Karadeniz’i gözden kaçırmayalım

MDN İstanbul

Konjonktürel gelişmeler öylesine yoğun bir mecrada akıyor ki, dinamik işleyen siyaset, diplomasi ve savunma-güvenlik boyutuna yönelik gelişmeler arka planda kalıp anlamını yitirebiliyor. Oysa sağlıklı analiz yapabilmeye, sağlam stratejiler belirmeye koşut olarak detayları yakalamak ve görmek şart.

Gözden kaçan gelişmeleri hatırlatıp stratejik düşünme metodolojinize katkıda bulunmayı deneyeceğiz. Konumuz Karadeniz, başlayalım.

ABD, Romanya’ya İnsansız Hava Aracı (İHA) konuşlandıracak
ABD Hava Kuvvetleri Komutanlığı, “istihbarat, gözlem ve keşif görevleri” için “MQ-9 Reaper” tipi İHA’ları, Romanya’daki Campia Turzii Hava Üssü’ne konuşlandıracağını duyurdu. Yapılan açıklama ise kararın arka planını sergilemesi bakımından dikkat çekici.

ABD, Romanya’ya MQ-9 konuşlandırması ile ABD’nin Avrupa’nın güvenlik ve istikrarına olan bağlılığını ortaya koyduğunu, NATO müttefikleri ve Avrupalı diğer ortaklarla olan ilişkilerini güçlendirmeyi amaçladığını vurguladı. ABD’nin Avrupa ve Afrika Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Jeff Harrigian, “MQ-9’ların harbe hazır bir pozisyona konuşlandırılması ortak ve müttefiklerimize güvence verirken, hasımlarımıza ortaya çıkabilecek herhangi bir tehdide çok hızlı yanıt verebileceğimize dair açık bir mesaj göndermektedir” ifadesini kullandı. Burada hasım olarak kastedilen elbette Rusya.

Blinken: Gürcistan’ın NATO üyeliği Rusya için caydırıcı olabilir
Tam bu noktada ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı adayı Antony Blinken’ın, Gürcistan’ın NATO’ya alınması önerisinde bulunarak, bunun Rusya için caydırıcı olabileceğini öne sürmesi bizi yakın gelecekte Karadeniz’de nelerin beklediğini gösteriyor.

Senato Dış İlişkiler Komisyonu’na hitap eden Blinken, “Gürcistan gibi bir ülke (NATO’ya) üyelik gereksinimlerini karşılayabiliyorsa ve kolektif güvenliğimize katkıda bulunabiliyorsa, evet, kapı açık kalmalı” ifadelerini kullandı. Gürcistan’ın NATO’ya katılmasının, NATO ile Rusya arasında gerginliğe (sıcak çatışmaya) neden olacağı yönündeki görüşlere katılmadığını belirten Blinken, “Aslında tam tersini düşünüyorum. NATO üyeliğiyle ilgili olarak ben, Rusya’nın esasında NATO şemsiyesi altında olmayan ülkelere karşı saldırgan olmasının çok iyi bir nedeni olduğunu düşünüyorum.” hususunu vurguladı.

Türkiye bir müttefik ama bir müttefikin davranması gerektiği gibi davranmıyor
Blinken’in bu yaklaşımı dikkat çekici bir anlam taşıyor. Rusya’nın NATO üyesi hiçbir ülkeye doğrudan saldıramayacağını öngören Blinken, esasen yeni ABD yönetiminin önceliklerini de gözler önüne sürüyor. Biden Başkanlığında ABD’nin NATO’da müttefikleri ile ilişkilerini restore edeceği ve NATO’yu daha etkin hale getirecek hamleler yapacağını görüyoruz.

Öte yandan Blinken’in Türkiye’ye yönelik ilk açıklamaları ise hiç de parlak değil. Türkiye ve
S-400’lerle ilgili sorulan soruya, “CAATSA yaptırımları denen maddelere baktım. Bir NATO müttefiki olarak Türkiye’nin S-400’leri alması kabul edilemez” şeklinde net cevap veren yeni Bakan, CAATSA yaptırımlarının sonuçlarını takip edeceklerini müteakiben, “daha fazla bir şey yapmaya gerek olup olmadığına karar vereceklerini” dile getirdi. Bu apaçık örtülü değil, net bir tehdit.

Blinken ayrıca, “stratejik daha doğrusu sözde stratejik bir partnerinizin Rusya’daki en büyük stratejik rakiplerinizle aynı çizgide olması fikri kabul edilemez, Türkiye bir müttefik ama bir müttefikin davranması gerektiği gibi davranmıyor” açıklamasında bulundu. Neresinden bakarsanız bakın, sert ve izahtan vareste bir yorum. Biden sonrası dönemde ABD ile ilişkilerin düzeleceğini düşünenler bu satırları dikkatle okumalı.

Stoltenberg: Rusya NATO’nun genişlemesini etkilememeli
Blinken’in açıklamaları ile benzer tonda argümanlar kullanan Stoltenberg’in, NATO’nun genişlemesinin Rusya ile ilişkilerin kötüleşmesine yol açıp açmayacağı sorusuna, “NATO’ya katılma konusu doğrudan aday ülkeyi ve NATO’yu ilgilendiriyor, Rusya’nın sürece müdahale etmeye veya onu engellemeye hakkı yok” yanıtı NATO’nun genişleme sürecinin devam edeceğini gösteriyor.

Daha önce Varşova Paktı’nın parçası olan devletleri saflarına kabul ederek NATO’nun saldırgan davrandığı iddiasını reddeden Stoltenberg, söz konusu ülkelerin demokratik prosedürlerle NATO’ya katılmak istediklerine kendileri karar verdikleri için “NATO’nun doğuya yayılmacılığının” söz konusu olmadığını vurguladı.

NATO’nun doğuya yayılmacılığı söz konusu değil
“Biz hiç kimseyi NATO’ya katılmaya zorlamıyoruz, örneğin İsveç ve Finlandiya komşularımız ama NATO’ya katılmak istemiyorlar ve biz buna saygı duyuyoruz” tespitinde bulunan Stoltenberg’e göre Baltık ülkeleri, Romanya, Bulgaristan ve diğer devletler, NATO’ya girmek istediklerine kendileri karar verdi ve standartlara uygun olduklarını teyit ederek ittifaka katıldılar.

NATO’nun Gürcistan ve Ukrayna ile ilişkilerini de yorumlayan Stoltenberg, “Gürcistan NATO’ya katılmak istiyor ve Rusya buna engel olamaz. Gürcistan’ın NATO’ya katılıp katılmaması, sadece ve sadece Gürcistan’ı ve ittifakı ilgilendiren bir konu” vurgusunu yaptı.

Eski Almanya Başbakanı Schröder, Kırım’ın Rusya’ya dönüşünü NATO’nun genişlemesine bağladı
Bu gelişmelere farklı bakış açısıyla yaklaşan eski Almanya Başbakanı, Rosneft Yönetim Kurulu Başkanı ve Nord Stream AG Hissedarlar Komitesi Başkanı Gerhard Schröder, Kırım’ın Rusya’yla yeniden birleşmesinin NATO’nun genişlemesinin bir sonucu olduğunu açıkladı. 2014 olaylarından çok önce Doğu Avrupa ülkelerinin Kuzey Atlantik İttifakı’na katıldıklarını ve bu kararlarının kendi egemenlik hakları olduğunu hatırlatan Schröder, “Bu onların hakkıydı. Ancak burada bitmedi, ardından asıl Amerika’dan kaynaklanan Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya kabulü ile ilgili tartışma farklı bir yöne kaydı. Bu, o zamanlar hem Avrupa hem de NATO ile işbirliğine çok daha açık olan Rusya’yı kuşatma stratejisinden başka bir şey değildi” ifadelerini kullandı.

Kırım’ın Rusya ile yeniden birleşmesini “uluslararası hukukun ihlâli” olarak niteleyen Schröder, “Bu iddia olayın nedeni konusuna değinmiyor. Muhtemelen Ukrayna, Amerika’nın istediği gibi NATO’ya katılacaktı. O zaman Rusya’nın en önemli deniz limanlarından biri olan Sivastopol, Batı ittifakının topraklarında olacaktı” tespitinde bulundu. Hiçbir Rus Devlet Başkanı’nın Kırım’ı Kiev’e iade etmeyeceğine inandığının altını çizen Schröder, “Baskı son derece nadir durumlarda işe yarar. Çözümlerin diyalog üzerinden aranması söz konusu” uyarısında bulundu.

Schröder daha önce de yaptığı açıklamalarda Rusya karşıtı yaptırımların kaldırılmasından yana olduğunu açıklamış, mevcut ekonomik konjonktürde Moskova ile işbirliğinin gerekli olduğunu vurgulamıştı. Rusya’ya bakış bağlamında ABD ile Almanya’nın farklı perspektiflere sahip oldukları malûm. Bilhassa Kuzey Akımı-2 projesi iki müttefik arasındaki anlaşmazlıkların temelini oluşturuyor. Merkel ile Trump arasındaki gerilimli ilişki şüphesiz Biden döneminde olmayacak, ancak iki ülke arasındaki Rusya özelindeki stratejik açmazların diplomasi kanalını meşgul edeceği görülüyor.

Biden’ın AB’deki ilk muhatabı Macron
Başkanlık koltuğuna oturduktan sonra geleneksel müttefikleri İngiltere ve Kanada ile olağan telefon konuşmalarını yapan Biden’ın Merkel’den önce Macron ile üstelik bir saat konuşması dikkat çekmişti. Fransız medyası, Biden’ın AB içinden Almanya Başbakanını değil, Fransa Cumhurbaşkanını aramasının önemine dikkat çekerek, “Biden’ın AB’deki ilk muhatabı Fransız Cumhurbaşkanı” yorumunu yapmıştı.

Karadeniz yeni dönemde gündemi daha çok meşgul edecek
Türkiye ile ABD’nin çıkarları uzun bir süredir birçok kulvarda çelişiyor. ABD ise Türkiye’nin burnunu sürtmeyi, geri adım atmasını sağlamaya çalışıyor. S-400 meselesi iki ülke arasındaki total sorunların sembolik bir yansıması. Israrla vurguluyoruz, S-400’de atılacak geri adımı ve verilecek tavizi şüphesiz diğer seri tavizler izleyecek.

ABD stratejik çıkarlarını gözetiyor ve o çıkarlara Türkiye’nin de riayet etmesini bekliyor, tıpkı eskiden olduğu gibi. Bu nedenle iki ülke arasındaki ilişkileri “stratejik ortaklık” olarak gören “stratejik körlerin” de ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı Blinken’in açıklamalarına bu zaviyeden yaklaşmaları uygun olacaktır, belki gözleri açılır.

Biden döneminde ABD’nin Karadeniz’e ilgisinin azalmasını beklemek olası değil. Şüphesiz ABD, yeni dönemde de Rusya’yı Karadeniz’de ve Kafkasya’da çevreleme ve baskılama girişimlerine devam edecek. Türkiye’nin bölgesel sahiplik prensibini önceleyen ve Montrö Sözleşmesi’ni gözeten tavrı nedeniyle Karadeniz’de istediği agresif adımları atamayan ABD, yedekte tuttuğu Romanya üzerinden girişimlerini aralıksız sürdürecek, mümkünse Türkiye’nin de pozisyon değiştirmesi için çaba sarfedecek.

Moldova’da Batı yanlısı bir liderin seçimi kazanmasıyla zemin kazanan Atlantik bloğun, Romanya üzerinden provokatif hamlelerine devam edeceği anlaşılıyor. Rus muhalif lider Navalny üzerinden Rusya’nın iç dinamiklerinin test edildiği mevcut konjonktürde yeni ABD yönetiminin bölgeye yönelik hamleleri iyi takip edilmeli. Zira, Ukrayna, Moldova veya Gürcistan üzerinden bölgenin istikrarının bozulmasının Karadeniz’e ve dolayısıyla ülkemize yansımalarının olacağını unutmayalım.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın