Zorunlu yeşil yolun pürüzlü taşları

MDN İstanbul

Dünya nükleer enerjiden uzaklaşırken girdiği yolda zannedilenden az zaman, tahmin edilenden fazla para harcayacak. Yenilenebilir enerjiye geçmeye çalışan Almanya örneği bunun ipuçlarıyla dolu

Almanya’nın nükleer santrallerinin tamamını 2022’ye kadar kapatma kararı almasının üzerinden iki yıl geçti. Ülkenin belirlenen tarihten itibaren ağırlıklı olarak yeşil enerjiyi kullanması yönünde adımlar atılmaya başlandı. Ancak bu zorunlu yolun daha başında pek de kolay olmayacağı teyid edildi.
Almanya’nın kararında elbette Japonya’daki Fukuşima felaketi önemli rol oynamıştı, en azından kamuoyunun yenilenebilir enerjiye verdiği desteği çok artırmıştı yaşananlar. Ancak gelinen noktayı sadece bununla açıklamak yeterli gözükmüyor. Avrupa’nın en önemli sanayi ülkesinin bu kararı almasında iki neden belirleyici olmuştu. Biri nükleer enerjinin pahalı ve riskli oluşu, diğeri geleceğin yenilenebilir enerjiler üzerine kurulabileceğinin anlaşılması.
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu gibi birçok kuruluş 1970’lerde geleceğin enerjisinin nükleer olduğunu düşünüyordu. O yılların tahminlerine bakıldığında, 2000 yılına gelindiğinde dünya genelinde nükleer enerji kapasitesinin 3 bin 600 ila beş bin gigavata varacağının düşünüldüğü anlaşılıyor. Ancak bu rakam tahmin olarak kaldı, gerçeğe dönüşmedi. 2012’nin sonunda dünyadaki nükleer enerji kapasitesi 335 gigavat ile tahminlerin çok altında kaldı.
Nükleer enerjinin toplam enerji tüketimindeki payı da 40 yıl öncesinin tahminlerinin aksine azalma eğiliminde. Uzmanların verdiği rakamlara göre 20 yıl önce dünya ölçeğinde kullanılan enerjinin yüzde 17’si nükleer kaynaklıydı, bugün ise yüzde 11’i. Nükleerin dışındaki enerji kaynaklarının kullanılma oranı artıp rekabet gücü yükseldikçe, ki mevcut eğilim bu yönde, nükleer enerji daha pahalı bir kaynak olarak kalacak.

Ne yapacağız bu atıkları?
Almanya bu eğilimin en tipik örneği. Ancak elbette bu eğilimin nedeni sadece Fukişima felaketi değil. Almanya neredeyse 35 yıldır nükleer atıklarına çözüm arıyor. Sadece Almanya mı; aslında tüm dünya! Nükleer enerji savunucularının bile sıkışıp kaldığı bir nokta bu.
Nükleer atıkların ne olacağı sorusuna henüz kimsenin içini rahatlatacak bir yanıt verilemiyor. Nükleer atıkların yeniden işletilmesinin bir yöntem olarak benimsenebileceğini söyleyenler varsa da mesela Almanya 2005’te aldığı bir kararla bunu yasakladı. Kararın ekonomik ve siyasi iki gerekçesi vardı: Hem masraflı hem siyaseten doğru değil, çünkü yeniden işletim sürecinde elde edilen plutonyum nükleer silahlarda kullanılan bir madde.
Nükleer atıklar teorik olarak 40 yıl kadar özel varillerde dünya yüzeyinde saklanabiliyor. Ya 40 yıl sonra?.. Bazı atıklar onyıllar, yüzyıllar değil, 250 bin yıl radyoaktivitesini kaybetmiyor. O halde nerede depolanacaklar? Yerin altında, üstünde; nerede? Ve aslında bu soru sadece bir yer meselesini işaret etmiyor. Durduğu sürece ölümcül tehlike içeren atıklar bunlar. Kimse nükleer atıklarla birlikte yaşamak istemiyor.
Şu anda varolan atık miktarını düşününce bu alanda sağlanan bazı gelişmelerin önemi daha iyi anlaşılıyor. Almanya’da 1,6 milyar Euro’ya inşa edilen yerin yüzlerce metre altındaki bir depoda tuz içinde hapsedilecek bir sistem geliştirilmiş mesela. Peki yeterli mi? Kimse teoride bile tartışmalı bu yöntemin sonucunu yaşayarak öğrenmek istemez veya torunlarının öğrenmesini.
Jeolojik yapının yüzlerce yılda nasıl değişeceğini bilmediğimizden atıkların kaderini garantilemek de mümkün değil. Zaten bu nedenle nükleer enerji karşıtlarının slogan haline gelmiş bir sözü var: Nükleer felaketleri önlemenin tek yolu; nükleer santral yapmamaktır.

Geçiş dönemi sorunları
Aslında Almanya başta olmak üzere nükleer enerjiden vazgeçtiğini açıklayan ülkelerin, ki sayıları giderek çoğalıyor, nükleer atıklardan başka sorunları da var. Yeşil enerjiye, yani yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına geçiş hiç de kolay değil. Birincisi büyük bir maliyet gerektiriyor.
Gerçi uzmanlar maliyetine rağmen sağlıklı, risksiz ve ekonomik olarak da hammaddesi tükenmeyecek yenilenebilir kaynakların sonuçta daha kârlı olacağını söylüyor. Ancak bu gerçek şu sıra yaşanmakta olan sorunların yükünü şu an için hafifletmiyor.
Mesela, Almanya’da rüzgârdan elde edilen elektriğin dağıtımıyla ilgili sorunlar var. Özellikle rüzgârın çok verimli düzeyde estiği Kuzey Almanya’da uzmanların tartıştığı rüzgâr enerjisi değil, elde edilecek enerjinin şebekeye nasıl aktarılacağı; çünkü varolan şebeke henüz çok yetersiz. Yapılan hesaplamalara göre 2020’ye kadar binlerce kilometrelik daha nakil hattına ihtiyaç olacak. Şu anda bile artan rüzgâr enerjisinin kuzeyden güneye nasıl aktarılacağı belli değil; havadan mı hat döşenecek, yeraltından kablo mu? Maliyet ise 30 milyar Euro’ya yakın. Üstelik bu rakam tüm enerji dönüşüm süreci göz önüne alındığında pek de fazla değil. Kaba bir hesapla dönüşüm süreci Almanya’ya yaklaşık 170 milyar Euro’ya mal olacak.
Bir başka sorun ise elektrik depolama konusunda başgösteriyor. Elektriğin depolanmasının yeni yöntemleri geliştirilmek zorunda, yoksa hava durumuna bağlı kalınacak gibi gözüküyor. Kullanılmayan rüzgâr enerjisi fazlası ne olacak, rüzgâr esmediği zamanlarda ya da başka bölgelerde güneş açmadığında elektrik nereden gelecek gibi sorulara yanıt bulmak üzere kollar sıvanmış halde Almanya’da. Özellikle sanayi bölgelerinde yeşil enerjiye dönüşüm sürecinde elektrik kesintisi yaşanmaması ve üretimin durmaması için depolar yapılması gerekiyor, ki bu da başlı başına planlanması gereken bir iş, dahası hayata geçirilmesi zorunlu bir plan.
Uzatmadan kestirmeden söyleyelim. İki önemli konuya mutlaka çözüm bulmak zorunda Almanya: enerji nakli ve enerjinin depolanması.

Bu dünya ikisine dar
Aslında Almanya’nın yaşadıkları ve yaşayacakları eninde sonunda nükleer enerjiden vazgeçen her ülkenin yaşayacaklarının bir örneği. Ve görülen o ki, nükleer enerjiden kopuş kısa sürede olamıyor. Zaten yeşil enerji savunucularına gelen en tipik sorulardan biri bu “uzun vade” vurgusu. Greenpeace’in hazırladığı Enerji Devrimi raporuna bakılırsa, nükleer santraller hemen kapatılamıyor ama santrallerin şu anki ömürlerine göre gelecek 35 yılda tüm reaktörler kapatılabilir ve yerlerine yenileri yapılmayabilir.
Peki, yenilenebilir enerji santralleri nükleer santrallerle kardeş kardeş birlikte varolamaz mı? Greenpeace’e göre, nükleer santrallerin çalışması elektrik şebekelerine eklenebilecek yenilenebilir enerji kaynaklarını engelliyor. Ancak dünyada bu yönde örnekler yok değil. Çin mesela; her iki yönde de yoğun yatırımları var. Tabii yine de eklemek lazım ki, Çin’de de yenilenebilir enerjiye yapılan yatırım kaydadeğer biçimde daha fazla. Bir yandan 29 nükleer santral inşaatı sürüyor, öte yandan yenilenebilir enerjiye ayrılan bütçe nükleere ayrılandan beş kat daha fazla. Greenpeace’in verilerine göre, 2010 yılında Çin saatte ortalama bir rüzgar türbini dikti.
Nükleer enerjiye yatırımı sürdüren ülkeler arasında Avrupa’da İngiltere, Çek Cumhuriyeti ve Polonya sayılabilir, tabii bir de Türkiye. Enerjisinin çok büyük bölümünü nükleer santrallerden sağlayan Fransa ise ne kadar ileri gidebilir merak konusu. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın planları arasında nükleer enerjinin payını düşürmenin de yer aldığı biliniyor. Ancak böyle bir planlama sonunda bile Fransa yine de enerjisinin yarısını nükleer santrallardan elde edecek.
Dünya ölçeğinde bakarsak, nükleer enerjinin tüketilen enerjideki payı yüzde 11; tahminlere göre, mevcut eğilim sürerse, 2030’da bu oran yüzde 5’lere kadar inebilir. Zaten yenilenebilir enerjiye yapılan yatırımlardaki artış tek tek ülkeler düzeyinde de kendini belli ediyor, ki bu da nükleer enerjinin gerilediğinin göstergesi olsa gerek. Mesela, İspanya 2012’nin son üç ayında temel elektrik üretimini rüzgâr enerjisinden elde etti, Portekiz’in yenilenebilir elektrik üretim kapasitesi sadece beş yılda yüzde 15’ten yüzde 45’e yükseldi, vs…
Belki son cümleyi yenilenebilir enerjide çok geri olan Türkiye’ye ayırmak lazım. Ne mutlu ki Türkiye için yüksek güneşlenme süresi ve yüksek ısıma oranından, özellikle Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz bölgelerinin potansiyelinden söz ediliyor. Ne yazık ki bu potansiyel kullanılmıyor.

                                                                                                                                                                                                                                             Yüce Yöney

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın