İnsanlık, kendi ve çevresi için ideal olanı, doğru olanı artık inşa edemiyor mu? Çokkültürlülük dayatmasıyla öz değerler mi silindi bir tuşla tek tek? Yoksa, insanlıktan nasibini alanlar kendi devinimleri içine dalıp unuttu mu, bütünün içinde bir payda olduğunu? Anlatamadılar mı yeterince; iyiyi, güzeli, doğruyu?
Âlem’de insanlık varolalı beri böylesi tehlikelerle yüz yüze gelmiş miydi? Öngöremediği daha ne kadar tehlikeyi göğüsleyebilecek ‘insan’ evladı şimdi ve gelecekte? En beteri nedir bilemiyoruz, ancak bir grup insan varlığının devamlılığını, diğer ‘insan’ların yok olmasından medet umarak yaparsa bu kısır döngünün yansımaları sonucu; sürekli yıkım, sürekli nefret eylemleri topyekûn bir çürümeyi doğurmaz mı?
Toplu halde yaşamı mı seçeceğiz yoksa hep birlikte ölümü mü? Hep birlikte iyiyi mi önceleyeceğiz, yoksa hilkat garibesi kötüyü mü? Bu çürümenin faillerini nasıl arayıp bulacağız?
Kendi egosunun kölesi narsist masalsı kahraman kötü Cadı gibi, “Ayna ayna söyle bana dünyanın katili kim?” diye mi soracağız, yoksa, Frankenstein’ın canavarı olduğumuza aydığımızda, bu gerçekle bütünleşen aklın inkârı gibi bir melek olduğumuz yanılsamasıyla gururlanıp, daha çok canavar yaratmayı mı arzulayacağız?
Sorun şu; sürekli canavar yaratma arzusu içinde olan insanın aklına, ‘insan’ olarak nasıl güven duyacağız? Güvensizlik içinde olduğuna inanmış bir insanın başvuracağı ilk eylem n’olur, hiç tasavvur ettiniz mi? Bazıları için evet, bazıları için hayır olsa da sorunun cevabına, hayır diyenler dönüp tarihe bakmalı.
Bu gidiş iyi ve doğru bir gidiş değil. İnsanlık sürüklendiği bu serüvenden derhal kurtulmalı. Yol yakınken küresel şirin köyümüzü ve o güzel melekelerimizi yaşam sevgisiyle perçinleyelim. En kuytuda kalan hücrelerimizde ve de eşsiz ruhumuzda iyiliği arayıp kötüyü kökünden kazıyalım. Ölüm sevgisi yerine yaşam sevgisine sarılalım.
Yaşamın merkezine kendimizi değil -kendimizin de bir insan olduğu gerçeğiyle- önce insan sevgisini koyalım. Birilerine göre -sırf kendileri için- tek bir ideolojiye/merkeze hizmet etmesi arzulanan “dünyayı küresel bir köye dönüştürme” ve “diğerlerininse onun kulu/kölesi” olması şekliyle değil de, her ulusun kendi mevcudiyeti içinde bağımsız, yaşama arzularına hakça adil bir anlayışı tesis edelim.
İnsanlığın başındaki en büyük tehlikeler nelerdir?
Tehlike yaratmazsa sistem, silahlara da gerek olmaz. Silahlar silah olmaktan çıkar zira onlar kendi başlarına bir dış etki olmadan işlevsizdir.
Suçlular mı, yoksa elinde olağandışı güçler bulunan sıradan insanlar mı daha tehlikeli?
Çağın insanı pusulasını tamir et(tir)mezse; kötü (bozuk) ve hastalıklı ruh hâlinden türeyen kötücül (iyi olmayan) yönelimlerinin farkına varmaksızın, bizatihi ego patlamasıyla yıllara sair tutkulu nefretinin esiri haline gelecek. Bu esareti, diğer kötüler için çok kullanışlı olacak ki bir sarmal halinde kötülük genişleyecek. Düşünelim.
Gittikçe katılaşan kalbinin yıkıcılığı çözülemez vakalara sebep olacak ve bu kötücül tutkular insanlığa tanımlanamaz bir vürüs gibi bulaşacak. İnsanlık işte bu sinsi şiddetin kaynağının kaynağını kurutmalı. Aksi takdirde yıkım kaçınılmaz.
O zaman dilin iktidarı iyinin mi elinde, kötünün mü elinde önce bunu anlayalım. Samimiyet testlerinden sınıfta kalıp zamanı insanlığın aleyhine heba eden o karizmatik aklı evveller, şapkasını önlerine alıp bir düşünmeliler. O herkes gibi sıradan insanlar, dönüp içlerine, yıkıcı dürtülerini bir bir ayıklamadan, neye güdülendiklerini idrak etmeden iyilerin işi gerçekten çok zor. Tepsideki pirincin içinde daha çok kara taşlar mı yoksa ak pak pirinçler mi var?
Yüzleşilmeli. Gerçek tehdit ne, işte o vakit ayılınır gerçeğe.
Daha çok toprak, daha çok doğal kaynak, daha daha çok para diye diye bir başkasının hakkını ihlâl, hatıralarını tarumar eden beyin(siz)ler sürüsü ayar mı?
Bilmiyorum. Ancak modern dünya diyerek, daha avantajlı olabilme rüzgârına kapılıp eliyle yarattığı (tehlikeli) her şeyle bindiği dalı kesenin ahmaklığı, süslü hamaset, içi boş kahramanlık sözcükleriyle örtülemez. Hatırlamalı. İnsan beşerdir şaşar. İnsanlığın içinde, başkalarının eseri kötüye güdülü (yalana inandırılıp tasarlanmış) “koyun(lar)” olabileceğini unutmamalı. Bunları eğitmenin çaresine bakılmalı.
Mavi gözleri çakmak çakmak
Bu söylemlerin tutarsızlığını görüp aslolan “yaşam ve insan sevgisi” diyen gönül(lü)ler; konusu, içeriği, vaadi ne olursa olsun bu saçmalıkların alıcısı olmaz. Bu gönüllerden daha çok olmasını istemekse daha adil ve yaşanılır bir dünya için olmazsa olmaz. Ancak bazıları kendi ulusunu liyâkatle inşa edip, kendilerini diğerlerinden üstün sayıp, diğer ulusların, toplumların liyâkatten yoksun yaşamaları için kafa yoruyor bu çok açık. Temelsiz sistemler kurup, insanları kandırmak suretiyle yarattıkları; görünürde “iyi” esasen “kötü” ve dahi fırsatçılıkla bezeli çürük sistemlerinden beslenmeye tevessül edenler de oldukça, ortada ciddi bir samimiyetsizlik hatta kötülük daima var olacaktır. Bu çok net.
Kendi içinde tutarlı olmayan bu durumu kabul ettirmek için geliştirdikleri argümanları ne kadar süslü, zengin, davetkâr olsa da peşinen tekrar edelim alıcısı iyiler olmaz. Bu tür durumlara geçici yakalanan toplumlar ise er geç yaz geleceğinden kış uykusundan birgün uyanacak ya da mavi gözleri çakmak çakmak hiç (sonsuz) uyumayacaktır.
Her toplum, içinde bulunduğu çağda neslini sürdürürken aynı zamanda kendi hikâyesini, değerlerini, arzularını, korkularını ve haliyle kahramanlarını yaratıyor.
İlle de liyâkat
Bizim kahramanlarımız mümkünse liyâkatli olsun temennisiyle, sahip olduğumuz varlıkları korumak, değer yaratmak ve tüm bunların sürdürülebilir olması için Prof. Ulvi Saran’ın şu anlamlı sözlerini not düşelim;
”Bir varlığı büyütmek; işbirliğini, ehliyet, liyâkat ve çabanın takdir edilmesini gerektirir. Büyütülen bir pastanın bölüşülmesi sorun olmaz. Oysa mevcut bir varlığa üşüşerek daha fazla pay kapma yarışı adaletsizlik doğurur. Üşüşülen her yerde entrika, kurnazlık ve haksızlık vardır.
Örgütte tepe yöneticilerin kendilerinden vasıfsız insanlarla çalışmalarının iki nedeni:
• Nitelikli insanların zamanla kendi yerlerini alabilecek olmasından duyulan korku
• Kendi çapsızlık ve yetersizliklerinin ortaya çıkması riski”
Özgür, ahlâklı, dürüst insanlar gibi yaşamanın ne denli hayati olduğunun bilincine varmamış, anlamını içselleştirmemiş, bırakalım bunları bu duyguyla saf anlamıyla tanışmamış toplulukların; varlığının sebebi özgürlük, karakteri bağımsızlık olan, sadece kendi için değil başkaları için de bunu gönülden isteyen, hür yaşamayı bilen erdem sahibi toplulukları anlaması zor olabilir.
Tek Kahramanım Ulu Önder Atatürk’ün özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini, her hâl ve şartta kolaycılığa kaçmadan, kolaya, yanlışa tenezzül dahi etmeyen, zor karşısında gözünü dahi kırpmadan cesaretle başeden ve de iyiye ulaşana dek yılmayan varlığına minnetle saygı duyuyor, tüm gençlerin onu anlamasını ve karakterini kavramasını tavsiye ediyorum.
Aziz Atatürk’ün de içine doğduğu çağın yaratıcısı atalarımızın gelecek nesli var etmek için attıkları tohum ile kardıkları hamurun mayası o kadar pek ve bereketli ki, silsile halinde her çağda varoluyor. Varlığını ise iyi yaşayıp yaşatarak gelecek nesillere armağan ediyor.