Deniz Savunma Sanayinde yükselen teknolojiler

MDN İstanbul

Türkiye küresel güç olma yolunda Savunma Sanayi’nde dev yatırımlar yapıyor. Ancak devletimizin ve Donanmamızın planlamalarına baktığımızda daha yolun başında sayılırız. Önümüzdeki dönemde yerli sanayi ve teknoloji kuruluşlarımızın katkılarıyla devlet ve özel sektör tersanelerinde üretilecek çok sayıda suüstü ve sualtı platformunun Türk ve dünya denizlerinde seyir yaptığını görebiliriz
Dünya ticaret hacmindeki artış ve hızla gelişen bilgi ve iletişim teknolojilerine paralel olarak denizcilik sektöründe önemli gelişmeler yaşanıyor. Bu gelişmelerin en yoğun şekilde yaşandığı alanların başında hiç kuşkusuz, Savunma Sanayi ve Deniz Kuvvetleri geliyor. Bölgesinde önemli bir güç olan Türkiye, içinde bulunduğumuz bu teknoloji çağında ön almak ve küresel bir güç olma yolunda ilerlemek için Deniz Kuvvetlerine önemli yatırımlar yapıyor. MarineDeal News olarak Savunma Sanayinde yaşanan bu gelişmelere daha yakından bakabilmenizi sağlamak amacıyla, KÜDENFOR Kurucusu Amiral(E) Cem Gürdeniz’in danışmanlığında, Deniz Savunma Sanayinde Yükselen Teknolojiler ve Sualtı Teknolojileri konusunda iki ayrı dosya hazırladık. Bu doğrultuda, Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Özden Örnek’in makalesine ve Savunma Sanayi Müsteşarlığı Deniz Araçları Daire Başkanı Alper Köse ile yapılan röportajı sayfalarımızda okuyabilirsiniz. Ardından, 8 Mart 2017 tarihinde yapılan Küdenfor Çalıştayı’ndaki çok değerli sunumların kısa birer özetini bulabilirsiniz. Ayrıca, hazırladığımız Sualtı Teknolojileri dosyasında Milli Denizaltı projesi yolunda çalışan kurum ve kuruluşların makalelerini, 27. sayfadan itibaren okuyabilirsiniz. Bu yayına makaleleri ve görüşleriyle katkı sağlayan tüm kişi, kurum ve kuruluşlara teşekkür ederiz.

Özden Örnek: Başarı hayal gücüyle sınırlıdır

Devlet harcamaları bilindiği üzere bir ülkenin ekonomisinin itici gücüdür. Bu harcamaların en büyük payı da genelde savunma harcamalarıdır. Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nın kurulmasının altında  yatan esas neden bu harcamaların TSK’nın hedeflerini karşılamak üzere sanayiye yetenek kazandırmak ve kazanılan yeteneklerin kurumsallaştırılmasını sağlamaktır. Maalesef 2004 yılına kadar olan sürede, birazcık da TSK komuta heyetlerinin baskısı ile, SSM bu amaçtan farklı olarak TSK’ya raf malzemesi temin etmiştir (hazır gemi, hazır uçak, hazır silah gibi).

Bugün Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı olan Sayın Faruk Özlü SSM’in bu kısır döngüden kurtulmak için  2004 yılında alınan kararlarla ilgili şöyle demektedir:

“…15 Mayıs 2004 tarihli Savunma Sanayi İcra Komitesi toplantısını savunma sanayimiz açısından bir büyük dönüşümün başlangıcı olarak kabul etmek gerekir.

…Bu toplantıda önemli ve büyük projelerin ihale süreçleri iptal edildi. MİLGEM, ATAK, insansız hava aracı ve bugünkü ALTAY tankı gibi yabancı ana yüklenicilerle Türkiye’de lisans altında üretimi öngörülen proje modelleri iptal edildi. Bunun yerine yerli şirketlerin ana yüklenici olacakları proje modelleri benimsendi.”

“Yabancıya ihale verip ‘bize

iş ver’ diyorduk”

“Bu dönüşümden önce, uluslararası ihale yapıyor, doğal olarak ihaleyi kazanan firmaya da işi veriyorduk. O yabancı firmaya da ‘Sen bu ihaleyi kazandın ama sen bizim yerli şirketlerimize buradan iş payı ver, onları alt yüklenici yap’ diyorduk. Yani kendi işimizi önce yabancıya veriyor, sonra da ana işi verdiğimiz firmadan bizimkilere iş payı vermesini istiyorduk.”

“15 Mayıs 2004’teki o toplantı bu sistem tersine döndürülmesinin başlangıcı olmuştur. Bu tarihten sonra yapabilecekleri her işte yurtiçi firmaları ana yüklenici olarak seçtik. Bu defa yabancı şirketler bizim firmalarımızdan iş isteme, alt yüklenici olma durumunda oldular. Bu sayede son 10 yılda savunma sistemlerinin yurt içinden karşılanma oranı yüzde 55’ler seviyesine çıktı.“

Sayın Bakanın bu açıklamasındaki her şeye, o günleri 1985 yılından itibaren içinde yaşamış bir kişi olarak, katılıyorum. Katılmadığım en son satırdaki yüzde 55 değerlendirmesidir. Bakan bu rakamı verirken parça bazında mı yoksa maliyet yönünden mi yüzde 55 olduğunu belirtmemiştir. Bu konu aşağıda anlatacaklarım için önemli değil ama savunma sanayi bakımından nerede olduğumuzu iyi tespit edemez ve işi siyasi söyleme dökersek yanılgılarımız çok olur. Kaldı ki toplam savunma ihtiyaçlarımız göz önüne alınırsa maliyet yönünden yüzde 55 bana göre şişirilmiş bir rakamdır. En önemli milli ürün Büyükada’da bu miktar maliyet yönünden yüzde 65-70’dir. Eğer savunma harcamalarımızın büyük kısmını yerli piyasada yapmak istiyorsak bu rakam hedefimiz için çok önem kazanmakta bir ölçüde etkinlik ölçüm sayısı olmaktadır.

Savunma sanayinin ilk milli olarak gerçekleşen projesi Deniz Kuvvetlerinin GENESİS Savaş Yönetim Sistemi’dir. Onu takiben birçok milli ürünü üzerinde barındıran MİLGEM Projesinin ilk gemisi TCG Heybeliada gelmektedir (Bu gemide sözü edilen millilik oranı maliyet açısından yüzde 65-70’den aşağı değildir).

Her iki proje de hem başarılı hem de kurumsallaştırılmış projelerdir.  Şunu demek istiyorum: bugün deniz kuvvetleri bu projede öğrendikleri sayesinde suüstü gemilerinin hemen hemen bütün türlerini tasarlayıp, dizayn edebilecek ve milli ürünlerle donatacak duruma gelmiştir. En önemlisi böyle karmaşık projelerin Proje Yönetimini de öğrenmiş ve kurumsallaştırmıştır. Tabii ki bu sayede pek çok özel sektör sanayi kuruluşu da kazanılan yetenekleri kurumsallaştırmıştır. Kısacası savunma sanayinde yerli üretim değişik şekillerde karşılanabilir ama önemli olan kazanılan yeteneğin kurumsallaşmasıdır.

Umarım ve biliyorum ki çok yakında konvansiyonel ve piyasadaki en iyi denizaltı yapımları ile rekabet edebilecek  bir denizaltı projesinin uygulaması başlayacaktır. Bu adım ülkemiz için çok önemlidir. Bir denizaltıyı her şeyi ile (silah ve cihaz) yerli üretmek dev bir adım olacaktır.

Söylediklerim temenni değil tamamen bilgiye dayanmaktadır. Zira emekli olduğum 2005 yılında bir denizaltının silah ve cihaz bakımından teknoloji, hardware ve software  için gereksinim duyulacak bütün konuları projelendirilmişti. Aradan geçen zaman içerisinde bu projelerde olan gelişmeler gurur vericidir. Bu ifademi son bir ay içerisinde teyit ettim.

Genelde harp silah araçları az bir kısmı hariç tutulursa software ve hardware’den meydana gelir. Bugün ülkemiz için software her şekliyle bir sorun olmaktan çıkmıştır. Pek çok özel ve devlet kurumu her türlü software’i üretebilecek durumdadır.

Harp silah araçlarının üretiminde ülke olarak sorunumuz hardware kısmındadır. İhtiyaca göre, hele yarınki ihtiyaca göre hardware üretmek her şeyden önce yoğun bir ARGE faaliyeti gerektirmektedir. İşte bizim yumuşak karnımız bu noktadadır. Kanaatimce bu konuda devlet olanaklarının öncülüğüne gereksinim vardır. Önemli olan bir protipin üretilmesidir. Seri ve sürekli üretim ise özel sektör tarafından sağlanmalıdır.

Esasında çevremize bir baktığımızda veya ülkemizin sanayi olanaklarını gerçekten ve samimi olarak tanımaya başladığımızda helva yapmak için her türlü olanağın olduğunu sorunun sadece helvayı yapmakta olduğunu görebiliriz. İşte bu noktada kanaatimce büyük iş, SSM ve araştırma merkezlerine düşmektedir. Bunun içinde bir devlet politikasına gereksinim vardır. Özellikle yüksek nitelikli teknolojiye çok gereksinim duyulmaktadır. Bu tip teknoloji transferi, ülkelerle dost geçinerek ancak temin edilebilir. Bu nedenle siyasetçilerin diğer ülkeler ile ilişkilerimizde bu noktayı göz önünde bulundurmalıdırlar.

Savunma sanayi ile ilgili çok önemli bir nokta var. Savunma sanayinde yer alacak özel ve devlet kurumları bir pazarın oyuncularıdır. Daha önemlisi önce pazarı yaratmak gerekmektedir. Örneğin bir taraftan belli bir radar üzerinde prototip için ARGE yaparken ihtiyaç önemlidir diye dış ülkelerden karşılanırsa yurt içi milli üretime geçmek hayal olur. Bu konu ise TSK tarafından çok titiz bir planlamayı gerektirmektedir. Kısacası savunma sanayi toplam olarak çok dikkatli ve titiz bir planlamaya ihtiyaç duymaktadır.

Harp silah araçlarının temininde sadece savaşan platformlar değil o platformlara konacak olan silahlarda  çok önemlidir. Bugünün ortamında kullanabilecek top, roket, güdümlü mermi, torpido vs. o kadar yüksek fiyatlara ulaşmıştır ki, bu silahları yerli üretmek için büyük bir   sebep haline gelmiştir. Bunların hangisi devlet olanakları ile hangisi özel sektör olanakları ile yapılacaktır bir karar gereksinim vardır.

Belki bugüne kadar karşılaşmadığımız ama savunma sanayimiz geliştikçe karşılaşacağımız bir önemli konuda üretilen malzemelerin yurt dışına satışlarıdır. Bu satışların ne şekilde gerçekleşeceğine dair bir devlet politikasına gereksinim vardır. Üretilen malzemelerin batının bize yaptığı gibi ticari kopyalarımı yoksa üretilen malzeme olduğu gibi mi satılacaktır? Siyasetçi buna karar vermek zorundadır. Savunma sanayinde yer alan özel sektör kurumlarının en büyük sorunlarından biri finanstır. Çoğunlukla ihaleye katılan bir katılımcı teminat mektubunu karşılamakta bile sıkıntı çekmektedir. Zira savunma sanayi projeleri genelde yüksek tutarlı projelerdir. Dolayısıyla rekabette üretim yeteneği olan bir firma  adil olmayan şartlarla karşılaşmaktadır. SSM belki de bu konuda “teşvik” adı altında bir şeyler yapabilir.

Daha söylenecek pek çok konu var ama bu yazının amacı ile kısıtlı kalarak burada kesiyorum. Söylemek istediğim son bir konu da var.

Bugün bizim ve bütün dünya bahriyelerinin en büyük korkusu hâlâ sualtı tehdididir. Maalesef bu konudaki teknoloji ses dalgasına sıkışıp kalmıştır. Akustik olanakların dışında bir çok ülkede araştırmaların devam ettiğini biliyoruz. Ancak bugüne kadar bizlere intikal eden bir teknolojik yenilik yok. Dolayısıyla üniversitelerimizin ve TÜBİTAK’ın bu konudaki (sualtında arama ve tespit sorununu çözmek için akustik ve akustik dışı olanakların kullanılması) araştırmalarına büyük ihtiyacımız vardır. Belki de bu konuda kullanıcı da hayal gücü ve maddi olanakları ile sorunun çözümüne katılmalıdır.

Her türlü radar, her türlü güdümlü mermi, her türlü muhabere cihazı (uydu dahil), her çapta kara ve deniz topları ile bunların ihtiyacı olan mermilerin cephanesi, kripto cihazları başta olmak üzere pek çok önemli harp silah ve aracını üretebilecek yetenekteyiz. Galiba birazcık etkin planlamaya ihtiyacımız var. Motor üretimimiz ülke geneli dikkate alınarak planlamalıdır.

TCG Heybeliada inşası sırasında öğrendiğimiz iki konu vardı: İstemek ve projeyi yapmaktan korkmamak. Savunma sanayimizin de bu iki ögeye çok ihtiyacı vardır. Şurası gerçektir ki son 20 yılda çok büyük mesafeler kat ettik.

İnsanın başarısı sadece hayal gücü ile sınırlıdır.

‘Milli gemiler milli kaynaklarla inşa ediliyor’
Savunma Sanayi Müsteşarlığı Deniz Araçları Daire Başkanı Alper Köse, son yıllarda önemli projelere öncülük ederek Türk Savunma Sanayi’nin büyük gelişim göstermesine katkıda bulunan Savunma Sanayi Müsteşarlığı (SSM)’nın uzun vadeli hedefleri doğrultusunda önümüzdeki dönemde önemli projelere imza atacağını ifade etti
Alper Köse, bilginin çok hızlı bir şekilde yayıldığı, bilgiye ulaşımın her geçen gün kolaylaştığı bir yüzyılda yaşamanın sağladığı avantajları en iyi şekilde değerlendirmemiz gerektiğine inandığını belirterek “Ülkemizin oldukça zorlu bir dönemden geçtiği bu yıllarda savunma sektörü olarak devlet kurumlarına, tersanelerimize, sistem tedarikçisi kuruluşlarımıza, özel sektör temsilcilerimize, alt yüklenici ve KOBİ’lerimizin üstüne bilginin kullanımı ve ulaşımı noktasında büyük görevler düşmektedir. Gerek ulusal savunma ve güvenlik ihtiyaçlarımızın karşılanmasında gerekse uluslararası camiada bilinirlik, caydırıcılık gibi sorumluluklarımızın yerine getirilmesinde teknolojik bağımsızlık her zamankinden daha önemli bir konuma gelmiş bulunmaktadır” diyerek SSM bünyesinde yapılan projeler hakkında bilgiler verdi.

“Müsteşarlığımız, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve diğer kamu güvenlik kurumlarının platform, sistem, teçhizat ve donanım ihtiyaçlarının tedarik edilmesi misyonunu, yerli savunma sanayimizin geliştirilmesi bakımından bir fırsat olarak değerlendirilerek mümkün olduğunca yerli katkı ve milli teknolojilerle karşılama faaliyetlerine yoğun olarak devam etmektedir. Deniz Araçları Daire Başkanlığı, Müsteşarlığımızın misyon ile vizyonuna uygun olarak yerlileştirme ve milli imkanlar ile tedarik özelindeki stratejisini başarı ile sürdürmekte olup, Askeri Gemi İnşa sektörüne yönelik bir çok faaliyetleri uzun vadeli planlar çerçevesinde sürdürmektedir.

SSM Deniz Araçları Daire Başkanlığı’nın hâlihazırda 2 adet kamu ve 5 adet özel sektör tersanesinde devam etmekte olan 9 adet sözleşmesi bulunmaktadır. İstanbul Tersanesi Komutanlığı’nda MİLGEM Projesinin devam gemileri olan 3. ve 4. geminin inşa/donatım ve test faaliyetlerine devam edilmektedir. Üçüncü gemi 18 Haziran 2016 tarihinde denize indirilmiş olup test faaliyetleri sürmektedir. Dördüncü geminin ise inşa, donatım ve test faaliyetleri devam etmekte olup, 2017’nin ilk yarısında denize indirilmesini planlamaktayız. Gölcük Tersanesi Komutanlığı’nda devam etmekte olan Yeni Tip Denizaltı Tedarik Projesinde, hâlihazırda birinci denizaltıya ilişkin inşa ve test faaliyetleri sürdürülmektedir. İkinci denizaltıya ilişkin inşa faaliyetlerine başlanmış olup devam etmektedir.

Beş adet özel sektör tersanesinde devam etmekte olan projelerimizden biri olan Amfibi Gemi (LST) Projesi kapsamında 1. Geminin testleri tamamlandı, geçici kabul sürecine girilmiş durumdadır. 2. Geminin seyir kabul testlerine başlanacaktır. 2017 yılı içerisinde 2 adet geminin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı envanterine girmesi planlanmaktadır.

Çok Maksatlı Amfibi Hücum Gemisi (LHD) Projesi kapsamında, Sözleşme gereğince yüklenici tarafından sunulan tasarım dokümanlarının incelenmesi/onaylanması çalışmaları ve gemi inşa faaliyetleri devam etmektedir.

Lojistik Destek Gemisi Projesi kapsamında, gemilerin üretim kabul test faaliyetlerine devam edilmektedir. 2017 yılı içerisinde 2 adet geminin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı envanterine girmesi planlanmaktadır.

Diğer bir özel sektör tersanemizde tasarım, inşa, donatım ve test faaliyetlerinin gerçekleştirildiği denizaltı kurtarma ana gemisi TCG Alemdar’ın geçici kabulü 28 Ocak 2017 tarihinde tamamlanmış olup garanti sürecine girilmiştir. Yine aynı özel sektör tersanemizde yürüttüğümüz Sismik Araştırma Gemisi’nin nisan ayında MTA Genel Müdürlüğüne tesliminin gerçekleştirilmesini planlamaktayız. Bunlara ek olarak, yılın ilk yarısında iki adet Kurtarma ve Yedekleme Gemisi’nin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na teslim edilmesini öngörüyoruz.

Son olarak ise Sahil Güvenlik Komutanlığı’na teslim ettiğimiz Sahil Güvenlik Arama Kurtarma Gemilerimizin garanti periyodunun sonlarına gelindiğinden bahsedebiliriz.

Geçmiş yıllarda özel sektör ve askeri tersanelerde tamamlamış olduğumuz 14 adet projemiz bulunmaktadır. Önümüzdeki senelerde sözleşmesi imzalanacak 10 adet projemiz mevcut. Bunlardan yakın tarihte imzalayacağımız 4 adedi ile ilgili kısaca bilgi vereyim.

MİLGEM Projemizin beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci gemilerinin tedarikine yönelik hazırlanmış olan Teklife Çağrı Dosyası (TÇD) bildiğiniz üzere 2016 senesinin ikinci yarısında yayımlanmıştı. Tekliflerin değerlendirilmesine devam edilmektedir. İhale sürecini çok yakın bir tarihte sonlandırarak projeyi Savunma Sanayi İcra Komitesi’ne arz etmeyi hedeflemekteyiz.

Yangın, karaya oturma, arızalanma sebebiyle kendi imkânları ile seyir yapamayacak olan ve hasara uğrayan gemileri kurtarmak ve yedeklemek amacıyla 3 adet Çok Maksatlı Açık Deniz Römorkörü için TÇD yayımlanmış ve teklifler alınmıştır. Teklif değerlendirme sürecinin önümüzdeki aylarda tamamlanacağını değerlendiriyorum.

Türk Tipi Hücumbot Projesi için hazırlanan Bilgi İstek Dokümanı (BİD) 25 Temmuz 2013 tarihinde duyurulmuştur. Müsteşarlığımız ve kuvvet personeli tarafından gerçekleştirilen çalışmalar neticesinde Teknik Şartname hazırlıklarının tamamlanmasına müteakip TÇD hazırlık çalışmalarına başlamayı hedeflemekteyiz. TF-2000 Projesi ile ilgili olarak ise proje modelinin belirlenmesine yönelik faaliyetlerimizi sürdürmekte olduğumuzu söyleyebiliriz.

Daralan iç ve dış pazarlara rağmen 2015 yılında yaklaşık 5 milyar dolar olarak gerçekleşen sektör ciromuz ve yaklaşık 1.7 milyar dolar olarak gerçekleşen ihracatımızın artırılması için çalışmalarımızı sürdürmekteyiz.”

165 adet gemi ve bot ihraç edildi

SSM’nin gelecek yıllardaki vizyonu hakkında değerlendirmelerde bulunan Alper Köse, “Son yıllarda Müsteşarlık olarak teslim ettiğimiz MİLGEM, YTKB, LCT, MOSHIP, SGAK, yüksek süratli Sahil Güvenlik Botları ve halen yürütmekte olduğumuz LST, LHD, KURYED gibi projeler ile askeri gemi inşa sektöründe yerlileşme noktasında çok yol kat ettiğimizi düşünüyorum. Son 10 yıl içerisinde dünyada bu kadar farklı tipte askeri gemiyi tasarlayan ve inşa edebilen sayılı ülkelerden biri haline geldik” dedi.

“Özel sektörün başarılı projeler ortaya koyması sonucu, projelerimizden elde edilen kazanımlar sonucunda, bazı tersanelerimiz, Malezya, Bahreyn, Tanzanya, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Mısır, Gürcistan, Pakistan, Malezya, Türkmenistan, Nijerya, Norveç ve Romanya’ya, çeşitli tip ve boyutlarda 165 adet gemi/bot ihracatında bulunulmuştur.

Önümüzdeki yıllarda yerli tasarım, inşa ve yerli katkı payının artırılarak savunma sanayinde üniversiteler, tasarım otoriteleri, tersanelerimiz, vakıf şirketleri, kurum/kuruluş/şirketler ve alt yüklenicilerimiz ile askeri gemi inşa sektöründe faaliyet gösteren bütün paydaşlar ile beraber top yekûn bir çalışma gerçekleştirmeyi hedeflediğimizi belirtmek isterim. Geniş tabanlı bir katılımcı topluluğu ile gerçekleştirilecek çalışmalarda, etkin ve verimli süreçlerin ortaya çıkarılması esnasında yapılacak tartışmaların sektörün iletişimi ile koordinasyonuna da katkı sağlayacağı da aşikârdır.

Savunma sanayindeki rekabet yeni teknolojilerin geliştirilmesi sonucunu doğurmakta ve deniz platformlarında geniş kullanım alanı bulmaktadır. Ancak yüksek teknoloji sistemlerin geliştirilmesi, deniz platformlarına entegrasyon süreçleri ile sistemin doğrulama ve geçerleme faaliyetleri daha önceden kendini ispatlamış sistemlere nazaran daha fazla zaman gerektirmektedir.

Ayrıca özellikle deniz platformlarında gelişen yeni ihtiyaçlar nedeniyle artık proje yönetiminden program yönetimine doğru bir geçiş yaşanmaktadır. Bu da aynı amaca hizmet eden birden fazla projenin yakın koordinasyonunu zorunlu kılmaktadır. Herhangi birindeki olumsuzluk maalesef diğer projeleri de olumsuz etkileyebilmektedir.

Bunun yanı sıra ihtiyaçların zaman içinde değişimi de süreçlerimizi etkileyebilmektedir. Deniz projelerimizde eskiden beri süre gelen bir alışkanlığımızı da bu kapsamda süreçleri daha az etkileyecek şekilde değiştirmek istiyoruz. Mevcut durumda gereksinim tanımlama, tasarım, gemi inşa ve Entegre Lojistik Destek süreçleri sanki bağımsız süreçlermiş gibi birbiri içine girmiş durumda. Bu süreçleri daha yönetilebilir hale getirmek ve son dakika değişikliklerinin önüne geçerek gereksiz takvim uzamalarını engellemek niyetindeyiz.”

50’den fazla yerli

firmaya iş imkânı

2017 yılı itibari ile Deniz Araçları Daire Başkanlığında, 4 adet Grup Müdürlüğü altında muhtelif aşamalarda (Sözleşme yürütmesi, teklif değerlendirme, TÇD hazırlık aşaması, fizibilite aşaması, planlama vb…) olan 40’a yakın sayıda proje yürütüldüğünün altını çizen Alper Köse, “Gelecek projelerimiz hakkında değişen ihtiyaçlar ve öncelikler nedeniyle şimdiden proje listesi vermek doğru olmayacaktır. Ancak üzerinde çalıştığımız başlıca yeni projelerimiz; Milgem İ sınıfı fırkateynler, fırkateyn ve denizaltı modernizasyonları, araştırma gemisi, denizde ikmal gemisi, bot projeleri, yüzer havuz tedariki, romörkör projeleri, hava savunma fırkateyni ve diğerleri olmak üzere 21 projemiz gündemimizdedir” dedi.

“Deniz Araçları Daire Başkanlığımız olarak yürütmüş olduğumuz projelerde azami ölçüde yerli sanayimizin projelerimizde görev almasını destekliyoruz. Bu kapsamda projelerimizde Sanayileşme Daire Başkanlığımızın yürüttüğü Sanayi Katılımı/Offset sözleşmesi ile bir katkı yapmaya çalışıyoruz. Milli gururumuz olan MİLGEM projemizde bu katkı oranı yüzde 65’in üzerinde yerli sanayi katılımı gerçekleştirilmiş olup, tüm proje kapsamında 50’den fazla yerli firmaya iş imkânı sağlanmıştır.

Türkiye’de iç talebin milli ürünler ile karşılanmasına yönelik geçmiş yıllarda belirlenen stratejiler neticesinde, bugün ülkemizde askeri gemi inşa eden özel tersanelerde önemli ölçüde tasarım, üretim, entegrasyon ve test kabiliyetleri kazanılmış ve milli ürünler ortaya çıkarılmıştır. Kendi platformlarımızda başarı ile kullanılan milli ürünler, diğer ülke/firmaların dikkatini çekmekte ve dünya ölçeğinde birçok ülkede üreticilerin tekliflerine girmekte veya ihtiyaç sahibi kuvvetler tarafından talep edilmektedir. Bu da geçmişte belirlenmiş olan stratejilerin ne kadar yerinde olduğunu bize göstermektedir. Önümüzdeki dönemde de SSM, deniz platformlarının, deniz platformlarında kullanılan sistem/cihazların hem tasarımını hem de modernizasyonunu yapabilen yüklenicileri/alt yüklenicileri destekleyerek, ihracatı artırmaya yönelik çalışmalarına devam etmektedir.

Müsteşarlığımızın kuruluş kanununda modern savunma sanayinin geliştirilmesi ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin modernizasyonunun sağlanmasına yönelik SSM’ye verilmiş olan görevlerin gerçekleştirilmesi kapsamında birçok faaliyetler eş zamanlı olarak yürütülmektedir. Kanun metninde de ifade edildiği gibi Müsteşarlığımız TSK’nın ihtiyaç duyduğu sistem/cihaz/ekipman/platformların tedarik edilmesinin ile modern savunma sanayinin geliştirilmesi misyonu kapsamında dünya üzerindeki çalışmalar güncel olarak takip edilmekte ve faydalı görülen uygulamalar ülkemizde gerçekleştirilmektedir.

Yerli ve milli sanayinin ihtiyaçların karşılanması noktasında, gelişmiş ülkelerin ortak özelliğidir. Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler de kendi sanayisini ve teknolojisini bu düzeye çıkartmak için çalışmaktadır. Bu gelişme aşamasında devlet desteğini sağlamak hem sanayici için hem de devletin kendisi çok önemlidir. Müsteşarlığımızın platform projesini yürüten Deniz Araçları Daire Başkanlığı ile ilgili diğer birimleri (Ar-Ge Daire Başkanlığı, Sanayileşme Daire Başkanlığı, Alt Sistemler Daire Başkanlığı, vb…) ile koordineli olarak yerli sanayinin ve milli teknolojilerin gelişimine yönelik stratejiler belirlenmekte ve konu özelinde çözümler geliştirmek dâhil birçok uygulamaya gidilmektedir.

‘Yerli motor öksüz kalmadı’

Son dönemde Tülomsaş gibi bazı kurum ve kuruluşların ürettiği teknolojilerin SSM projelerinde kullanılmamasından dolayı SSM’ye karşı bazı eleştiriler olmuştu. Bu konudaki sorumuzu yanıtlayan Köse, “Yerli kurum ve kuruluşların geliştirdiği sanayi ürün ve teknolojilerin projelerde kullanılmamasına yönelik yapılmış olan eleştirilerin konu özelinde ele alınması gerektiğini düşünüyorum” dedi.

“Mesela Tülomsaş lisans altında üretilmekte olan motorların deniz platformlarında neden kullanılmadığına yönelik iletmiş olduğunuz eleştiri ile ilgili olarak Müsteşarlık geçmiş yıllarda ilgili birimleri ile beraber koordineli çalışmalar gerçekleştirmiştir. Söz konusu motorların deniz platformlarında kullanımına yönelik güç miktarları, ağırlıkları, boyutları, çevresel testlere yönelik gereksinimleri, kullanılacak platformların hız/su çekimi gibi birçok parametresi incelenmiş ve inceleme sonuçlarına göre karar kullanılıp/kullanılmamasına yönelik karar verilmiştir. Son olarak aynı konu özelinde gerçekleştirilmiş çalışmalar sonrasında Alt Sistemler Daire Başkanlığı uhdesinde yerli motor geliştirilmesine yönelik bir proje başlatılmış olup konunun öksüz kalmadığını size ifade etmek isterim.

Bu vesile ile şunu açıkça ifade etmek isterim ki; Müsteşarlık olarak yerli ve milli teknolojilerin gerçekleştirilmesi konusuna azami ehemmiyet veriyoruz. Bu konu özelinde Müsteşarlık olarak çok detaylı çalışmalar gerçekleştiriyor ve ülke olarak göğsümüzü kabartacak örneklerin ortaya çıkması adına dünya pazarının ve teknolojik değişimleri de göz önüne alarak stratejiler belirliyoruz. Bu anlayış içerisinde çalışmalarımıza devam edip ülkemiz için güzel örnekleri ortaya çıkarmaya devam edeceğiz.”

SSM’nin açtığı ihalelerde çok sayıda yerli firma yarışıyor ancak bir tek firma kazanıyor, elenenlerin çalışmalarının ise heba olduğu konusunda birtakım görüşler bulunuyor. Bu konuda açıklamalarda bulunan Alper Köse “Ben gerçekleştirilen hiçbir çalışmanın beyhude olmadığına inananlardanım” dedi.

“Bir proje özelinde yapılan çalışmaların, çalışmayı yapana ve teklif dosyasını yayımlayanlara mutlaka artı bir değer kazandırdığını düşünüyorum. Bildiğiniz üzere Müsteşarlığımızca yapılmış olan ihalelerde belirtilmiş olan ihtiyacın karşılanmasına yönelik yüklenici adayları tarafından birbirinden farklı birçok tasarım sunulmaktadır. Bahse konu tasarımların birbirlerine karşı avantajlı ve dezavantajlı yönleri bulunmaktadır. Sunulmuş olan tasarımların birbirinden farklı olmasının ihtiyacın karşılanması noktasında sağlamış olduğu zenginlikten istifade edilmesi sözleşmelerin etkin bir şekilde gerçekleştirilmesine de yardımcı olmaktadır.

Kaldı ki Müsteşarlığımızın gerçekleştirdiği ihalelerde tarafsızlık, şeffaflık, rekabet, vb. hususları da göz önünde bulundurulmaktadır. İhtiyacın karşılanmasında idari ve hukuki olarak bütün istekli firmaların görüşlerinin tetkik edilmesi/teklif dosyalarının incelenmesi objektifliğin sağlanması adına bir zorunluluktur.

Yukarıda da belirttiğim üzere ihtiyacın karşılanmasında en optimum çözümün bulunması hususunda en doğru ihale yönteminin açık ihale olduğunu ve herkesin fikrinin alınması olduğunu düşünmekteyim. Dolayısı ile mevcut değerlendirme sürecinin etkin, tarafsız ve optimum olduğunu kıymetlendiriyorum.

Genç nüfusun daha etkin kullanılması hususunda ise burada sorumluluğun sadece Müsteşarlığımıza düşmediğini, savunma sanayinde faaliyet gösteren üniversiteler, kurum/kuruluşlar, yükleniciler ve alt yüklenicilere de birçok faaliyetler düştüğünü söyleyebilirim. Mevcut kabiliyetlerimizin geliştirilmesi ve daha etkin kullanılması konusundaki düşüncelerinizi paylaştığımı ifade edebilirim.”

İDEF’ten sonra bir çalıştay

düzenelenebilir

Son olarak Küdenfor ’Deniz Savunma Sanayinde Yükselen Teknolojiler Çalıştayı ve İDEF Fuarı konusunda değerelendirmelerde bulunan Alper Köse,  SSM’nin İDEF 2017’nin ardından bir çalıştay yapmasının faydalı olabileceğini kaydetti.

“Çalıştay esnasında yapmış olduğum sunumda da üzerinde durduğum gibi; gerçekleştirilen projelerin ve geçmiş dönemlerde planlanmış olan stratejik hedeflerin sonuç vermeye başladığı bu günlerde, yerlileştirme sürecine ilave olarak askeri gemi inşa sektöründe yaratılan kabiliyet ve ürünlerin sürdürülebilirliğini sağlamak adına ihracat başarısının nasıl elde edileceği proaktif bir yaklaşım ile sorgulanmalıdır. Tehdit, ihtiyaç, teknolojik ilerleme ve güncel gereksinimleri özümsemeden sektördeki değişimler ve yeniliklere karşı edilgen olup sonuçlardan ve rekabet içerisinde olunan ülkelerden etkilenmenin ihracat hedefinin dolayısı ile sürdürülebilirlik politikasının tam manası ile gerçekleştirilmesinde orta ve uzun vadede bir fayda sağlamayacağı aşikârdır.

Müsteşarlığımız projelerinde görev alan özel tersaneler, alt yükleniciler, tasarım firmaları, üniversiteler ve ilgili kurum/kuruluşlar ile sektörün sorunlarını dinleyip, önerilerini almak ve denizcilik sektörüne yönelik hedeflerimizi ve sorunlara yönelik çözümlerimizi paylaşabilmek amacıyla IDEF 2017’den bir süre sonra çalıştay yapılmasının faydalı olacağını değerlendirmekteyiz. Bu şekilde savunma sanayi denizcilik sektöründeki ihtiyaçların daha etkin bir şekilde değerlendirilip, uygulamaya geçirilmesine katkı sağlanacağı düşünülmektedir.”

Kadir Sağdıç: Türkiye ve ‘Planlama’

Başarılı devletler, toplumlar, kurumlar, şirketler ve bireylerin en önemli ortak özellikleri, etkinliklerini iyi bir planlama disiplini içinde yönetmeleridir. Aksi durumda varlıklarını sürdüremezler.

Planlama nedir? 

Literatürde Planlama’nın çeşitli tanımları vardır. Genel anlayışa göre Planlama, ki aynı zamanda Öngörü olarak da algılanabilmektedir, belirli hedef ya da amaçlara erişilebilmesi için gerekli olan etkinlikleri tasarlayan ve yöneten düşünce sürecidir.  Planlama, öngörülen geleceğe göre çeşitli senaryolar altında devlet, kurum ve kişilerin amaçlarına giden yollarda nelerle karşılaşabileceklerini hesaplayarak (forecasting), amaçlarına ulaşabilmek için almaları gerekli önlemleri belirleyen akılcı davranımın (intelligent behaviour) en temel özelliğidir.

Türkiye Cumhuriyeti bizzat kendisi kuruluş günlerinden itibaren kurucusu yüce Mustafa Kemal Atatürk’ün vizyonu, müthiş iradesi ve ulusumuzun tükenmez enerjisi ile vücut bulmuş bir planlama harikasıdır. Bu planın aşamaları öncelikle Milli Mücadele ile sağlanan beka ve hemen ardından da devrimlerle çağdaş uygarlık normlarına erişmeyi hızlandırarak refahın artırılması olmuştur. Bir taraftan sosyal yaşamda adalet ve eğitim dahil çağdaş bir sıçrayış yapılırken, diğer taraftan bunun sürdürülebilir olması için çok zayıf olan ekonominin hızla geliştirilmesi arayışlarına girişilmiştir. Hatırlanmalıdır ki, o günün Türkiye’sinde yol, su, altyapı yok, sermaye birikimi yok, iğneden, patiskadan, çimentodan, şekere kadar her şey ithal ürün. Henüz Planlama sistematiği tam olarak bilinmediği için SSCB’li ve  ABD’li uzmanların katılımıyla Birinci Beş yıllık Sanayi Planı hazırlanmış ve 1934-1938 yıllarını kapsayacak şekilde yürürlüğe konmuştur. Planda Kongre’nin öngördüğü, Türkiye’de hammaddesi bulunan 20 fabrikanın kurulması, bölgeler arası denge sağlanması dahil, öneriler uygulamaya konulmaya çalışıldı.

1960 devriminden sonra DPT kuruluyor. Amaç; Devlet’in ekonomik, sosyal ve kültürel amaçlarının belirlenmesinde hükümete danışmanlık yapmaktaydı. Hükümetçe belirlenen amaçları gerçekleştirmek için kalkınma planları ve yıllık planlar hazırlardı. Teşkilat 2011 yılında Kalkınma Bakanlığı olarak yeniden organize edildi.  Sistem yıllar ilerledikçe plüralist, yaygın katılımcı ve paydaşların da görüşlerini almaktan uzaklaşarak, bürokratların ve hükümetlerin önceliklerine 5 yılda bir plan geliştiren bir mekanizmaya dönüştü.

Stratejik seviyede

planlamanın bir bileşeni

olarak savunma planlaması

Tüm ulusların var oluşlarının temel iki anayasal fonksiyonu beka ve eğitimdir.  Bu ikisinin organik ilişkilendirilmesi hem bu iki fonksiyonun birlikte gelişimini, beraberlerinde de üçüncü fonksiyon olan refahın gelişimini sağlar.

Bu gerekçelerle bekanın geliştirilmesinde Savunma Sanayi çok önemli bir yere sahip endüstriyel sektördür. Başarıda Katma Değeri (Reward) çok yüksek, başarısızlıkta da o ölçüde telafisi mümkün olmayan (penalties) acımasız özelliklere sahiptir. Günümüz TSK Planlama Programlama ve Bütçeleme Sistemi’ne (PPBS) bir göz atalım. Sistemin ana bileşenleri (modülleri ya da dokümanları), kamuoyunda 5N1K olarak bilinen format içinde “KİM, NE ZAMAN, NEREDE, NASIL, NEDEN, NE YAPACAK tanımlaması içinde oluşturuluyor. Modüller bir faaliyet akışı içinde, birinin sonucu bir sonrakinin temel girdisi olarak ve hemen hemen tüm karargah birimleri kendi alanlarında planlamaya katkı sağlayabilecekleri tarzda ilişkilendirilmiştir.  Ardışık ve hiyerarşik konumda olan tüm bu çalışmalar birbirine bağlı dişli bir mekanizma tarzında Kuvvet Planlama döngüsünü oluşturuyor.

Kuvvet Planlama Sürecini Gen.Kur.Bşk.lığı yönetiyor. Süreç, önceleri 2 yıl idi, şimdilerde 3 yıllık bir döngü içinde işletiliyor diye biliyorum. Ayrıca Kuvvetlerin PPBUS’leri var, iki yılda bir tüm planlama çevriminde olanların katılımıyla Kuvvet Planlama Seminerleri oluyor. Süreç, Kuvvet Akademilerinde de (yeni haliyle Ulusal Güvenlik Akademisinde!) ders olarak okutuluyor. Yani TSK’da görevli herkesin ve her verinin PPBS sürecinde harmonik bir şekilde ilişkilendirilmiş bir işlevi var.

Artık çok zeki “tek adam” altın çocuklara ihtiyaç yok. Gerçek anlamda “ortak akıl” bir sistem içinde kuvvet planlaması yapılabiliyor.  Birilerinin araya bir şey monte etme şansı da pek yok. Ederse de, eğer gerçek ihtiyaç değilse bu müdahale bir iki yıl içinde sistemden düşecektir.    

Ayrıca, Deniz Kuvvetlerinde her yıl düzenli olarak amirallerin katılımıyla yapılan yıllık Komutanlar Toplantısında SHP’nin güncel hali de görüşülüyor.

Son yıllarda oluşan kumpas tasfiyesinde Amirallerimizin yarısını, birçok iyi yetişmiş ve kritik personelimizi yitirdik.  İlave olarak, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası paralize edilen komuta yapısı ve siyasetin aşırı müdahalesinin ek olumsuzlukları da olacaktır.  Bu duruma rağmen, PPBS sürecine olan olumsuz etkilerin kısmen sistem bütünlüğü sayesinde zaman içinde onarılacağı umudundayım, yeter ki Cumhuriyetin temel değerlerine adanmış asker profilimizi kaybetmeyelim.

Planlama Programlama Bütçeleme Sistemi (PPBS) döngüsü Savunma (Beka) ihtiyaçlarını “Zaafiyetler (Deficiencies)” aşamasından başlayarak, “İhtiyaçlar (Requirements)” tespiti, “Tedarik (Acquisition)”, “İşletme (Operation)”, ve “Hizmet Dışına Çıkış (Phase out)” aşamalarında ele almaktadır.

İlk aşama olan zaafiyetler irdelenirken, Milli Siyaset Belgesinin öngördüğü ulusal ve uluslararası güvenlik düzenlemelerinin Türkiye’nin Milli askeri stratejisinde ne şekilde Askeri Hedeflere dönüştüğü, bu hedeflerin ele geçirilmesi ve idamesinde ne tarz operasyonel konsept ve kuvvet kombinasyonlarının uygulanacağı değerlendirilmektedir.  İşte daha bu aşamada Mevcut Kuvvet yapısının yeterliliği güncel ve öngörülebilir gelecekteki teknolojiler ışığında yetersizlikleri (zaafiyetleri) test edilmektedir.

PPBS döngüsünün ikinci önemli halkası, ilk aşamada belirlenen zaafiyetlerin giderilmesi için “İhtiyaçların (Requirements)” belirlenmesidir.  Bu aşama mevcut ve yakın gelecek teknolojilerinin Yöneylem Araştırması ve Temel Bilimler Tekniklerinin birlikte kullanıldığı Maliyet/Etkinlik (Cost/Effectiveness) Analizleri ve Simülasyon Modelleriyle ihtiyaçların tespitinde yoğun bir şekilde kullanılması, sonuçlarının da gecikmediği sürece yansıtılması gereken aşamadır.  Bu aşama belki de en kritik süreçtir.  Aynen gömleğin ilk düğmesi ya da vidanın ilk dişi geçirmesi gibidir.  Tedarik sürecinin ihtiyaç (gereksinim) tanımı aşamasında hatalı kararlar alındıysa, büyük kaynak, zaman israfıyla ve hatta kanınızla ödersiniz. Doğru seçim ve değerlendirmeler yapıldıysa, o durumda zor aşama geçilmiş, tedarik maliyetleri yüksek de olsa felsefi olarak kolay olan aşamalara gelinmiş demektir.

İhtiyaçların belirlenmesi aşamasının Analiz ve Simülasyonları, Talep (Savunma Bakanlığı ve Kuvvetler) ve Arz (Savunma Teknoloji ve Sanayi Üreticileri) taraflarının birlikte (interactive) çalışmasını gerektirmektedir.  Her ne kadar “karar sorumluluğu” talep tarafındaysa da, istenen şeylerin erişilebilir ve maliyet/etkin olduğu arz tarafı ile etkileşim sağlanmadan eksik kalır, ya da karar hatalarına saplanılabilir.

Savunma Donanımları hizmetteki işlevlerini, ömür (life cycle), fiziki ömür, ekonomik ömür, teknolojik ömür gibi kavramlar çerçevesinde sürdürürler.  Bunlardan en uzun olanı fiziki ömür, sonraki ekonomik ömür, en kısa olanı da “teknolojik ömürdür”. Teknolojik ömür eksponansiyel olarak gittikçe kısalmaktadır.  Zira geliştirdiğiniz sistemin öngördüğü hedef parametreleri ile sensör ve kontrol sistemlerindeki ilerlemeler tedarik süresinde bile geçersiz (obsolute) kalabilmektedir.  ECM / ECCM döngüsü gibi.

Yakın tarih teknolojik ömrü çok çabuk dolmuş Arsenal Çöplüğüne dönmüştür. En çarpıcı örnekler teknoloji “devi” ve aynı zamanda “kurbanı” ABD’dir. Bizzat ABD’li eleştirmenler ve ABD Dz.K.K. bazı gerçekleri ifşa etmek durumunda kalmışlardır.  Örneğin STEALTH teknolojilerinin abartılarak efsaneleştirdiği sözde “hayalet” uçak F-117 artık hayalet değildir. Yugoslavya krizinde Sırplar SAM ile birini düşürmüşler ve parçalarını müzelerine koymuşlardır. Benzer şekilde yeni bombardıman uçağı F-22 RAPTOR artık “görülebilmektedir” ve manevrası düşüktür.  Aynı şekilde yeni Fighter F-35’ler RADAR kesit alanları küçülsün diye silahlar gövdeye alındığından “şişman tavuğa” dönmüş, manevrası ve seyir siası düşmüştür, üstelik yeni sensörler karşısında ne kadar “görünmez” olduğu belli değildir. ABD Dz.K.K. uçağın bu haliyle uçak gemilerini sahile fazla yaklaşmak zorunda bıraktığını ve sahil G/M bataryalarının menziline girdiğinden yakınmaktadır. Üstelik bu mega projelerin mega batıkları ABD kamu oyunda her iki parti tarafından “savunma zaafiyeti” dışa vurulmasın ve savunma sanayi devleri zarar görmesin diye gündeme getirilmemektedir.

ABD’nin sıkıntıları bir ölçüde de mega proje paradoksundan kaynaklanmaktadır.  Öyle ki, tedarik kontratlarında gemi, uçak, tank gibi temel savaş araçları sayısı arttıkça “Öğrenme Eğrisi (Learning Curve)” ve Büyük Ölçek (Scaling) etkileriyle birim maliyetler düşmekte, buna karşılık uzayan tedarik sürecinde teknolojik ömür zaafiyeti doğmaktadır.  Ara üretim paketlerinde bu zaafiyetin aşılması da kolay olmamaktadır.  Bu nedenle temel teknolojinin ve dizaynın felsefesi ABD’ye ait olsa da, başta Avrupa olmak üzere teknoloji kopyalayan (reverse engineering) diğer ülkeler aynı teknolojiyi, birkaç yıl içinde de onun da daha iyisini yapabilmektedirler.

Örneğin Çin’liler SAM dizaynında ABD, RF, ve Fransa teknolojilerinden esinlenmişler ve söylenen o ki, gerek roket tahrik ve kontrol sistemlerinde, gerekse sensör hassasiyetlerinde (sensitivity) rakiplerinden daha iyi bir konuma gelmişlerdir. İnsanın aklına art niyetli şeyler de gelmiyor değil hani.  Biz Milli SAM Projemizde Çin ile işbirliği yapıyorduk, birden bire geçen sene Antalya’da ev sahipliği yaptığımız G-20 Zirvesinde Obama’nın baskısıyla (NATO’yu ima ederek) Türkiye tek taraflı olarak projeyi iptal ettiğini açıklayıvermiştir.  Oysa hatırlanacaktır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Uluslararası Antlaşmalara aykırı olarak Rus yapımı S-300 füzelerini almaya teşebbüs ettiğinde Türkiye’nin sert Vetosu (resti) ile karşılaşmış, silahlar Adaya gelemeden bu kez Yunanistan’a yerleştirilmiştir.  Ancak o yıllarda NATO bu silahların sorumluluk sahasındaki bir ülke tarafından tedarik edilmesine karşı çıkmamıştır.  Şimdi NATO gerekçesiyle Çin teknolojisi ile işbirliğini kesmemiz, kendi elimizle kurduğumuz bir çifte standart değil midir? Acaba Türkiye’nin bu füzelerle çok daha farklı bir bölge gücü olmasının önüne mi geçilmiştir? Üstelik o G-20 Zirvesinde zor durumda bırakılan Çinli lider ülkesine dönüşü sonrasında bu Ülkeden yurdumuza gelen Turizmin, aslen en önemli ihracat gelirimizin önünü de kesmek durumunda kalmıştır.

Son zamanlarda sıkça kullanılan bazı terimler, “4.ncü Sanayi Devrimi”, ve “Nesnelerin İnterneti” gibi tanımlamalardır.  Esasen Savunma Sanayi aşama aşama İkinci Dünya Harbinden günümüze dek bu olguları geliştiren ve uygulayan bir sektördür.  Bu tanımlar diğer sanayi sektörleri için yeni olabilir, ama Savunma Teknolojilerine değildir. Savunma Teknolojilerinde yeni döneme damgasını vuran çok önemli bir uygulama alanı “İnsansız-UNMANNED” araçlardır.  Burada belki fazla yeni teknolojiler olmayabilir ama, mevcut teknolojiler çok ucuz ve kolay erişilebilir hale gelmişlerdir.  Ancak harekatın başarısı ve etkinliğini çok iyi artıracak bir Kuvvet Çarpanı (Force Multiplier) durumundadırlar….

Deniz Teknolojilerindeki çok önemli bir diğer tespit ise, “Sualtı teknolojilerininin” stratejik öneminin, gizliliğinin ve gizeminin 21.yy’da giderek artmış olmasıdır.

Günümüzde planlamada başarılarıyla dikkat çeken devletler ve son sözler …

G-8 ve G-20 gibi kategorilerde yer alan, özellikle fert başına milli gelirleri bugün için 30 bin ABD dolarını aşmış olan ülkeler doğal olarak planlamadaki başarılarının ödülü olarak dünyanın en gelişmiş ülkeleri statüsü kazanmışlardır.  G-8’deki Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Rusya, Birleşik Krallık ve ABD ülkeleri, dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 65’ini temsil ediyorlar.

İkinci Dünya Harbi sonrasında Almanya, son 20 yıl içinde de G.Kore ve Çin kamu sektörü ve özel sektörü çok iyi bir eşgüdüm ve bütünler ekonomik faaliyetler içinde organize etmeleriyle stratejik seviyede planlamanın çok başarılı bir örneğini vermektedirler.  Bu ülkelerde başat planlama aktörü Devlettir. Genellikle Keynesiyen ekonomik politikalar izlemektedirler.  Bir çok yeni ekonomi teorisyeni olsa da, düşünülenler tüm bu genel teorinin türevlerinden öte değildir.  Ekonomik girdileri sistematik bir ilişki içinde açıklayan 1930’ların bu teorisi halen geçerliliğini korumaktadır.  Zira küreselleşmenin tepe yaptığı 1990’lar sonrasında 21.yy’da yeniden korumacı ekonomilere yöneliş vardır, bu da ekonomik faaliyetlerin düzenlenmesinde ekonomik ortamı, karma ekonomiye ve yarı kapalı sisteme dönüştürmektedir.  Türkiye ise maalesef, aşırı küreselleşme etkisi altında özel sektörü adeta başıboş bırakmış, kamu sektörünü ise yok etmiştir.  Günümüz Türkiyesi ekonomik faaliyetlerin doğrudan ve dolaylı olarak en önemli girdisi ve aktörü olan İnsan Gücünü çağdaş gereksinimlere cevap verecek yeteneklerde geliştirecek bir Eğitim Sistemi kuramamıştır.  Dahası, özgür düşüncenin ön şartı olan laiklik olgusunu baskılayarak, var olan eğitim potansiyelini de ilahiyat ağırlıklı olarak bozmaktadır.  Özellikle eğitilmiş insan gücü Gayri Safi Milli Hasılanın ve diğer hayat standartlarının artmasının sebebi ve sonucudur.  Toplumun proaktif yaşam tarzı algılama ve uygulamalarının geliştirilmesi gerekmektedir.  Anayasanın ilk dört maddesinde tanımlı “Kurucu Devlet Yapısına” sadık kalarak gerçek anlamda bir plüralist (çoğulcu ve katılımcı) bir toplum sürecine geçilmesi elzemdir. Türkiye söz konusu ülkelerden 20 yıl önce çok daha iyi konumda iken, şu anda Orta Gelir tuzağına yakalandıysa, bunun sebebi içinde bulunduğumuz bilişim ve yüksek teknoloji ağırlıklı 4. Sanayi Devriminin gereği temel bilimler ve çağdaş eğitimde geri kalışımızdır. Bu açığımızın süratle kapatılması şart olmuştur.  Kaybedilecek bir dakika bile yoktur.

 

 

 

 

Bunu Paylaşın