e özel önem atfediyor. Japonya Filipinler’in güneyindeki Mindanao Adası’nda İslamcı ayrılıkçılarla barış yapma çabalarında arabuluculuk yaparak bu durumu Filipinler ile ilişkileri geliştirmede bir kaldıraç olarak kullanıyor. Bölgede Çin’in agresif stratejilerine koşut olarak Japonya’nın da el yükselttiğini ve bölgesel görünürlüğünü çok boyutlu artırmaya çalıştığını görüyoruz.

ABD Avustralya’ya askeri yığınaklanmasını artırıyor

Hint-Pasifik Bölgesi’nde dinamik seyreden gelişmeler Filipinler, Tayvan ve Japonya ile sınırlı değil. Anglo-Sakson İttifakı’nın kadim üyesi Avustralya da dikkat çekici hamleler yapıyor. AUKUS ve nükleer denizaltı tercihiyle gündemi meşgul eden Avustralya, ABD ile flörtünü evliliğe götürmekte kararlı bir görüntü veriyor.

Geçtiğimiz aralık ayında ABD Savunma Bakanı Austin, Dışişleri Bakanı Blinken, Avustralya Savunma Bakanı Marles ve Dışişleri Bakanı Wong ile düzenlediği ortak basın toplantısında, ABD ordusunun Çin’in bölgede artan nüfuzunu baskılamak ve Hint-Pasifik Bölgesi’nde güvenliği güçlendirmeye yardımcı olmak üzere Avustralya’daki askeri güç rotasyonunu artıracağını açıkladı.

“Hem diplomasi hem de savunma alanındaki işbirliğimizi derinleştirmeye kendimizi adadık” ifadelerini kullanan Austin devamında, ABD ve Avustralya’nın ülkelerin kendi geleceklerini belirleyebilecekleri bir Hint-Pasifik Bölgesi vizyonunu paylaştıklarını kaydetti.

ABD artıracağı askeri varlığıyla, Çin’e karşı Hint-Pasifik’teki müttefikleri için daha fazla güvenlik sağlamayı amaçlıyor. Bu karar Pentagon’un yeni yayınlanan Ulusal Savunma Stratejisi ve Çin Askeri Gücü Raporu ile de uyumlu bir görüntü sergiliyor. Nitekim Austin, Japonya’nın Avustralya ile daha derin diplomatik ve askeri işbirliğinin önemli bir parçası olacağını belirtti.

ABD son dönemde Tokyo’nun istikrarlı bir Hint-Pasifik sağlamadaki rolüne sıklıkla temas ederek adeta Japonya’yı telkin ve teşvik ediyor. Avustralya ile Japonya arasındaki ilişki sistematiğini geliştirmeyi önceleyen ABD, diğer taraftan ABD-Japonya-Avusturalya arasındaki üçlü savunma işbirliğini konsolide etmeye öncelik veriyor. Attığı adımlara bakarak Japonya’nın bu stratejiye kayıtsız kalmadığını söyleyebiliriz.

Japonya, Kuzey Kore ve Çin tehdidine karşı ABD ve İngiltere ile savunma işbirliğini artırıyor

Nitekim ocak ayında Japonya, yakın çevresinde ivmelenen Kuzey Kore ve Çin orijinli tehditlere ABD ve İngiltere ile savunma alanında işbirliğini güçlendiren hamlelerle karşılık verdi. Japonya Başbakanı Kişida, güvenlik ilişkileri geliştirmek amacıyla İtalya, Fransa, İngiltere ve Kanada’yı ziyaret etti. Devamında Londra’da bir savunma anlaşması imzaladı ve iki ülke birbirlerinin topraklarında kuvvet konuşlandırılmasına izin verdi. Son kertede ABD’ye geçen Kişida, Biden ile görüştü. 

Hatırlatalım, bu görüşme trafiği öncesinde ABD ve Japonya Dışişleri ve Savunma Bakanları Okinawa Adası’ndaki Amerikan askeri varlığının güçlendirilmesi konusunda anlaşmaya vardıklarını duyurdu. Bakanlar yaptıkları ortak açıklamada, “Çin’in dış politikasının uluslararası düzeni kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi amaçladığını, bu durumun tüm uluslararası toplum için ciddi bir endişe kaynağı olduğunu” belirtti.

ABD-Japonya İttifakı’nın “Hint-Pasifik’te barış ve istikrarın temel taşı olduğunu belirten Blinken, imzalanan anlaşmanın iki ülkenin uzay, siber güvenlik ve gelişmekte olan teknolojiler de dâhil olmak üzere tüm alanlarda işbirliğini derinleştirme çabasını yansıttığını vurguladı.

Jeopolitik çekim merkezi: Okinawa

Anlaşma marjında ABD, Japonya’nın güneybatısında, Tayvan Boğazı yakınlarındaki ada eyaleti Okinawa kıyısına acil müdahale gücü konuşlandıracak. ABD’nin Deniz Piyade Birliği bünyesinde görev yapacak 2 bin kişilik askeri gücün, Japonya’nın caydırıcılık kapasitesine destek olması öngörülüyor. Japonya yüzölçümünün yüzde 0,6’sını oluşturan Okinawa, ülke genelinde ABD askeri tesislerinin toplam arazi alanlarının yüzde 70,6’sına ev sahipliği yapıyor. Ülkenin güneybatısı ucunda yer alan ada eyaleti, Kuzey Kore ile bölgesel nüfuzunu yoğunlaştıran Çin’e karşı stratejik önem taşıyor.

21’inci yüzyılda Çin’in askeri gücü ekonomisiyle birlikte büyürken, bölgedeki güç dengesi Pekin lehine değişiyor. Pekin’in savunma harcamaları Tokyo’nun dört katından daha fazla. Bu nedenle Japonya, kendini hem askerî hem de diplomatik olarak destekleyecek yeni güvenlik ortakları arıyor. ABD bu çabaların itici gücü durumunda. Japonya şimdilik Avustralya, İngiltere ve Fransa gibi ülkelere odaklanmış durumda ve ortak sinerji yaratmaya çalışıyor. Tokyo ayrıca 2004 yılından bu yana Quad grubunun üyesi olan Hindistan’la da yakınlaşmaya ve daha sıkı güvenlik ilişkileri inşa etmeye çalışıyor.

Çin’in karşı hamleleri

Hint-Pasifik Bölgesi’nde aleyhine seyreden gelişmelere ve ittifaklaşma çabalarına Çin’in kayıtsız kalmasını beklemek rasyonel bir yaklaşım olmayacaktır. Bu nedenle Çin’in bölgede kendisine müzahir ya da iyi ilişkiler içinde olduğu Pakistan, Bangladeş, Kamboçya veya Myanmar gibi ülkelere yönelik hamlelerinin yakından takip edilmesini öneriyoruz. Yakın gelecekte Çin’in bu ülkelerde askeri güç bulundurma isteği gündeme gelebilir.

Halen Çin’in sadece Afrika Boynuzu’ndaki Cibuti’de denizaşırı bir askeri üsse sahip olduğunu hatırlatalım. Bu noktada ABD merkezli düşünce kuruluşu Rand’ın yayınladığı “Çin’in Küresel Üs Tutkuları” konulu raporu içeriği itibarıyla dikkat çekiyor. Raporda özetle Pekin’in yurtdışındaki askeri varlığını genişletme motivasyonu incelenirken arka planda ekonomik çıkarları koruma güdüsünün belirleyici olduğuna temas ediliyor.

Çin’in denizaşırı üs elde etme çabaları

Denizaşırı üs temin etme çabaları Çin dış politik hedefleriyle uyumlu bir görüntü sergiliyor. Böylelikle deniz ticaret yollarını emniyete almak isteyen Çin, aynı zamanda çevrelenme tehdidine karşı da reaksiyon göstermeyi hedefliyor. Çin’in kendisine müzahir ülkeleri ekonomik gücü ile safında tutmaya çalıştığı bir sır değil, lâkin bölgede denizaşırı üs edinme çabaları beraberinde yeni gerilimleri de tetikleyebilecektir.

Bir başka ifadeyle orta-uzun vadede Çin’in denizaşırı üs edinme hırsı, ABD ile üzerinde uzlaşılan çatışmasız rekabet dönemini sekteye uğratabilir. Nitekim geçtiğimiz mart ayında, Solomon Adaları’nın Çin ile Güney Pasifik’teki Çin askeri varlığının önünü açabilecek bir güvenlik anlaşmasını akdetmesinin bölgede tansiyonu artırdığını vurgulayalım.

Yine de her hâl ve kârda Çin’in Fiji ve Papua Yeni Gine ile ilişkilerini geliştirip bu ülkelerde üs elde etmeye çalışması şaşırtıcı olmayacaktır. Son kertede Çin’in denizaşırı üs arayışları Kuşak ve Yol girişimi ile belirlediği güzergâh ile uyumlu olacak, böylelikle Çin deniz yolları ve stratejik düğüm noktaları boyunca güç projeksiyonu gerçekleştirebilmeyi de hedefleyecektir.

1MDN, Aralık 2022 “Jeopolitik’te Yeni Milat: Çatışmasız Rekabet” 

2Schengen alanı AB’nin 22 üyesi ile İsviçre, Norveç, İzlanda ve Lihtenştayn’ı da kapsayan 26 ülkede yaşayan yaklaşık 420 milyon kişinin pasaport kontrolü olmaksızın sınırlar arasında serbest seyahatine olanak tanıyor. Avrupa’nın mikro ülkeleri Monako, Vatikan ve San Marino da fiilen Schengen alanında yer alıyor.

3Öte yandan Hollanda Romanya’ya “evet” derken, Bulgaristan’a ise “hayır” oyu kullandı.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın