Rakamların dili

MDN İstanbul

Ocak ayı her yıl olduğu gibi bu yıl da yine rakamların piyasaya hakim olduğu, geçtiğimiz yıl gerçekleşen ekonomik büyümenin, ticaret hacminin, enflasyonun ve işsizlik rakamlarının yoğun bir şekilde tartışıldığı bir dönem oldu. Kimi karşılaştırmalı çalışmalar ve raporlar bize trendlerin ne yöne gittiği konusunda fikir veriyor. Kimiyse aklımızı bulandırıp ekonomik fotoğrafa ne yönden bakacağımız konusunda bizi yanıltıyor.
Türkiye son yıllarda global ekonominin uzmanları tarafından genelde BRIC ülkeleri olan Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin ile birlikte değerlendirilir. Güney Kore’de Türkiye ile birlikte sayılan ve BRIC ülkeleri ile yapılan analizlerde karşılaştırılan bir diğer ülke. Bu altı ülke gelişmekte olan ekonomiler olarak ABD’de ve Avrupa Birliği ülkelerinde yaşanan derin yapısal krizin de etkisiyle özellikle son beş yıla damgasını vurdu. Avrupa’da neredeyse durma noktasına gelen Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya gibi Birliğin dağılma konusunu tartışılacak hale getiren sağlıksız ekonomiler BRIC ülkeleri ile birlikte Kore ve Türkiye’nin yıldızının parlamasına ve dikkatlerin bu ülkelere yönelmesine sebep oldu.

Sürdürülebilirlik en önemli mesele
Ancak bu noktada önemli bir mesele ortaya çıkıyor. BRIC ülkeleri, Kore ve Türkiye ekonomik alandaki büyümelerini daha ne kadar sürdürebilir?
Türk ekonomisinin hacmi son yıllarda hızla büyürken, kişi başına düşen milli gelir 2000-2012 yılları arasında yüzde 7,5 arttı. Türkiye’nin uluslararası arenada rakipleri ve aynı kategoride olduğu ülkelerin büyüme oranlarını karşılaştırdığımızda ortaya çıkan duruma ne iyi ne kötü denilebilir. Aynı dönemde Rusya’da kişi başına düşen milli gelir yüzde 13,8 yükselirken Çin’de yüzde 11,6 yükseldi. Diğer BRIC ülkeleri Brezilya ve Hindistan’da milli gelir ise yüzde 3,4 büyüyerek bizim epey gerimizde kaldı. Türkiye ile kıyaslanan bir başka ülke olan Güney Kore, muhteşem bir performans sergileyip yüzde 18,3 artış gerçekleştirdi.
Sadece kişi başına düşen milli gelir oranları ile bir ülkenin gelecekte nasıl bir performans gerçekleştireceği ya da ekonomik büyüklüğünü devam ettirip ettiremeyeceğini kestirmek güç.
Türkiye 2011’de yüzde 8,5 büyüme oranını yakalarken gerçekleşen cari açığı kapatmak için 2012’de büyümeyi kontrollü bir şekilde yüzde 3’te tuttu. 2013’te de büyümenin yüzde 4’ü geçmeyeceği herkesin ortak görüşü, yılın sonunda daha bile aşağıda bir rakam ile karşılaşırsak kimse şaşırmasın.

10 bin dolar sınır mı?
Kişi başına düşen milli geliri 10 bin dolar civarında olan orta gelirli ülkelerin belirli büyüme oranlarını yakaladıktan sonra ekonomik büyümelerini sürdürmelerinin çok zor olduğu bütün uzmanların ortak görüşü. Bu sebeple ticaretini yaptığınız ürünlerin çeşitliliğini artırmak zorundasınız. Tarım ve yan sanayi ihracatıyla doğru yönetilen bir ekonomi ile belirli kalkınma dönemleri yakalamak mümkün, ancak büyüme dönemlerinin ardından pek çok ülkenin ağır bir ekonomik durgunluk yaşadığı biliniyor. Türkiye teknoloji alanında yatırımlar yapıp bir atılım yapmadıkça son dönemlerde yakaladığı büyüme oranlarını uzun vadede sürdürmesi mümkün değil.
İhracat ve ithalat yaptığınız alanları çeşitlendirip teknolojik ürünlerin üretimine ve know-how faaliyetlerine ağırlık vermedikçe durgunluğa ve gerilemeye girmekten kurtuluş yok. Eğitim seviyesinin ülkemizde hala 6,5 yıl olduğu düşünülürse bunu artırmadan gelişmiş ülkeleri yakalayacak seviyeye ulaşmak kolay görünmüyor. Kore örneğine baktığımızda son yıllarda özellikle teknolojik ürünlerin üretiminde ve ihracatında yaşanan gelişmelerle birlikte gelişmiş ülkelerin kişi başına milli gelirine yaklaşmış ve ticaret hacmini yakalamakta olan bir ülke görünüyor. Çin’de yüksek teknolojik ürünlerin ihracatında önemli bir atılım gerçekleştiriyor.
Sürdürülebilir ve sağlıklı büyümeyi uzun dönemlere yaymak ve kişi başına düşen milli geliri 30-40 bin dolar seviyelerine getirmek için iki önemli nokta var. Birincisi eğitimli nüfusu artırmak, ikincisi de yüksek teknolojik ürünlerin ihracatına önem vermek. Gençlerin okulda kalma sürelerini artırmadan ve teknolojik ürünler üretmeden sınıf atlamak mümkün değil. Bu sadece Türkiye için değil BRIC ülkeleri ve Kore için de geçerli. Brezilya ve Hindistan’daki yapısal sorunların sürdürülebilir büyümeye izin vermeyeceğine dair görüşler ağırlıkta. Çin ve Kore’ye bakış daha pozitif iken Türkiye ile Rusya’nın durumu ise kritik. Rusya’nın yer altı kaynakları gaz ve petrol üretimi ile eğitimli nüfusu avantaj. Türkiye’nin durumu biraz daha zor ve yapılması gereken çok şey var.

Denizde yenilikçi olmadan öncü olunmaz
Bu noktada denizcilik alanındaki gelişmeleri değerlendirdiğimizde özellikle gemi inşa sektöründe Çin ve Kore açık ara lider konumdalar. Brezilya son dönemde devlete ait Petrobras şirketinin öncülüğünde offshore ünitelerinin inşasına büyük kaynaklar ayırıp, ağırlık vermiş durumda. Türkiye’nin büyüme oranını sürdürmesi için offshore ünitelerinin ve petrol platformlarının üretimine ağırlık vererek bir atılım gerçekleştirmesi artık bir zorunluluk. Çünkü önümüzdeki dönem açık denizde petrol ve gaz aramanın ağırlık kazanacağı görülüyor. Türkiye’nin diğerleriyle rekabet edebilmesi ve öne çıkması için yenilikçi ve cesur olması gerekiyor. Denizcilik alanında faaliyet gösteren şirketlerin, armatörlerden limancılara kadar herkesin birlik olup devlete yatırım konusunda yol göstermesi gerekiyor. Hiçbir çalışma yapmadan sadece teşvik istemek değil, çalışma yapıp devletin yönlendirilmesi önümüzdeki dönemin nasıl olacağı konusunda kilit önemde. –Nevzat Ağca

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın