Sınamalarla dolu zor bir döneme girerken

MDN İstanbul

Türkiye son 40 yıldır terör belasıyla uğraşıyor. Farklı dönemlerde farklı formasyonlarda yüzleştiğimiz terör meselesi ülkenin ayağına takılan bir prangayı andırıyor. Aynı zamanda ekonomik olarak da ülkenin sıçrama yapmasını engelleyen terör sorunu bir sorun sarmalını andırıyor. Siyasi, ekonomik ve askerî gücünüzü örseleyen ve meşgul eden terör meselesine ülkemiz belli bir eşiğe dek salt “terör” olarak bakmayı tercih etti, arka planı bilmek, görmek dahası kabullenmek istemedi.

Terör konusunda deve kuşu misali kafasını kuma gömme stratejisi izleyen ülkemizde son yıllarda yaşanan bazı hadiseler bir “aydınlanma” sürecini tetikledi. Aslında bilmesi gerekenin pekâlâ bildiği kimi gerçekler malumun ilanı misali kamuoyunun gözü önünde yaşanmaya başlandı. Elbette siyasi ve politik yönelim ve tercihler de bu aleniliği körükledi.

Sözde dostların özde politikaları

15 Temmuz sonrası siyasetin evrilen yapısı ve tercihleri üniter devlet yapısını korumaya yönelik seri hamleleri beraberinde getirdi. Suriye’nin kuzeyine yapılan askerî harekâtlar ile olası bir Kürt oluşumunun denize çıkışı engellendi. Devletin bekasını gözeten bu doğru hamleler müttefik olarak adlandırdığımız bazı sözde dostlarımızla çıkar çatışması yaşanmasıyla sonuçlandı.

İzahtan vareste durumların yaşandığı son yıllar millet olarak sabrımızı da test eder hale geldi. Parçası olduğumuz NATO ittifakı PKK’yı terör örgütü olarak kabul ederken, Suriye’nin kuzeyinde faaliyet gösteren aynı organizmanın uzantısı PYD başta ABD olmak üzere müttefiklerimiz tarafından terör örgütü olarak kabul görmedi.

Akıl tutulması bu olaylar silsilesi bir süre sonra güneyimizde gözümüzün önünde aleni bir şekilde ABD’nin ve diğer sözde müttefiklerimizin PYD’yi desteklemesi, eğitmesi, donatması ile sonuçlandı. Terörle mücadele eden Türkiye kararlılığını her artırdığında ya bir SİHA’sı düşürüldü ya da Mehmetçiklerimiz şehadete yolculandı. Sözde DAEŞ terörüyle mücadele kisvesi altında beslenen ve büyütülen PYD, tabiri caizse ABD’nin bölgedeki gözde müttefiki haline evrildi.

Türkiye’nin 15 Temmuz sonrası Rusya başta olmak üzere komşularıyla iyi ilişkiler kurmayı tercih etmesi, bölge merkezli politikalara yönelmesi, Doğu Akdeniz başta olmak üzere mavi vatanını hatırlaması, deniz boyutunda hakkı olan zenginliklerden pay istemesi, donanma diplomasisini dahi devreye sokması elbette sözde müttefiklerimizde memnuniyetsizlik yarattı. Hâl böyle olunca da ülkemiz son 40 yılda olduğu gibi terör sopasıyla hizaya getirilmek istendi ve hâlâ da isteniyor.

Elbette madalyonun bir de diğer tarafına odaklanalım. Bir gücü dengelemek için diğer bir güce yaslanmak denge politikası değildir. Denge politikasını güçlü olan taraf uygular. Uygulanan ise olsa olsa tavşandan kaç tazıya tut politikası olabilir. Üstelik izlenen dış politika bir de ideolojik sosla bezenirse işte o vakit ideolojik kör durumuna kaçınılmaz olarak düşülür. Mısır, BAE, Suudi Arabistan dâhil sorun yaşadığınız tüm paydaşlarla arayı düzeltmeye çalışırken Suriye’yi ıskalarsanız doğal olarak bu belaları yaşarsınız.

Her taşın altında ABD bak sen şu işe…

Neden böyle bir giriş yaptık? Mevcut konjonktürde Türkiye’nin aleyhine olan terör dâhil her olumsuzluğun altında ABD çıktığı için… Sözde kadim dostumuz ve stratejik ortağımız (ki hiçbir zaman bizi stratejik bir ortak olarak görmedi ABD, onlar için kullanışlı bir aparat olabildik maalesef) olan ABD bekamızı tehdit eden seri hamleler yapmaya devam ediyor.

Eşi benzeri olmayan bir şekilde Rusya’dan S-400 tedarik edilmesi sonrası F-35 projesinden çıkarılan, çok boyutlu ve çok katmanlı ambargo tehdidine giren Türkiye gelinen noktada oldukça nazik bir döneme girmek durumunda kaldı. Terörü desteklediği için İsveç’in NATO’ya girişini veto eden Türkiye, elindeki bu çok önemli taktik kozu kullanamadı ve yine kaybedenler kulübüne katıldı. 1980 darbesi sonrası dönemin cuntasının Yunanistan’ın NATO’nun askerî kanadına dönmesine izin vererek heba edilen stratejik kaybın bir benzeri yine yaşandı.

İsveç’in NATO üyeliğini onaylayan Türkiye son kertede ne kazandı? F-16… Akıl tutulması gibi bir durumla karşı karşıyayız. Yaşanan dinamik süreci kısaca hatırlayalım.

Dostlar alışverişte görsün misali

TBMM’nin İsveç’in NATO üyeliğinin önünü açması sonrası ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’ye F-16 savaş uçağının satışı ve mevcut F-16’ların modernizasyonu konusunda Kongre’ye resmî bildirimde bulundu. ABD Savunma Güvenlik İşbirliği Ajansı’ndan yapılan açıklamada, Türkiye’ye 40 F-16 Blok 70 savaş uçağı ile 79 F-16 modernizasyon kitinin satılmasını onaylayan resmî tebligatı Kongre’ye gönderdiği belirtildi.

Açıklamada, “Dışişleri Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti’ne yaklaşık 23 milyar dolar değerinde F-16 alımı ve modernizasyonu ve ilgili ekipmanların satışını onaylayan kararını verdi” ifadelerine yer verildi ve Savunma Güvenlik İşbirliği Ajansı’nın ilgili sertifikasyonu Kongre’ye ilettiği kaydedildi. Söz konusu satışın gerçekleşebilmesi için ABD yönetiminin sunduğu satış tebligatına Kongre’den itiraz gelmemesi gerektiğini dikkatinize sunalım.

ABD Kongresi’nin satışı değerlendirmek için 15 günlük yasal süresi bulunuyor, bu süre zarfında itiraz olmazsa satış resmen gerçekleşmiş oluyor. Söz konusu süre, ilgili yasaya göre, NATO üyesi ülkeler için 15 gün, NATO üyesi olmayan ülkeler içinse 30 gün olarak belirtiliyor.

Yabancı ülkelere silah satışlarında denetim görevi olan Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin Başkanı Ben Cardin, Türkiye’ye F-16’ların satışına onay vereceğini açıkladı. Aklımızla oynamaya devam eden ABD ve onun sözcüleri aba altından sopa göstermeyi de ihmâl etmedi. Türkiye’nin insan hakları siciliyle ilgili hâlâ endişeleri bulunduğunu kaydeden Cardin, bununla birlikte Ankara’ya F-16 satışına izin verme konusunda ikna olduğunu bildirdi.

Tüm bu gelişmeler olurken ve belki de iç kamuoyunda bir başarı öyküsü olarak anlatılmasına ramak kalmışken ABD sol gösterip sağ vurdu. Aklımızla alay edilircesine ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’ye 23 milyar dolarlık F-16 satışının yanı sıra Yunanistan’a 8,6 milyar dolar değerinde 40 adet gelişmiş F-35 savaş uçağı satışının da onaylandığını Kongre’ye bildirdi.

Stratejik körlere ders: ABD’nin ali cengiz oyunları

Gelin günün sonunda ne olduğuna odaklanalım. S-400 tedariki sonrası Türkiye’yi F-35 projesinden çıkaran, sözleşme gereği ödediği hakkedişleri geri vermeyen ABD, Türkiye’ye uyguladığı üstü kapalı ambargoyla da hava kuvvetlerimizi nazik bir duruma sokmuştu. İsveç’in NATO üyeliğinin onaylanması sonrası ittire kaktıra ABD’yi F-16 satışına razı etmiş olduk. Şu noktanın altını çizmekte yarar var, söz konusu satış kesin değil, elbette çok farklı kombinasyonlara bağlanacak. ABD istediği an bu satışa blokaj koyabilir. İlerleyen dönemde F-16 satışının boynumuzda Demokles’in kılıcı misali duracağını ve yeri, zamanı geldiğinde temcit pilavı gibi önümüze konacağını ve dış politikamızın bu vesileyle tahditleneceğini ifade edebiliriz. Umalım ki biz haklı çıkmayalım.

Gerilen Orta Doğu sorunları, İran’ı hedefe koyma çabaları, İsrail’in hukuksuz eylemlerine sesini yükselten Türkiye, karşısında F-16 sopasını görebilir. Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Yunanistan ile olan sorunlara ise hiç girmeyelim(!)

Kabullenmesi gerçekten zor, millî onurumuz inciniyor. Türkiye’ye F-16 satışına onay veren ABD aynı gün, proje ortağı vasfını haiz Türkiye’ye vermediği F-35 uçaklarının Yunanistan’a satışını onaylayıverdi. Esasen ABD politik duruşunu, stratejik tercihlerini ve Türkiye’ye yaklaşımını da peşinen ortaya koydu. Bu hamle ABD’nin ne yaptığını ve yapmak istediğini görmeyen veya göremeyen stratejik körlere de umarız bir ders olur. Son kertede ABD Türkiye’ye F-16, Yunanistan’a ise F-35 satıyor. Böylelikle iki ülke arasındaki güç dengesi alenen Yunanistan’ın lehine evriliyor. Bunun neresi savunulabilir ve kabul edilebilir?

ABD’nin Yunanistan’a F-35 satışını onaylaması, iki ülke arasındaki askerî dengede bugüne kadar görülmemiş bir fay hattının kırılmasına neden olacaktır. Zira ABD, geçmiş dönemde Yunanistan ve Türkiye arasında bir denge olması için askerî ekipman tedariklerinde dikkatli davranırdı. Ancak gelinen noktada ABD’nin tercihini Yunanistan lehine kullandığını açıkça görüyoruz. Biraz iddialı bir tespit olabilir lâkin son derece önemli bu hadise NATO’nun Türkiye’yi gözden çıkarması olarak da yorumlanabilir.

Eğer bu bir stratejik tercih ise İttifak’ın doğu sınırı artık Yunanistan’da son buluyor kabulü yapılabilir. Meseleyi sadece F-16 ve F-35 optiğinden görmek hatalı olacaktır. ABD, son kararıyla Yunanistan’ı silaha boğacağını da göstermiş oldu. Nasıl mı? ABD, Yunanistan’a F-35’in yanı sıra iki adet C-130H nakliye uçağı, on adet P-3 deniz karakol uçağı motoru, 60 adet Bradley ZMA, 3 adet Protector sınıfı kıyı karakol botu ve dört adet Freedom sınıfı açık deniz karakol gemisi vereceğini de taahhüt etti. Bu karar açıkça stratejik bir tercihin yansımasıdır.

ABD’nin bu kararı iki ülke arasında kaybolan güvenin daha da erezyona uğramasına neden olacaktır. Hava boyutunda Yunanistan’ın açık bir şekilde gerisinde kalan Türkiye’nin millî muharip uçağı Kaan ile makası kapaması mümkün değildir. Fransa’dan tedarik ettiği Rafale uçaklarıyla ibreyi lehine çeviren Yunanistan F-35 kazanımı sonrası hava üstünlüğünü elde edecektir. Türkiye’nin 5’inci nesil uçak tedariki için alternatif pazarlara yönelmesi an itibarıyla kaçınılmazdır. Ancak farklı opsiyonlara yönelimin de S-400 konusunda yaşanan acı tecrübelerin benzerlerini tetikleyeceği de aşikârdır.

Göz bakar ama beyin görür

2024 yılı küresel marjda jeopolitik dengeleri değiştirecek seçimlere gebedir. Gelinen noktada ABD’de önümüzdeki sonbaharda yapılacak başkanlık seçimleri ülkemiz bakımından daha da önemli bir noktaya evrilmiştir. Güneyindeki sorunlar nedeniyle 25 eyaletiyle karşı karşıya gelen ABD siyasi erkleri sağduyusunu her an kaybedebilecek kırılgan bir yapıya doğru ilerlemektedir. ABD’nin içine düştüğü açmazlar, İsrail’e koşulsuz desteği sonrası uluslararası mecrada yalnızlaşması kuşkusuz bu ülkeyi daha da agresif stratejiler izlemeye sevk edebilir.

Gelelim ülkemizin içine düştüğü kırılgan duruma. Savunma sanayinde yerli hamleler atan ülkemiz doğruyu görmüştür. Ancak bu durum daha ziyade deniz boyutu için geçerlidir. Hava boyutunda geride kaldığımız vakadır. Bağlısı olduğumuz İttifak’ta içine düştüğümüz durum iyi analiz edilmelidir. Konuya biraz ilgili olanlar 5’inci nesil F-35’e alternatiflerin neler olacağını görebilir. Türkiye’nin farklı opsiyonlara yönelmesi stratejik kırılmaları da beraberinde getirecektir ki ülkemize dayatılan da tam olarak budur. Türkiye’ye karşı jeopolitik öneminin artık çok da önemli olmadığını hissettiren ve dayatan nobran politikalar uygulanmakta, ülkemizin sabrı test edilmekte dahası bu kampta yer almaya devam etmek istiyorsa dayatılan her türlü sınamayı sineye çekmesi istenmektedir. Zor bir döneme giriyoruz…

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın