Resesyon kaynaklı yeni bir küresel kriz mi geliyor?

MDN İstanbul

Destek Menkul Değerler Araştırma Uzmanı Emre Özgüven, dünyanın yeni bir krize girebileceğini belirterek krize işaret eden riskleri değerlendirdi.

“Dünya’nın yeni bir finansal krizin eşiğinde olduğu söyleniyor. 2008 krizini aşmak için yaratılan muazzam likiditeye ve sıfır faizlere karşın gelişmiş ülke ekonomilerinin, özellikle de Avrupa ve Japonya’nın bu kadar yavaş büyümesi, ABD eski Hazine Bakanı Lawrence Summers’ın uzun vadeli durgunluk (secular stagnation) tezini akıllara getiriyor. Summers, küresel boyutta genişlemeci maliye politikaları uygulanmaması halinde dünya ekonomisinin çıkmaza gireceğini ileri sürüyor.

Gelinen noktada gelişmekte olan ülkelerde yaşanan olumsuz gelişmeler bütün dünyayı etkiliyor. IMF’nin verilerine göre 2004’te toplam borcu 4 trilyon dolar olan yükselen pazar şirketlerinin borcu 2014’te 18 trilyon dolara tırmanmış bulunuyor. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) ise Yükselen Pazar şirketlerinin borçlanmasının son on yılda beşe katlanarak 2015’te 23.7 trilyon dolara tırmandığını ileri sürüyor. Projeksiyonlarında 30 gelişmekte olan piyasa ekonomisini temel alan Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) 2016 yılında gelişmekte olan piyasa tahvilleri ve hisse senetlerinden 448 milyar dolar sermaye çıkmasını beklediğini bildirdi. Gelişmekte olan piyasalardan 2014 yılında 111 milyar dolar, 2015 yılında ise beklentilerin çok üzerinde 735 milyar dolar sermaye çıkışı yaşandığını belirten IIF, yavaşlayan global büyüme ve şirket borçluluklarının etkisiyle sermaye çıkışının süreceğini öngördü.”

IIF 2015 yılı raporunda Çin’den tahmini 676 milyar dolar sermaye çıkışı olduğunu bildirirken, Emre Özgüven 2008 küresel krizine kadarki son 20 yılda yüzde 9-10’luk büyüme ivmesi alan Çin’in, kriz sonrasında da devasa bir kredi büyümesi sağladığına dikkat çekti.  “Çin’de konut fiyatları şişerken, 2014 kasım ayından bu yana 6 defa faizler düşürüldü. Ülkenin son 25 yılın en düşük büyümesini kaydetmeye hazırlandığı bu dönemde küresel piyasalarda Çin yönetiminin ekonomi üzerindeki kontrolünü kaybediyor olabileceği endişelerinin doğmasına da neden oldu. Çin borsası “ayı piyasası”na girdi. Yine Çin’de sanayi kesimi kârları yedi aydır düşüş kaydetti. Geçen yıl, Çinli politika yapıcılar 1 trilyon dolara kadar yükselen sermaye çıkışlarını izlerken, para akışlarına zaten katı kuralar koyan yetkililerin bu sorunlara yönelik hızlı bir tedavi bulamadığı da bir gerçek. Süregelen çıkışlar deflasyonist baskıları artırırken, büyümeyi aşağı çekiyor ve gayrimenkulden hisse senetlerine, varlık fiyatları üzerinde baskı oluşturuyor. Pekin’deki kur politikası paniği ve borsa çöküşü bir sonraki resesyonun Çin’de gerçekleşme olasılığını yükseltmiş bulunuyor.

Japonya’da Shinzo Abe hükümeti hali hazırda devasa parasal genişlemenin destekçisi olmaya devam ederken, parasal genişlemenin işe yarayıp yaramadığı ise tartışma konusu olmaya devam ediyor. Japonya hisse senetleri ocak ayında küresel ekonomik görünüme ilişkin yatırımcı endişelerini artırmasıyla Asya hisse senetlerindeki düşüşle birlikte Ayı Piyasasına girerken, Japonya Merkez Bankası (BOJ) negatif faiz politikası uygulama kararı aldı ve rekor büyüklükteki varlık alım programını devam ettirdi. Kuroda’nın, düşük ücret artışları ve petrol fiyatlarındaki sert düşüş ortamında, sürdürülebilir bir enflasyon sağlama hedefine ulaşabilmesi zor görünse de bu yılın ilerleyen dönemlerinde ilave teşvik uygulamasına gidilebilir. Kuroda’nın son aylardaki konuşmalarında defalarca dile getirdiği, fiyat hedefine ulaşabilmek için “ne gerekiyorsa yapılacağı” söylemi, enflasyon ve büyüme görünümleri daha da kötüleşirse nasıl bir tavır takınacağı merakla bekleniyor.”

“Düşük petrol riski

tırmandırıyor”

2014 yılı ortalarından bu yana petrol fiyatlarının yüzde 70’in üzerinde düşüş kaydettiğini ifade eden Özgüven, bu ortamda FED Mart’ta faiz artırmayabileceğinin altını çizdi. “Petrol fiyatlarındaki düşüşün temel nedenleri; Çin’in beklenenden daha yavaş büyüyeceği, Avrupa’nın da yeniden resesyon tehdidi ile karşı karşıya kalması, OPEC’in arz fazlasına rağmen üretimi kısmaması, talebin Çin önderliğinde zayıf seyrini sürdürmesi olarak gösterilebilir.

İstihdam ve işsizlik rakamlarında güzel bir ivme yakalayan ABD, bunu halen ücretler ve enflasyon verilerine taşıyamamış gözüküyor. FED’in küresel riskleri göz önünde bulundurarak faiz artırım adımlarını ayarlaması, uzunca süre sıfıra yakın tuttuğu faizleri yükseltmek için yanlış bir zamanlama belirlemesi, FED’i geri dönüşü zor olan bir yola sokabilir. Gelişmekte olan ülkeler için ‘baş ağrısı’ artarken, mevcut koşullarda güçlü dolar ABD ekonomisinde daha derin yaralar açabilir.

S&P 500 Endeksi’nin yılın ilk 12 gününde 1,04 trilyon dolarlık değer kaybı yaşaması, ayrıca Empire İmalat Endeksi’nin resesyondan beri en sert düşüş kaydetmesi de önemli ayrıntılar. Goldman Sachs raporuna göre, Chicago Board Options Exchange Volatilite Endeksi, ocak ayı ortalaması olan 24 ile pozitif ancak düşük ekonomik büyüme senaryosuyla “Kırmızı Bölge” olarak adlandırılan VIX’in 25’i geçmesi resesyon habercisi olabilir. Tarihsel olarak böyle bir durumun ABD büyümesinin yatay ya da negatif seyrettiği dönemlerle çakıştığını da hatırlatalım.”

“Euro Bölgesi’nde

deflasyon tehlikesi”

Avrupa’nın, kronikleşen bir deflasyon tehlikesi ile yine karşı karşıya olduğunu belirten Özgüven, Çin’deki gelişmelerin kriz tehlikesini  artırdığının altını çizdi.

“Avrupa’da 2011 sonrası bol para basılsa da, paraya ve krediye talebin az olduğu da bir gerçek. Euro Bölgesi’nde ekonomik güven 5 ayın en düşüğündeyken, Avrupa borsaları son yılların en kötü ocak performansını gösterdi.

Bir kriz çıkarsa, bunun kaynağının Çin-FED-petrol fiyatları üçgeninde hayat bulması beklenebilir. Bilindiği gibi global ekonomi hiçbir zaman tüm dünyayı bütünüyle resesyona sokmadı. 50 yılda IMF incelemelerine göre dört global resesyon gerçekleşmiş. Bunların tümünde global büyüme hızı ortalama yüzde 2’nin altına inmiş. ABD’deki 2001 teknoloji balonunda da global büyüme yüzde 2’nin altına indiğinden son 50 yılda 5 global resesyon oldu bile diyebiliriz. Bu 50 yılın tamamında ABD gidişata hakim ülkeydi. Son 10 yılda ABD global büyümeye yüzde 17 katkı yaparken, Çin büyümenin üçte birini sağlamıştı. Japonya ve Avrupa’nın katkısıysa ikisinde de yüzde 10 düzeyine inmişti. Yani global büyüme artık Çin’e emanet durumda. Birçok gelişen ülkenin Çin imalat sanayi sektörünün tedarikçisi konumunda olmasından dolayı Çin’deki yavaşlama en çok gelişen ülkeleri etkileyecektir. Bu nedenle de gelişen ülkelerin büyümesi yüzde 2 oranının altına inerken, küresel resesyon için dizginler artık Çin’in ellerinde diyebiliriz.”

Bunu Paylaşın