Jeopolitikte yeni milat: Çatışmasız rekabet

MDN İstanbul

ABD ile Çin arasındaki mücadelenin ivmelenerek devam ettiği ve ilişki sistematiğinin Tayvan, insan hakları, ekonomik rekabet, Ukrayna Savaşı, Rusya’ya karşı tutum ve Kuzey Kore başlıklarında düğümlendiği mevcut konjonktürde, ABD Başkanı Joe Biden ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, G20 Zirvesi öncesinde Endonezya’nın Bali Adası’nda görüştü.

ABD ile Çin arasında küresel güç rekabetinin ve gerilimlerin arttığı bir dönemde gerçekleşen görüşmenin zamanlaması, içeriği ve sonuçları jeopolitikte yeni bir sayfanın açılmasına neden oldu. İlk defa yüz yüze görüşen iki lider ajandalarındaki kırmızı çizgilerini gündeme getirseler de diyalog kanallarının açık tutulmasında ve gerilimden kaçınılmasında mutabık kaldılar. Bu görüşme, sonuçları itibarı ile “çatışmasız rekabet” olarak adlandırılacak yeni bir dönemin başladığını gösterdi. Kısaca, iki ülke arasında kaçınılmaz rekabet sürecek lakin iki taraf çatışmadan kaçınacak.

Çin-Rusya birlikteliğinde gedik açmak

Tarafların görüşme öncesi pozisyonları oldukça netti. Örneğin Biden, kendisinin ve Şi’nin, ülkeleri arasındaki görüş ayrılıklarını yönetebileceklerini ve iki liderin karşılıklı işbirliği alanlarını belirleme konusunda sorumlulukları olduğunu vurgularken, Şi ise Biden ile birlikte iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmeyi umut ettiğini, ABD’li mevkidaşıyla samimi ve kapsamlı görüş alışverişinde bulunmaya hazır olduğunu açıkladı.

Aslında her iki lider G20 Zirvesi öncesi yaptıkları açıklamalarla gerilimden uzak tutum sergileyeceklerinin emarelerini verdi. Biden, Çin’in son dönemde Ukrayna Savaşı ile bağlantılı olarak Rusya ile arasına mesafe koyduğunu gözlediklerini belirterek, bu durumu iki ülke ilişkilerinde olumlu bir gelişme olarak yorumladıklarının altını çizdi. ABD’nin Çin ile ilişkilerde Rusya kartını masaya koyması dikkat çekerken, bu stratejik hamle G20 Zirvesi sonrası yeni bir oyunun kurulacağının işaret fişeği olarak görüldü.

ABD-Çin ilişkilerinde rehabilitasyon

Hatırlatalım Şi, kasım ayı başında Almanya Şansölyesi Scholz ile Pekin’de yaptığı görüşmede Rusya’nın Ukrayna’da nükleer silah kullanma tehdidini kınamıştı. G20 Zirvesinde bu çıkışın Atlantik cephede karşılık bulduğu anlaşılmış oldu. Esasen Rusya’nın nükleer silah kullanma tehdidinin iki ülke arasındaki ilişkilerin rehabilite edilmesinde bir manivela görevi gördüğü tespitinde bulunabiliriz.

G20 Zirvesi öncesi verilen şeker pembe mesajlar iki liderin üç saat süren görüşmesine de yansıdı. Görüşme sonrası yapılan açıklamalarda sergilenen saygılı ve yapıcı hava dikkat çekti. İki liderin asgari müşterekte buluşabilmesi G20 Zirvesi sonuç bildirgesine de yansıdı. Görüşme sonrası ABD cenahı “nükleer savaş” argümanını öne çıkarırken, Çin tarafı ise “Tayvan’da kırmızı çizgiyi geçmeyin” uyarısına öncelik verdi. İki liderin öne çıkan açıklamalarına odaklanalım.

ABD cenahı görüşmeyi nasıl gördü?

Her iki liderin nükleer savaşın asla yapılmaması ve asla kazanılamayacağı konusunda mutabık kaldıklarını ve Ukrayna’da nükleer silah kullanımına veya kullanılması tehdidine karşı olduklarına temas eden Beyaz Saray, “Biden, Şi’ye, Washington’ın Çin ile güçlü şekilde rekabet etmeye devam edeceğini, ancak bu rekabetin çatışmaya dönüşmemesi, iki ülkenin rekabeti sorumluluk sahibi bir şekilde yönetmesi gerektiği” ifadelerini kullandı.

Beyaz Saray ayrıca, ABD ile Çin’in iklim değişikliği, küresel makroekonomik istikrar gibi uluslararası konularda birlikte çalışılacağını, iki ülke liderinin, iletişim kanallarının açık tutulması ve yapıcı çabaların derinleştirilmesi için uygun yetkililerin görevlendirilmesi konusunda uzlaştığını açıkladı.

Kuşkusuz bunlar görüşmesinin arka planını yansıtan olumlu açıklamalar. Öte yandan Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Tibet, Hong Kong ve insan hakları konusundaki endişelerine de atıfta bulunan ABD tarafı, Tayvan konusunda “Tek Çin” politikalarının değişmediğini, herhangi bir tarafça statükonun tek taraflı değiştirilmesine karşı çıktıklarını ve Tayvan Boğazı’ndaki barış ve istikrarın sürdürülmesinin tüm dünyanın çıkarına olduğunu kaydetti.

Ez cümle ABD’nin pozisyonunu G20 zirvesi açılışında konuşan Biden net bir şekilde ortaya koydu. Şi ile görüşmesine yönelik “Bence birbirimizi anlıyoruz. Yeni bir Soğuk Savaş olmasına gerek yok… Birbirimize karşı her konuda açık ve nettik” ifadelerini kullanan Biden, “Çin’in yakın zamanda Tayvan’ı işgal etme girişimi olduğunu düşünmüyorum. Tayvan Boğazı’nın iki yakası arasındaki sorunların çözülmesini istiyoruz” açıklamasında bulundu.

Çin: “Şi, Biden’ı, Tayvan’da kırmızı çizgiyi aşmaması için uyardı”

Çin tarafı ise iki ülke liderinin yaptığı görüşmeye Tayvan optiğinden bakmayı tercih etti. Çin Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada Şi’nin Biden’a “Tayvan’da kırmızı çizgiyi geçmeyin” uyarısında bulunduğu kaydedildi. Tayvan sorununun, Çin’in temel çıkarlarının tam merkezinde yer aldığını, Çin-ABD ilişkilerinin siyasi temelinin ana ilkesi olduğunu belirten Çin Dışişleri, Tayvan sorununun çözülmesi Çinlilerin meselesidir yaklaşımını ortaya koydu.

ABD’ye meydan okumak niyetinde değiliz

Çin Dışişleri mevcut koşullar altında Çin ile ABD’nin daha fazla ortak çıkarı paylaştığına, Çin’in ABD’ye meydan okumaya, onun yerini almaya veya mevcut uluslararası düzeni değiştirmeye çalışmadığına temas ederek iki tarafı birbirine saygı duymaya davet etti.

ABD’nin kapitalizm, Çin’in ise sosyalizm yoluyla kalkınmayı benimsediğini, her iki tarafın da bu farklılığa saygı göstererek birbirlerini kendi ölçüsüne göre yeniden şekillendirmeye, diğerinin sistemini sarsmaya ve değiştirmeye çalışmaması gerektiğini vurgulayan Çin, “Nasıl ki, ABD’nin Amerikan stili bir demokrasisi varsa, Çin’in de kendine özgü bir demokrasisi var. Her ikisi de kendi ulusal koşullarına uygun. Çin’de uygulanan halk demokrasisi ülkenin gerçeklerine, tarihine, kültürüne uygun ve halkın iradesini yansıtıyor” açıklamasında bulundu.

Blinken Çin yolcusu, Austin Hint-Pasifik turunda

Biden ile Şi arasındaki yapıcı görüşme trafiği ilk meyvesini gecikmeksizin verdi. Beyaz Saray, ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Çin’i ziyaret edeceğini duyurdu. G20 Zirvesi sonrası ABD’nin Asya-Pasifik Bölgesi’ne yönelik diplomatik hamleleri ise hız kesmedi.

Kamboçya Seam Reap’te 23 Kasım’da düzenlenen 9’uncu ASEAN Savunma Bakanları Toplantısı’na katılan ABD Savunma Bakanı Austin, öncesinde dikkat çeken bir Endonezya ziyaretine imza attı. Jakarta’da Endonezyalı muhatabı ile görüşen Austin, Endonezya’ya Ukrayna’ya verdiği destek için teşekkür ederek, özgür ve açık bir Hint-Pasifik sağlamak için iki ülke arasındaki askerî işbirliğini ve angajmanları artırma sözü verdi.

İvmelenen Çin etkisi nedeniyle son dönemde önemi her geçen gün artan Hint-Pasifik’te daha fazla güvenlik ve işbirliğinin ele alındığı görüşmede Endonezya Savunma Bakanı Subianto, Austin’in ziyaretini “dostluk, işbirliği ve ortaklığın” sembolü olarak nitelendirerek, ABD ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda bizim için her zaman iyi bir dost olmuştur açıklamasında bulundu.

ABD’nin sarsılmaz taahhüdü

Ziyaretin arka planını ise Pentagon ifşa etti. Bakanlıktan, Austin’in Endonezya ziyaretinin maksadını “Endonezya silahlı kuvvetleriyle birlikte çalışabilirliği artırmak ve modernizasyonunu desteklemek” olarak açıkladı. G20 Zirvesi’nde yakalanan olumlu havaya karşın, ABD’nin geçen ay yayınlanan Ulusal Savunma Stratejisi çerçevesinde Çin’i çevrelemek üzere bölge ülkelerine yönelik angajmanlarını sürdürdüğünü görüyoruz. Bölgede Filipinlerden sonra Endonezya ile de ilişkilerine özel önem atfeden ABD’nin, denizde silahlı bir saldırı olması durumunda Filipinler’i savunmak için “sarsılmaz taahhütte” bulunduğunu dikkatinize sunalım.

Savunma Bakanı Austin, Cakarta’da Endonezyalı mevkidaşı ile görüşmesinin ardından ASEAN Savunma Bakanlarının toplantısı için geldiği Kamboçya’da Filipinler, Vietnam ve Kamboçyalı muhatapları ile de görüştü. Hatırlatalım, Çin bölgede Papua Yeni Gine ve Solomon Adaları gibi Pasifik ülkeleriyle daha güçlü bağlar kurmaya çalışırken, ABD’yi bölgede NATO tarzı bir müttefik bloğu kurmaya çalışmakla suçlamıştı.

Konuyla bağlantılı olarak aralık ayında İngiltere ve Japonya’nın Asya-Pasifik’te yeni bir askerî işbirliği anlaşmasına imza atacaklarını dikkatinize sunalım. Anlaşmanın amacı kuşkusuz Hint-Pasifik Bölgesi’nde işbirliğini güçlendirme minvalinde şekillenecek. Son kertede AUKUS’un Japonya’yı içine almış versiyonunun doğumuna şahit olabiliriz. Çin ise bu hamlelere koşut olarak çok katmanlı bir güvenlik denklemi tesis etmeyi hedefliyor.

Kurulan denklemde Almanya (AB)’nın rolü

Ukrayna krizinde tümüyle ABD çizgisini benimseyen Almanya’nın Merkel sonrası dönemde içine düştüğü hazin durum şaşkınlıkla takip ediliyor. Bu algıya son vermek isteyen Şansölye Scholz, kasım ayı başındaki Pekin ziyaretinde ezber bozmaya ve makas değiştirmeye çalıştı. Çin ziyaretinde Almanya’nın millî çıkarlarını önceleyen bir görüntü veren Scholz, Berlin’in Çin ile ilişkilerini üçüncü taraflar üzerinden şekillendirmeyeceğini ilan etti. Nitekim ziyaret sonrasında iki ülke arasındaki işbirliğinin çok boyutlu geliştirilmesi kararı alındı.

Scholz’un Çin ziyareti Alman dış politikasındaki açmazları ve kafa karışıklığını göstermesi bakımından oldukça manidar ve yakın gelecekte ülke siyasetinde bir kırılmaya neden olabilir. Ukrayna meselesinde izlediği politika nedeniyle sıkışan Almanya, Çin ile ilişkilerde (daha doğru bir ifade ile ABD-Çin rekabetinde) ABD’nin kayığına binmek istemiyor.

Nitekim ABD’nin Çin’i çevreleme stratejisi uyguladığı mevcut konjonktürde Scholz’un iş insanlarıyla birlikte Çin’i ziyaret etmesi, Alman perspektifini göstermesi bakımından anlayana çok boyutlu bir mesaj niteliği taşıyor. Hatırlatalım, evvelden Macron Çin’e birlikte gitme ve ortak Avrupa mesajı verme teklifinde bulunmuş, Scholz ise bunu reddetmişti. Çin söz konusu olunca Almanya’nın müstakil hareket etmeyi tercih ettiğini görüyoruz.

Almanya’nın parçalı iç politik yapısı

Ancak Almanya’nın parçalı iç politik yapısı Ukrayna’dan sonra Çin özelinde de bir takım sorunları beraberinde getirebilir. Halen iktidar ortağı olan Yeşillerin, Atlantik yapıya müzahir tutumu Almanya’nın bağımsız ve güdümsüz bir dış politika izlemesine engel teşkil ederek dış politikada savrulmalara neden oluyor. Bu nedenle Alman dış politikasında “iki farklı Almanya” görmek durumunda kalıyoruz.

Bir tarafta Çin ile işbirliği yapmak isteyen Merkel döneminin mirası Almanya, diğer tarafta ise Atlantik çizgisine payanda olmuş Yeşillerin sürüklediği Almanya. Almanya’nın içine düştüğü bu sıkışıklığın yakın gelecekte ülkede bir siyasi krize neden olması ve erken seçimi tetiklemesi ihtimal dâhilinde görülebilir. Bunu not edelim. Zira Almanya’nın dış politikada bu parçalı ve ikircikli tutumunu muhafaza etmesi rasyonel ve sürdürülebilir değil. Alman seçmenlerin Ukrayna meselesinde ABD’ye verilen koşulsuz desteğe tepkisi de göz ardı edilemeyecek bir seviyeye ulaşmış durumda. Üstelik genel kış da kapıyı çalmak üzere.

Scholz: Çin değiştikçe biz de değişmeliyiz

Almanya’nın jeopolitik açmazını Scholz’un Çin’e yönelik tespiti ile bitirelim. “Çin değiştikçe bizim de ona bakış açımız ve ilişkimiz de değişecek. Soğuk Savaşı yaşayan bir ülkeyiz ve bunun acısını en çok çeken bölünmüş bir ülkeyiz. Dolayısıyla biz bu tür kutuplaşmalara karşıyız. Çin’den ayrılmak istemiyoruz ve ilişkilerimizi üçüncü bir taraf belirlesin istemiyoruz” tespitinde bulunan Scholz, değişen Çin’e koşut olarak Almanya’nın da değişmesi gerektiğini vurguluyor. Böylelikle zımnen de olsa Almanya’nın ABD’nin Çin politikasına boyun eğmeyeceğini ilan etmiş oluyor. Son kertede Almanya, Ukrayna meselesinden farklı olarak, kurulan Çin denkleminde edilgen tutumunu etkene evirmiş oluyor.

G20 Zirvesi’nin ardından aktörlerin pozisyonları

ABD bakımından Rusya hasım, Çin ise rakip güç olarak görülüyor. G20 Zirvesi öncesi gerçekleşen Biden-Şi görüşmesinde, çatışmasız rekabet döneminin başladığı ilan edilmiş oldu. Ez cümle iki ülke arasında kaçınılmaz rekabet devam edecek lâkin taraflar sıcak çatışmadan kaçınacak. Mutabık kalınan bu yaklaşımın payandasını ise nükleer silahların kullanılmaması, ötesinde kullanımına yönelik tehditlerden dahi kaçınılması oluşturacak. Bu noktada ABD ile Çin’in Rusya’nın nükleer silah söylemlerine karşı görüş birliği ve eş güdüm sağladıkları sonucuna varabiliriz. ABD bakımından öncelik, Çin’in Ukrayna meselesi sonrası takındığı pragmatik yaklaşımı sürdürmesi, nihai hedef ise Çin-Rusya birlikteliğinde gedik açmak.

G20 Zirvesi’ne düşük seviyeli (Lavrov tarafından temsil edildi) katılan Rusya’nın hedefi Çin ve Hindistan’ın desteğiyle Zirve sonuç bildirisinin yayımlanmasını engellemekti. Rusya hesap hatası yaptı. Zira Çin, nükleer silah kullanım tehditlerini önceleyerek ABD’ye yeşil ışık yaktı ve sonuç bildirisinin yayınlanmasının önünü açtı. Şüphesiz bu durum Rusya cenahında rahatsızlık yarattı.

G20 üyelerinin çoğunluğu Ukrayna’daki savaşı şiddetle kınarken, üyelerin tümü çatışmanın küresel ekonomideki kırılganlığı artırması ve gerekli önlemlerin alınması konusunda mutabık olduklarını açıkladı. Bu durum Ukrayna’da geri adım atmaması durumunda Rusya’nın izolasyonunun süreceğini gösterdi.

Denklem çözülür mü?

Çin’in ABD ile çatışmasız rekabet kuramı üzerine tesis ettiği anlayış birliği ilerleyen günlerde Rusya-Çin ilişkilerinde soğumalara ve kopuşlara neden olabilir. Benzer durum ABD ile Almanya arasında Çin’e bakış açısı nedeniyle de yaşanabilir. Mevcut konjonktürde, kısa vadede Çin-Rusya birlikteliğinin devam edeceği aşikâr. Son kertede Rusya-Çin birlikteliğinin geleceği ABD’nin Çin’e karşı izleyeceği politikalar minvalinde şekillenecek. ABD’nin rekabeti uzlaşılan çerçevede sürdürmesi durumunda Çin tedricen Rusya’dan uzaklaşabilir.

Kuşkusuz bu durum jeopolitikte zaman içinde çok büyük kırılmaları da beraberinde getirebilir. Önümüzdeki dönemde gözler ABD-Çin rekabetine odaklanırken, denklemin diğer bilinmeyenleri Rusya, Almanya, Hindistan ve Japonya’nın yapacağı hamleler, denklemin çözülmesine ya da daha da karmaşık hale gelmesine neden olabilir.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın