Jeopolitik iflas: Sözün bittiği yer

MDN İstanbul

Bu köşede jeopolitik gerçeklere ulaşabilmek için stratejik düşünmeye çalışıyor, meselelere bakmayı değil görmeyi önceliyoruz. Kimi zaman derinlere indikçe ürperiyor, çözmeye çalıştığımız denklemlerin arka planını görmeye başladıkça irkiliyoruz. Dünyanın kimi bölgelerinde meydana gelen olayları stratejik bakış, akıl ve bilim ile açıklayamıyoruz. Hele ki vicdanla asla… Oyunu kurmanın da bir metodolojisi ve ahlâki boyutunun olması gerektiğine inanıyoruz. Gazze’de yaşananlar bunun çarpıcı bir örneği, küresel ölçekte psikolojik sermayenin erozyona uğradığı tasvibi mümkün olmayan günlerden geçiyoruz.

Gerçek ile komplo teorisi arasındaki ince çizgiyi ayırt edebilmek maharet ister, bu durum zihinlere afakanların basmasına neden olabilir. Ekim ayında Hamas’ın İsrail’e sürpriz saldırısı (Aksa Tufanı) ve sonrasında İsrail’in adeta soykırıma evrilen cezalandırma harekâtı ile küresel marjda jeopolitik iflasa, sözün bittiği noktaya doğru ilerliyoruz. Her şey tüm çıplaklığıyla insanlığın gözünün önünde yaşanmasına karşın medeniyetin beşiği, insan haklarının sözde savunucusu Batılı aktörler fütursuzca üç maymunu oynuyor.

Paradigma tiranı: İsrail

İsrail’e koşulsuz destek olan batılı ülkeler sağduyudan ve objektiflikten uzaklaşıp İsrail’in safında hizalandılar. İnsanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek bu gelişmeler bir turnusol kâğıdı misali saklı gerçekleri de ortaya çıkarıverdi. Hukuk ve insan hakları gibi evrensel değerlerin salt gücü elinde tutanın hegemonyasında olduğu görüldü. Beri taraftan BMGK’da yaşanan ABD vetosu bu kurumun güvenilirliğinin sorgulanmasına yine ve yeniden neden oldu. Malûmun ilanı olan bu gelişmeler çıkarlarını gözeten devletlerin yeri geldiğinde ne kadar sığ ve yanlı davranabileceklerini de gözler önüne seriverdi. Aslında “gören” gözler hep görüyordu ama yaşananlar “stratejik körlerin” de gözlerinin açılmasına vesile oldu. Kuşkusuz masumların ölmesinin tasvip edilir hiçbir tarafı yok. Hamas İsrail’e baskın tarzında saldırırken sonrasında yaşanacak mezalimi bilmiyor muydu? Ya da yarattığı illüzyon ile sözde uçan erkek ve dişi sineği dahi ayırt edebileceği iddiasında olan İsrail, ayağında terlikleriyle sınırlarını kevgire çeviren Hamas militanlarını nasıl göremedi? Bu olay kuşkusuz Ortadoğu’da ve dünyada yaratılan İsrail algısını da erozyona uğrattı. Hollywood prodüksiyonlarıyla parlatılan İsrail’in defoları ortaya dökülüverdi. Bir de madalyonun diğer tarafına bakalım. Afganistan’da Talibanı icat eden ABD misali, Hamas da geçmişte İsrail tarafından Filistin Kurtuluş Örgütü’nü dengelemek üzere kurulmadı mı? Bu aktörlerin aralarındaki simbiyotik1 ilişkiyi dikkatinize sunalım. ABD ve İsrail’in besledikleri ve büyüttükleri canavarların kontrolden çıktığına inanmamız mı isteniyor? Misal, Aksa Tufanı’nı İsrail’in 11 Eylül’ü olarak tanımlayanlara ne demeliyiz? Bu argüman 11 Eylül hadisesini, sonrasında yaptığı her türlü hukuksuzluğa kılıf olarak kullanan ABD misali, İsrail’in yaptığı ve yapacağı eylemlere meşruiyet kazandırma çabası olarak mı okunmalı? Sağduyulu İsrail vatandaşlarının dahi tepki gösterdiği olaylar, İsrail’i Hamas ile birlikte dünyanın en çok nefret edilen süje hâline getirdi. Meseleye objektif bakınca sormadan edemiyoruz, Hamas’ın içinde İsrail’in kontrol ettiği bir klik harekete geçmiş olamaz mı?

Stokholm sendromu yaşayanlar

Aksa Tufanı sonrası hipnotize olmuşçasına şok geçiren İsrail’in fabrika ayarlarına dönmesi uzun sürmedi. ABD’nin ve Avrupa’nın koşulsuz desteğini alan İsrail Gazze’yi yerle bir etti, bu satırlar yazıldığında etmeye de devam ediyordu. Hastanelerin dahi hedef alındığı İsrail saldırılarında bırakın harp hukukunu, uluslararası hukukun esamesi dahi okunmuyor. 2’nci Dünya Savaşı esnasında soykırıma uğrayan bir milletin yaşadığı mezalimi bir başka topluma yaşatmasının anlaşılır hiçbir yanı yok. Dünyadaki ve İsrail’deki sağ duyulu Yahudilerin dahi isyanına neden olan Netanyahu yönetimindeki İsrail’in eylemleri sadece bölgedeki nefretin keskinleşmesine neden oluyor.

Olayların hızlı aktığı süreçte ABD iki uçak gemisi görev grubunu ve çok sayıda askerî unsurunu Doğu Akdeniz’e konuşlandırarak İsrail’e olan desteğini ortaya koymakla kalmadı, İsrail’in mezalimini cesaretlendirdi dahası İsrail’e mukabele edecek unsurları fiziki hedef olarak göreceğini açıkladı. Bu satırlar yazılırken İsrail henüz Gazze’ye kara harekâtı başlatmamıştı. Buna karşın ABD unsurlarının bölgede artan mevcudiyeti, İngiltere ve Almanya’nın tam desteği ilerleyen günlerde İran’ın hedef alınabileceği ve çatışmaların Orta Doğu’nun geneline yayılabileceğinin emarelerini veriyor. ABD’nin Doğu Akdeniz’e güç aktarımı öyle bir noktaya geldi ki Rusya Devlet Başkanı Putin, sahip oldukları zirkon füzelerinin menzilinin Doğu Akdeniz’i kapsadığını “hatırlatmak” zorunda kaldı.

İran’a örtülü bir destek olarak yorumlanan bu çıkış bölgedeki denklemin çok bilinmeyenli hâle evrilmesine neden oldu. Bu hamleyi Çin’in bölgeye askerî unsurlarını sevk edeceğini açıklaması izledi. Çok kutuplu yeni yapıyı ispat eden bu gelişmeler sonrası bölge ansızın jeopolitik gerilim merkezi haline evrildi. Çin’in sergilediği tutumunun Orta Doğu ülkeleriyle olan ilişkilerini nasıl etkileyeceğini kuşkusuz zaman gösterecek. Çin bakımından Orta Doğu adeta bir laboratuvar görevi görüyor. Dünyanın diğer coğrafyalarından farklı olan bölgede istikrarın sağlanması oldukça zor. Son hadise ile Çin, ABD’nin bölgede hâlâ ciddi bir etkisinin bulunduğunu da tecrübe etmiş oldu.

Dönüm noktası: Hastanenin vurulması

ABD Başkanı Biden’ın İsrail’e ziyareti ve kullandığı argümanlar bu krizin kısa sürede bitmeyeceğini gösterdi. Stratejik derinlikten yoksun popülist açıklamalarıyla Biden ziyaretinde, önümüzdeki sene yapılacak Başkanlık seçimlerine yatırım yapmayı tercih etti. Almanya ve İngiltere Başbakanlarının ziyaretleri de meselelere tek optikten ve yanlı bakmanın yüz karası olarak siyasal tarihteki yerini aldı. 18 Ekim’de İsrail’in Gazze’de bir hastaneyi vurması ve yüzlerce sivili öldürmesi ise bardağı taşırdı ve vicdan sahibi ülkelerin gözlerini açtı.

Kendi yarattıkları canavarın kontrol dışı eylemlerinden ürken bu ülkeler tecrit edilen, temel gıda maddelerine, ilaca, suya ve elektriğe erişimden mahkûm bırakılan Gazze halkına yardım edilmesini dillerine dolayıverdiler. Elbette konunun başka boyutları da var. Kriz döneminde yükselen petrol ve doğalgaz fiyatları, krizin kontrolden çıkma ve kurulu düzenin etkilenme potansiyeli refahına ve konforuna düşkün Batılı devletlerde endişe yarattı.

Meselenin diğer yönü

Nitekim İsrail-Filistin çatışmasının 7 Ekim’de başlamasıyla yükseliş eğilimine giren doğalgaz fiyatları hızla tırmanışa geçerek megavatsaat fiyatı 53,1 avroya ulaştı. Kısaca İsrail-Hamas çatışması sonrası fiyatlar yüzde 39 arttı.

Bu noktada kuzeyde de ilginç gelişmeler yaşandı. Finlandiya ve Estonya arasında doğalgaz akışını sağlayan Balticconnector boru hattında tespit edilen olağan dışı basınç düşüşü sonrası vanaların kapatılması ve boru hattının onarımının beş ay süreceğinin açıklanması doğalgaz fiyatlarında yukarı yönlü baskıyı daha da ivmelendirdi. Burada bir parantez açalım, ayrı bir yazının konusu olmakla birlikte son dönemde Kuzey ülkelerinde yaşanan boru hatlarındaki “tuhaflıklar” dikkat çekiyor. Günümüzde üzerinde çalışılan deniz yatağı harbi (Sea Bed Warfare) kavramını belli ki ilerleyen dönemde daha sık duyacağız.

Çin: İsrail meşru müdafa sınırlarının ötesine geçti

İsrail’in eylemlerini sürdürdüğü günlerde gözler Çin ve Rusya’ya çevrildi. BMGK’da ABD vetosuyla İsrail’e yönelik herhangi bir karar alınamaması bardağı taşıran son damla oldu. Dışişleri Bakanı Wang Yi, sivillere yönelik eylemleri kınayarak taraflara derhâl müzakere masasına dönme çağrısında bulundu.

İsrail’in eylemlerinin meşru müdafaanın ötesine geçtiğini belirten Wang Yi, İsrail’i uluslararası toplumdan ve Birleşmiş Milletler’den gelen “Gazzelilere yönelik toplu cezalandırmaya son verilmesi” uyarılarını dikkate almaya çağırdı. Wang devamla, “Çin, insan vicdanını ve uluslararası ilişkilerin temel normlarını ihlâl ettiği için sivillere zarar veren tüm eylemleri kınamaktadır” açıklamasında bulundu.

Suudi Arabistanlı mevkidaşı ile yaptığı görüşmede Wang, “Çin, Filistinlilere ulusal haklarını iade etmek için haklı davalarında destek vermeye devam etmek ve Filistin meselesini adil ve kalıcı bir şekilde çözülebilmesi için doğru yol olan ‘iki devletli’ çözümün getirilmesinde Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleriyle birlikte çalışmaya hazırdır” mesajını verdi.

İsrail bu çıkışa cevaben Çin Hükûmeti’ne, Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırılarını “açık ve net bir şekilde kınamadığı” için derin hayal kırıklığına uğradığını iletti. Çin ile aynı eksende hareket eden Rusya da itidal çağrısında bulundu. İsrail’in Suriye’deki havaalanlarını vurmasıyla meseleye müdâhil olma noktasına gelen Rusya’nın, Ukrayna marjında üzerindeki baskının tedricen azalacağının da altını çizelim.

Suudi Arabistan, İsrail ile normalleşme sürecini dondurdu

Gelişmelere Arap ülkelerinden de münferit tepkiler geldi. Filistin meselesinde öteden beri yekpare bir duruş sergileyemeyen Arap ülkeleri beklendiği üzere bir kez daha sınıfta kaldı. Yaşananları kınamak dışında bir aksiyon alınamadı. Üst perde açıklamalar Katar marjından gelirken, Suudi Arabistan, Gazze’de yaşanan gelişmeler nedeniyle İsrail ile normalleşme sürecini dondurduğunu açıkladı.

Bu çıkışı ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in Orta Doğu turu esnasında yapan Suudi Arabistan ABD’li yetkilileri bu konuda bilgilendirdiğini kaydetti. Diğer taraftan Hamas ile İsrail arasında devam eden savaş, sürpriz bir şekilde Suudi Arabistan’ı İran’la ilişki kurmaya itti. Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman, çatışmaların patlak vermesinin akabinde ilk telefon görüşmesini İran Cumhurbaşkanı Reisi ile yaptı.

Suudi Arabistan ve onunla birlikte BAE, Arap ülkelerinin genel Filistin yanlısı tonuyla tutarlı kamuoyu açıklamalarına rağmen, kendi pozisyonlarının farklı olabileceği dikkate alınmalı. Zira bu ülkelerden söylem ve kınama dışında bir çıkış duyulamadı. Bu ülkeler aynı anda İsrail diplomatik misyonlarını istenmeyen kişi (persona non grata) ilan edebilir ve İsrail’i izole etmeyi deneyebilirlerdi, yapmadılar.

Bu noktada Mısır’a ayrı parantez açalım. Mısır tepkisini ortaya koysa da dengeli hareket etme refleksine büründü. Gazze’de tecrit edilen Filistinlileri kabul etmeyeceğini açıkladı. Mısır bu çıkışı yaparken Suriye savaşı nedeniyle mülteci akınına uğrayan Türkiye’yi örnek gösterdi.

Kahire Barış Zirvesi

İsrail’in Gazze’ye yönelik cezalandırma harekâtı devam ederken, tepki olarak Kahire’de geniş katılımlı Barış Zirvesi düzenlendi. İsrail Dışişleri Bakanı’nın Gazze’de sınırların değişeceğini açıkladığı günlerde gerçekleşen Zirve’de konuşan Filistin Devlet Başkanı Abbas cevaben “Ne olursa olsun topraklarımızda kalacağız” açıklamasında bulundu.

İsrail ile Hamas arasında ateşkes çağrısı yapan BM Genel Sekreteri Guterres de Kahire Barış Zirvesi’nde yerini aldı. Guterres burada yaptığı konuşmada, “Artık harekete geçme zamanı gelmiştir; bu korkunç kâbusu sona erdirecek ve Filistin, İsrail, bölge ve dünya çocuklarının hayallerine layık bir gelecek inşa edecek adımlar atılmalıdır” ifadelerini kullandı. Guterres bölgede istikrarın Filistin’in tanımasından geçtiğini kaydetti.

Kolombiya’nın ezber bozan çıkışı

Aklıselimle hareket eden az sayıda ülke yaptıkları çıkışlarla sağduyuyu sergiledi. Avrupa’da İspanya’nın tutumu dikkat çekti. İsrail Büyükelçisi’ni kamuoyunu yanlış bilgilendirmekle itham eden İspanya’da hükûmetin İsrail ile ilişkilerin askıya alınması gündeme getirildi.

Ezber bozan tepki ise Latin Amerika coğrafyasından geldi. Arap ülkelerinin yapamadığı hamle uzaklardan geldi. Kolombiya Cumhurbaşkanı Gustavo Petro’nun İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarıyla ilgili açıklamalarını antisemitik ve düşmanca bulan İsrail Hükûmeti Kolombiya’ya silah ve güvenlik ekipmanları ihracatını durdurduğunu açıkladı. Geri adım atmayan Kolombiya Cumhurbaşkanı ise “Gerekirse İsrail ile tüm ilişkilerimizi askıya alırız, soykırımı desteklemiyoruz” çıkışında bulundu. Kolombiya Dışişleri Bakanı Alvaro Duran, İsrail’in Kolombiya Büyükelçisi’nin Cumhurbaşkanı Petro ile sosyal medyadan girdiği söz dalaşına atıfta bulunarak, “Dünya diplomasi tarihinde önemli gaflardan biri olarak kayda geçecek. İsrail Büyükelçisi utanç verici bu davranışından sonra özür dileyip ülkeyi terk etmeli” çıkışını yaptı.

Meseleye bütüncül bakabilmek

Yaşadığımız travma ve duygu seline karşın İsrail-Filistin savaşına objektif ve bütüncül bakmak durumundayız. Hatırlatalım, Hamas’ı İsrail kurdu. Hamas’ın şimdiye kadar giriştiği her türlü aksiyon günün sonunda İsrail’e yaradı. İsrail’de uzun süredir siyasi kriz devam ediyor ve derin bir yönetim sorunu yaşanıyor. Yahudi alemi uzlaşmaz çelişkiler nedeniyle karışmış ve bölünmüş durumda.

Netenyahu’nun tasvip görmeyen popülist ve ayrıştırıcı siyasi manevraları sonrası Yahudi halkı kutuplaşmış, darbe söylemleri gündeme gelmişti. İsrail’in içine düştüğü kaotik ortam Yahudi halkını birleştirecek bir “olay” ihtiyacını ortaya çıkardı. Hamas da İsrail’e istediği savaşı hediye ediverdi. Hemen sonrasında bu olayın İsrail’in 11 Eylül’ü olarak adlandırılması da kurguyu ortaya koydu.

Meseleye bir de ABD optiğinden bakalım. Biden fırsatı kaçırmadı ve önümüzdeki yıl yapılacak Başkanlık seçimini gözetip popülist davranmayı tercih etti. Gazze’de hastane bombalanması sonrası yaptığı açıklama ise izahtan vareste görüldü. Hatırlatalım, Trump Filistin sorununda iki devletli çözümü savunuyor. Son olaylar ve İsrail’in hesap hataları küresel ölçekte bölgede iki devletli çözüme yönelik söylem ve motivasyonun artmasına neden oldu. Yakın gelecekte Filistin Devleti’nin tanınmasına şahitlik edebiliriz.

Bölgede denklem ve statüko değişebilir

Filistin sorunu, Aksa Tufanı saldırısıyla yeni bir boyut kazandı. Bu aşamada sürecin ne şekilde sonuçlanacağını öngörmek olası değil. Lâkin İsrail tarafının söylemleri, kademeli harekât planlaması dikkate alındığında ufukta uzun soluklu bir sıcak çatışma dönemi beliriyor. Öte yandan bu savaş önceki çatışmalardan farklı bir görünüm sergiliyor. Kriz sönümlense dahi günün sonunda savaş öncesi koşullara dönülemeyebilir. Bölgede denklem ve statüko, dahası Gazze’de sınırlar değişebilir. İsrail önce işgal devamında ilhak meselesini gündeme getirebilir. Bölgede kronik sorunlar ve olgular çözülmediği sürece çatışmalar kaçınılmaz olarak sürecektir.

İsrail’in hava harekâtı ile sürdürdüğü eylemlerini genişletmesi, süreci tırmandırması ve Gazze’ye kara harekâtına girişmesi bölgedeki gerilimin tırmanmasına, Lübnan, Irak, Yemen ve Suriye’deki Şii güçlerin aksiyon almasına neden olabilir.

En kötü senaryo

Kuşkusuz İsrail başta olmak üzere küresel ve bölgesel aktörler hadisenin nerelere evrilebileceğini görmeye çalışıyor. Özellikle Hamas’ın elinde tuttuğu farklı milletlere mensup rehinelerin denkleme doğrudan etki ettiğinin altını çizebiliriz. Bu noktada en kötü senaryonun ne olabileceğine bakalım ve bir parantez açalım. İsrail’in Gazze Şeridi’nde uyguladığı askerî harekâtı sonlandırmaması, kara harekâtına başlaması ve olayların kontrolden çıkması durumunda Filistinlilerin topyekûn isyana girişmesi bölgede paradigma kaymasına neden olabilir.

Çatışmalara Hizbullah’ın da dâhil olması çevre ülkelerden gelebilecek Arap/ Müslüman yığınların İsrail sınırlarını delmesi, İran’ın meseleye müdâhil olması, ABD’nin Doğu Akdeniz’e konuşlandırdığı kuvvet ile İran’a karşı önleyici saldırılara başlaması, İran’ın da İsrail’e misillemede bulunması, iç savaşın yıkımına karşın Suriye’nin Golan Tepeleri’ne saldırarak sürece dâhil olması, İslâm dünyasının bir şekilde yekpare duruş sergileyerek hızlı bir seferberlik hâline evrilmesi, Kürtlerin İsrail’e müzahir tutum sergilemesi…. Korku filmlerini andıran senaryo aktörlerin aklıselim davranmaması durumunda yaşanabilir. Bilhassa Taliban’ın Orta Doğu’ya militan göndermesi denklemi bambaşka bir noktaya getirebilir.

Ukrayna marjında üzerindeki baskı muhtemelen hafifleyecek Rusya’nın tutumunun önem arz edeceği bu senaryoda belirleyici bir diğer güç de Çin olacak. Çin’in konjonktürü uygun görmesi durumunda Tayvan’ı işgali, krizi daha geniş bir cepheye yayması son kertede gündeme gelebilir. Parantezi kapatalım.

Jeopolitik ittifakların kristalize olması

İsrail ile Hamas arasında devam eden bu savaşın kuşkusuz Ukrayna’dan Kafkaslar’a, Orta Doğu’dan Afrika’ya uzanan geniş bir yelpazede çok boyutlu yansımaları olacak. Bu süreçte cephelerin belirginleştiği, eksenlerin keskinleştiği ve jeopolitik ittifakların kristalize olduğu bir sürece tanıklık edebiliriz. Gelinen noktada Filistin- İsrail sorunu gibi Orta Doğu’nun, kriz merkezinin odağında yaşanabilecek bir gelişme küresel güvenliğe ve istikrara da etki edecektir.

Çatışmalar ABD ve İran’ın dâhil olacağı bir sürece evirilirse, Suriye başta olmak üzere birçok noktada jeopolitik düzenlerin yeniden çizilmesi gündeme gelebilir. ABD yönlendirmesiyle İsrail ile komşu bir Kürt oluşumu bölgeye dayatılabilir. Son dönemde önceliği olmaktan çıkan Orta Doğu’da ABD’nin yeniden etkin bir strateji izlemeye başlaması Asya Pasifik’te Çin ile olan rekabetinde zemin kaybetmesine neden olabilir.

Bu süreçte Türkiye’nin manipülasyondan ve gerilimden uzak, dengeli ve sağduyulu bir politika izlemesi en uygun hareket tarzıdır. Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini ve çatışmanın tarafları nezdindeki güvenilirliğini dikkate alarak arabuluculuk yapması ve taraflarla iletişim kanallarını işleterek çatışmanın son bulması yönünde adımlar atması yerinde olacaktır. Bölgede gerilimi körükleyen bu hadiseyi Türkiye, Suriye başta olmak üzere bölge ülkeleri ile arasındaki sorunları çözmede bir kaldıraç olarak kullanabilmeli, Mısır ve Suudi Arabistan ile anlayış birliği tesis edebilmelidir. Kıssadan hisse, stratejide kuraldır, oyunu siz kurmadıysanız, oyunu bozmak için gayret etmelisiniz.

(1)Doğada farklı türler arasında, her iki tarafın da karşılıklı fayda sağladığı ilişki sistematiği.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın