Uluslararası deniz anlaşmazlıkları ve Doğu Akdeniz

MDN İstanbul

Av. Ayhan Yıldızel / (E) Dz. Kurmay Albay

Denizcilik camiasında en çok yakındığımız konulardan biri olan denize dönük bir ülke olmadığımız, halkın denizle ve denizcilikle ilgilenmediğine ilişkin savlarımız, farklılaşmaya başlamış gözüküyor.

Bu konuda istatistiki bir bilgi mevcut olmasa da MAVİ VATAN kavramının toplumun en azından belirli kesimlerinde konuşulur hale gelmesinin yanında, son dönemde Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan gelişmelerin, toplumda denizciliğe ilgi duyanların sayısında önemli bir artışa neden olduğu izleniyor.

Doğu Akdeniz’de karşı karşıya kaldığımız sorunlar, uluslararası niteliktedir ve sorunu çözmek için öncelikle kullanılacak araçların incelenmesi gerekir. Bu kapsamda konuya; uluslararası deniz anlaşmazlıkları nelerdir, bu anlaşmazlıklar hangi sorunlardan kaynaklanır, bunların çözüm yolları nelerdir ve dünyanın diğer hangi bölgelerinde deniz yetki alanları uyuşmazlıkları vardır başlıkları üzerinden yaklaşmak uygun olacaktır.

1982 yılında imzalanan 3’üncü Deniz Hukuku Sözleşmesi, deniz hukukunun hemen tüm yönlerini kapsamlı şekilde açıklayıp esaslara bağlayan, ayrıca Karasuları, Bitişik Bölge, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB), Kıta Sahanlığı gibi pek çok kavrama açıklık getiren, bu alandaki en önemli uluslararası sözleşmedir. BMDHS’yi aralarında Türkiye, ABD, İsrail, Venezuela’nın da olduğu 15 ülke imzalamamış, 168 ülke ise imzalamış durumdadır.

Sözleşmeye göre, devletler deniz yetki alanlarının paylaşımı konusunda makûl sürede anlaşmaya varamazlarsa, anlaşmazlığı Sözleşmenin 15. Kısmına göre çözeceklerdir. Her ne kadar Türkiye BMDHS’ye taraf değilse de deniz yetki alanı uyuşmazlıklarının çözümü için en önemli yol gösterici yine de bu sözleşmedir ve Türkiye’nin sözleşmeye taraf olmaması burada belirtilen çözüm yollarını kullanmasına engel değildir.

Sözleşmenin 15’inci Kısmı anlaşmazlıkların çözümü için yeni bir yaklaşım getirmiştir. Birinci bölümde zorunlu olmayan uyuşmazlık çözüm yolları olan müzakere, uzlaşma, arabuluculuk, ikinci bölümde ise zorunlu uyuşmazlık çözüm yolları olan Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi (UDHM), Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Tahkim ve Özel Tahkim ile ayrıca danışma kurumu niteliğinde Kıta Sahanlığı Komisyonu yer almaktadır.

Buradaki yeni yaklaşım, tek bir anlaşmazlık çözüm yolunun belirlenmesi yerine taraflara anlaşma sağlayabilecekleri alternatif çözüm yollarının sunulmasıdır. Sözleşmeyi imzalayan veya yeni katılacak her devlet bu zorunlu yollarından bir veya daha fazlasını çözüm yolu olarak seçtiğini belirtmek zorundadır.

Anlaşmazlığın tarafı iki devlet sorunlu alanda farklı çözüm yolunu seçmişlerse ve bir yol üzerinde mutabık kalamıyorlarsa tahkim yönteminin seçilmesi zorunludur.

BMDHS’nin yürürlüğe girdiği 1994 yılından beri yukarda belirtilen yollarla pek çok deniz anlaşmazlığı çözüme kavuşturulmuştur.

Uluslararası Deniz Anlaşmazlıkları;

Hemen hemen dünyanın her bölgesinde farklı konularda çözülmeyi bekleyen deniz anlaşmazlıkları bulunmaktadır. 2008 yılında yapılan bir çalışma dünya üzerinde mevcut 417 ikili sınırdan yüzde 55’inin yani 262’sinin henüz çözümlenmemiş veya anlaşma yapılmamış durumda olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu oran bile Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun dünyanın neredeyse yarısı ile benzerlik gösterdiğini açıklıkla ortaya koymaktadır. Halen çözüme kavuşmamış anlaşmazlıklar arasında ülkelerin gündemini işgal eden, zaman zaman tarafları silahlı çatışmanın eşiğine getiren, dünya kamuoyunun da takip ettiği seçilmiş birkaç örnek aşağıdadır.

• Çin, Tayvan, Vietnam, Brunei, Filipinler, Malezya; Spratly ve Paracel Adaları

• Çin, Japonya; Senkaku / Diaouyu Adaları

• İran, BAE; Abu Musa, Büyük ve Küçük Tunb Adaları

• Japonya, Rusya; Güney Kuril Adaları

• Güney Kore, Japonya; Tokda/Takeshima Adaları

Dünyanın neredeyse yarısı deniz anlaşmazlıkları ile uğraşmakta ve çözüm bulmaya çalışıyor olmasına rağmen, uzun yıllar süren görüşmelerden sonuç almak kolay olmamaktadır. 2019 yılında kaleme alınmış bir çalışma uzun süreli Deniz Anlaşmazlıklarının çözüme ulaştırılamamasını iki ana nedene bağlamaktadır, ilki iktidarların isteksizliğidir. İktidarlar, ulusal çıkarları savunamadıkları görüntüsünü vermek istemedikleri için konuyu ele almak istememektedirler. İkincisi ise deniz hukuku konusunda yeterli bilgiye sahip kadroların eksikliğidir.

Bu iki ana nedenin yanında deniz alanlarındaki sorunların kamuoyunun gözünden kaçırılabiliyor olması da sorunların uzun vadeye yayılmasına kaynaklık etmektedir. Bir benzetme yaparsak, ülkenin kara sınırları içindeki bir coğrafi bölgenin yabancı güçler tarafından işgal edilmiş olması ile aynı büyüklükteki bir deniz alanında kaynakların başka bir ülke tarafından kullanılıyor olması toplum belleğinde aynı sarsıcı algıyı yaratmamaktadır. Bu da iktidarların denizler ile ilgili konuları gündemlerinin alt sıralarına itmelerine neden olmaktadır.

Türkiye’de MAVİ VATAN kavramının kullanılması ile paralel olarak dünya ülkeleri de Mavi Büyüme ve Mavi Ekonomi kavramını gündemlerine almaya başlamışlardır. Avrupa Birliği, 13 Eylül 2012 tarihinde yayımladığı Mavi Ekonomi direktifi ile üye ülkelerine, denizlerdeki gıda ve enerji kaynaklarının kullanılmasını hedef olarak göstermiştir. Bu gelişmelerin insanlığın karadaki kaynakları bilinçsiz ve adaletten uzak bir şekilde tüketmesi sonucunda, alternatif kaynaklara duyulan ihtiyacın artmasından da kaynaklandığını gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Ayrıca bilindiği üzere hâlihazırda dünyada doğalgazın yüzde 50’si, petrolün ise yüzde 30’a yakın kısmı denizlerden çıkarılmakta ve bu oran her geçen sürede denizler lehine artış göstermektedir.

Ne yapmalıyız;
Doğu Akdeniz’de, GKRY’nin 2003 yılında Mısır, 2007 yılında Lübnan ve 2010 yılında İsrail ile MEB anlaşmaları imzalaması, müteakiben 6 Ağustos 2020 tarihinde Yunanistan’ın Mısır ile MEB anlaşması imzalaması, buna mukabil Türkiye’nin 2011 yılında KKTC ve Kasım 2019’da Libya ile MEB anlaşmaları imzalaması konuyu bölgenin sıcak gündemi haline getirmiştir.

Dünyanın neredeyse yarısında deniz anlaşmazlıkları olsa bile Doğu Akdeniz deniz anlaşmazlığı sorunu Türkiye için pek çok ülkeden daha fazla önem ve öncelik taşımaktadır. Bunun nedeni anlaşmazlığın söz konusu olduğu alanın başka anlaşmazlıklara göre çok büyük ve ülkenin yaşamsal çıkarları ile ilgili olmasıdır, yapılmak istenen Türkiye’nin kıyı uzunluğu ile kıyaslanamayacak küçüklükte bir deniz alanına hapsedilmek istenmesidir. Bu anlaşmazlığın taraflarının sadece Yunanistan, GKRY, Mısır ve bölge ülkeleri değil, ABD, AB, Batılı güçler ile uluslararası enerji şirketlerinin bölgedeki çıkarları olduğu bilinmektedir.
BMDHS Md. 74 ve 83 gereğince sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletler arasındaki münhasır ekonomik bölgenin ve kıta sahanlığının sınırlandırılması; Uluslararası Adalet Divanı Statüsünün 38’inci maddesinde belirtildiği şekilde uluslararası hukuka uygun olarak anlaşma ile yapılmalıdır. Hâlihazırda bölgede bütün devletlerin üzerinde anlaştığı bir münhasır bölge ya da kıta sahanlığı alanı mevcut değildir. Bölgenin dünyanın başka deniz alanlarına göre bir başka farkı, çıkarları birbiriyle çelişen ve yaptıkları ikili anlaşma kombinasyonlarının değişmesi ile elde ettikleri kazanım değişecek olan 8 ülkenin bulunmasıdır. İkili çözümlerin herkes için hakkaniyete dayalı sonuç vermediğini gelişmeler açıklıkla göstermektedir. Bölgede en akılcı ve adilane çözüm ancak tüm paydaşların bir araya gelerek hakkaniyete dayalı bir ortak anlaşmaya varabilmeleri ile mümkün olabilecektir. Bu anlaşma süreci ise ancak bölgede en uzun kıyı şeridine sahip ve en güçlü ülke olan Türkiye’nin öncülüğü ile başlatılabilir. Anlaşma görüşmelerinin başlaması en azından sorunların bu süreç boyunca dondurulmasını da sağlayacaktır.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki deniz ilişki ve çıkarları gündeme geldiğinden beri, toplumda bu hakların ele geçirilmesi ve elde tutulması sadece Türk Deniz Kuvvetleri ile ilişkiliymiş algısı pekiştirilmeye devam etmektedir. Burada gözden uzak tutulmaması gereken en önemli parametre, eğer bir dünya gücü değilseniz, uluslararası ilişkilerin sadece güç kullanımı ile sonuçlandırılamayacağı ya da sonuçlandırılmasına izin verilmeyeceğidir.

Öncelik tüm anlaşmazlıkların görüşmeler yoluyla çözülmesidir. Bu ise ancak konuyu yeteri seviyede bilen, deneyimli kadrolara ve kurumlara sahip olmakla elde edilebilir. Yani denizdeki hak ve çıkarlarımızın korunması deniz hukuku ile başlayıp, denizciliğin farklı alanlarında ihtisas sahibi personel ve hidrokarbon kaynaklarını kullanılır hale getirecek yetişmiş teknik personele dayanmaktadır. Ama çok kısa iki örnek bile bu konuda istenilen seviyede olmadığımızı açıklıkla göstermektedir. Türk üniversitelerinde 1970-1995 arasında yapılan bin 101 tez çalışmasından sadece 12’si, 2015-2020 arasında ise 57 tanesi deniz gücü ve deniz stratejisi ile ilgilidir. Ayrıca faaliyetlerini nerede ise saat başı izlediğimiz araştırma gemilerimizin personelinin önemli bir kısmının yabancı uyruklu olması ve gemilerin mülkiyeti TPAO’ya ait olmasına rağmen işletmelerinin yabancı şirketler tarafından yapılıyor olması da gözden uzak tutulmaması gereken bir durumdur.

Sonuç olarak; kısa ve uzun vadede göz önünde tutmamız gereken iki önemli hedef olabileceğini düşünüyorum;

1. Türkiye en kısa sürede sadece bölge ülkelerine değil BM, ABD, AB ve diğer ilgili uluslararası kuruluşlara çağrı yaparak, bölge ülkeleri arasında “Doğu Akdeniz Deniz Yetki Alanları Sınırlandırılması Konferansı” toplanması için çağrı yapmalı ve kıyıdaş devletler dışındaki tüm tarafların bu konuda ilgili ülkelere baskı yapmasını sağlamaya çalışmalıdır.

2. En az Deniz Kuvvetlerimiz kadar dünya ölçeğinde rekabet edip haklarımızı savunabilecek, deniz hukuku, denizcilik ve hidrokarbon endüstrisinin ilgili alanlarında bilgiye ve deneyime sahip kişileri ve kurumları ortaya çıkarmak üzere bir mastır plan hazırlamalıdır.

Varlığı ile onur duyduğumuz şanlı Deniz Kuvvetlerimiz kadar bizleri gururlandıracak, uluslararası yayınları ile dünya ölçeğinde yer bulan deniz hukukçularına, deniz hukukunu kariyer odağı yapmış diplomatlara, oşinograflara, petrol mühendislerine, sismik arama, delme yapacak teknik personel ve gemi personeline de sahip olmaya ihtiyacımız yok mudur, ne dersiniz?

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın