Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi bekleyen yeni tehlike: Avrupa Birliği (AB) Irini Harekâtı

MDN İstanbul

Koronavirüsün yarattığı küresel ve ulusal düzeydeki etkiler gündemin odak noktasını oluşturmaya devam ediyor. Pandeminin yarattığı kırılgan ortam ve etki dalgaları, dünyanın mevcut politik ve ekonomik sistemini sarsarken, ülkelerin de kendilerini sorgulamalarına neden oluyor

Durum oldukça karmaşık. Pandemi sonrası oluşacak yeni normalde bazı ülkeler kaçınılmaz olarak inişe geçecek, hatta kimileri dibi görecek. Bazı ülkeler ise kriz ortamından istifade ederek güçlenecek ve yoluna devam edecek. Her hâl ve kârda, elde edilecek kazanımların arka planını izlenen başarılı stratejiler ve yapılan yerinde hamleler belirleyecek.

Türkiye pandemi sonrası kazanan tarafta yer almak için yoğun mesai harcıyor, ancak tüm yumurtaları aynı sepete koymaya çalışarak telaşlı bir görüntü veriyor, üstelik eski ve yapısal alışkanlıklarından da vazgeçemiyor. Türkiye’nin rotasını ekonomik gidişat ve iktisadi durum belirleyecek, not edelim.

Pandemi ve romantizm
Pandemi küresel ölçekte yeni bir düzen arayışını ve beklentisini beraberinde getirse de mevcut anlaşmazlıkların ve jeopolitik çatışmaların sona ereceğini beklemek hayâlcilik, dahası romantizm olur. Devletlerin dış politik önceliklerinin ve çıkarlarının pandemi sonrası şekillenecek yeni dönemde topyekûn değişmesini ummak rasyonel bir yaklaşım değil.

Devletler elbette kırmızı çizgilerinden taviz vermek istemeyecekler. Devletler bir yandan “görünmeyen düşman” ile süresi belli olmayan bir mücadele sürdürürken, diğer yandan konvansiyonel, hibrit ve asimetrik tehditlere karşı da tetikte beklemek durumunda kalacaklar. Bu hassas dengenin sürdürülmesi şart.

Meseleye Türkiye’nin jeopolitik önceliklerini merkeze koyarak baktığımızda, Doğu Akdeniz ve Libya’nın öne çıktığını görüyoruz. Bu başlıklara yönelik gelişmelerin kesinlikle ıskalanmaması gerekiyor.

Almanya’nın orta yolu bulma telaşı
AB’nin Akdeniz’de insan kaçakçılığı ve yasa dışı göçle mücadele için oluşturduğu ve 2015 yılında hayata geçirdiği “AB Akdeniz Deniz Gücü (EUNAVFOR Med)” ya da bilinen adıyla “Sophia Operasyonu” İtalya ile Almanya arasında yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle bu sene ocak ayı başında askıya alınmış, 20 Mart tarihinde ise sonlandırılmıştı. AB’nin deniz boyutundaki bu önemli askeri hamlesi, esasen Birliğin “küresel oyuncu” vizyonunu da ortaya koymayı hedefliyordu, lâkin fiyasko ile sonuçlandı.

Akdeniz’deki sığınmacı kaosuna ve harcanan kaynaklara karşın başarılı olamayan Sophia Operasyonu, AB içinde kuzey-güney fay hatlarında çatlaklara neden oldu ve sürekli eleştirildi. İtalya başta olmak üzere Birliğin güneyli üyelerinin operasyonu kendi ulusal çıkarları istikametinde kullanmak istemeleri, ancak faturayı kuzeyli üyelere (misâl Almanya) ihale etme çabaları operasyonun sonunu getirdi. Sophia Operasyonu fiyaskosu Birliğin dağılma sürecinin konuşulduğu mevcut konjonktürde, AB bakımından kabullenilebilir bir gelişme değildi.

Bu nedenle uzun soluklu müzakerelerden sonra üyeler, Akdeniz’de yeni bir askeri operasyon başlatma konusunda mutabık kaldı. Bu uzlaşının arka planını; Fransa’nın aşırı motivasyonunun, İtalya’nın inisiyatifi kaybetmek istememesinin, Yunanistan-GKRY ikilisinin bilinen mesnetsiz Türkiye karşıtlığının ve Almanya’nın da Birliğin “selameti” bağlamında bir şekilde orta yolu bulma telaşının oluşturduğu görülüyor.
Öte yandan AB Irini Operasyonu’nun, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de izlediği stratejiye, enerji jeopolitiğine yönelik hamlelerine, bilhassa Doğu Akdeniz Deniz Yetki Alanları konusunda Libya ile akdettiği Mutabakata cevap ve tepki olarak da okunması gerektiğini not edelim.

Emperyal komedi: Irini eşitttir barış
AB Konseyi, Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası çerçevesinde Libya’da silah ambargosunun uygulanmasını sağlamak üzere 2 Nisan’da Akdeniz’de yeni bir askeri operasyon başlatıldığını açıkladı. Birleşmiş Milletler (BM)’in Libya’ya yönelik silah ambargosunun uygulanmasına katkı sağlayacağı vurgulanan operasyona Yunanca “barış” anlamına gelen “Irini” adının verildiği açıklandı. Salt bu seçim bile operasyonun ne denli siyasi tandanslı olduğunu gözler önüne serdi.

Sonlandırılan Sophia Operasyonu ile başlatılan Irini Operasyonu arasında maksat ve hedefler bakımından farklılıklar dikkat çekici. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in, “Sophia operasyonu Libya kıyılarını koruyordu. Irini operasyonu ise daha çok silahların geldiği Doğu’ya odaklanacak,” açıklaması durumu özetliyor.

Yeni operasyonun öncelikli görevinin Libya’ya silahların gelişini önlemek olduğunu vurgulayan İtalya Dışişleri Bakanı Luigi Di Maio ise, “Vardığımız anlaşma doğrultusunda, gemiler yasa dışı göç için bir çekim etkisi yaratan unsur haline gelirse deniz görev grubunun askeri faaliyetleri durdurulacak,” açıklaması ile İtalya ve Almanya arasında sağlanan uzlaşının gerekçesi açığa çıkıyor.

Irini Operasyonu başarılı olur mu?
Libya’nın jeopolitik konumu Avrupa açısından oldukça önemli. Libya, Avrupa’ya yakınlığı, zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip olması, düzensiz göçmenlerin en çok kullandığı rota üzerinde yer alması gibi nedenlerle, Avrupa’nın güvenliğine doğrudan etki ediyor. Dolayısıyla Libya’nın istikrarsız görüntüsü, Avrupa’yı kaygılandırıyor.

Hâl böyle olunca AB içinde bir kısım, Libya’da ateşkesin sağlanması ve siyasi çözümün önünün açılması için AB’nin daha fazla sorumluluk üstlenmesi ve askeri varlık göstermesi gerektiğini savunuyor. Irini Operasyonu’nun apar topar başlatılmasının bir nedeni de bu… Ama bu defa kılıf düzensiz göç değil.

Libya denklemi kökten değişiyor
AB’nin Irini Operasyonu’nu başlatma zamanlaması dikkat çekici. Olguları sıralayalım. 17 Şubat’ta Almanya öncülüğünde Berlin’de düzenlenen Libya Konferansı’nda uzlaşılan sonuçların hiç birisine ulaşılamadı. Türkiye’nin desteklediği ve BM tarafından tanınan meşru Sarrac Hükûmeti, son dönemde Hafter güçlerine karşı önemli kazanımlar ve durum üstünlüğü elde etti. Esasen Libya tünelinin sonunda ışık göründü.

İnisiyatifi kaybetme noktasına gelen Hafter, 27 Nisan’da yaptığı hamleyle Suheyrat Anlaşması’nın hükmünü yitirdiğini ve ülkenin başına geçtiğini ilan etmeye kalktı, lâkin ABD ve RF başta olmak üzere hiçbir aktör tarafından itibar görmedi. Hafter’in bu hamlesi, 19 Ocak’ta yapılan Berlin Konferansı’nın 55 maddelik sonuçlarını da hükümsüz kılmış oldu.

Mayıs ayının sonlarına doğru Vatiyye Hava Üssü’nün ele geçirilmesi Libya denklemini kökten değiştirdi. Gelinen noktada BAE tarafından finanse edilen ve Mısır tarafından desteklenen Hafter güçlerinin düşmesi an meselesi, bu nedenle Hafter güçlerine militan, silah ve mühimmat sevkiyatı hız kazandı. RF’nin Hafter’e Suriye üzerinden sekiz adet savaş uçağı göndermesi dikkat çekti. Doğru soru şu: Irini Operasyonu, Hafter güçlerine giden silahları da denetleyecek mi? Cevabı tahmin etmek zor değil.

Irini Operasyonu aynı zamanda Libya çıkışlı yasa dışı ham petrol ihracını izlemeyi ve bilgi toplamayı, Libya Deniz Kuvvetleri ile Sahil Güvenlik unsurlarının imkân ve kabiliyetlerinin geliştirilmesine katkıda bulunmayı, hava devriyeleri ile kaçakçılık faaliyetlerini ortaya çıkarmayı da hedefliyor. Tuhaf olan ise Libya’da meşru aktör olan Sarrac Hükûmeti’nin Irini Operasyonu’nu tanımadığını açıklaması oldu. Nitekim, 21 Mayıs’ta Libya İçişleri Bakanı Fethi Başağa, Irini Operasyonu’nun “haksız” olduğunu belirterek Hafter’e avantaj sağlayacağını açıkladı. Türkiye’nin Libya’ya asker bulundurmasını savunan Başağa, “Kendimizi ve halkımızı savunmamız gereken bir durumdayız. Biz meşru, uluslararası kabul görmüş bir hükümetiz…” diye konuştu. Bu durumda AB, Irini Operasyonu kapsamında Sarraç Hükümeti unsurlarını eğitemeyecekse, kimi eğitecek?

Polonya ve Lüksemburg’un Doğu Akdeniz’de ne işi var?
Irini Operasyonu 4 Mayıs’ta Fransız Jean Bart harp gemisi ve Lüksemburg deniz karakol uçağının katılımı ile fiilen başladı. Karargâhı Roma’da olan Operasyon’un komutasını İtalya ve Yunanistan altışar aylık periyotlarla üstlenecek. Operasyonu halen İtalyan Tuğamiral Fabio Agostini yönetiyor. İlk aşamada İtalya, Fransa ve Yunanistan birer harp gemisi, Almanya, Polonya ve Lüksemburg deniz karakol uçakları ile Operasyon’a katılacak. İlerleyen dönemde diğer üye ülkelerin de katkıda bulunmaları bekleniyor. Misâl Almanya ağustos ayında bir savaş gemisi vereceğini duyurdu. Avrupa uydu merkezi de operasyona uydu görüntü desteği sağlayacak.

Burada dikkat çeken nokta ise Avusturya ve Macaristan’ın tutumu ve Irini Operasyonu’na koştukları şart. Her iki ülke de Operasyon kapsamında Bölge’ye gönderilecek savaş gemilerinin göçmen rotalarından uzak durmasını, göçmenlerin denizden kurtarılmamasını talep ediyor. İki ülke bu tutumlarını teminen her dört ayda bir Operasyon’un verimli olup olmadığının gözlenmesini ve değerlendirilmesini talep ediyor.

Malta’nın hamlesi İrini Operasyonu’na ilk çelmeyi taktı
Bu arada beklenmedik çıkış AB’nin zayıf aktörü Malta’dan geldi. Malta, Irini Operasyonu’na verdiği mali ve askeri desteği, düzensiz göç krizinde beklediği dayanışmayı görmediği gerekçesiyle geri çektiğini açıkladı. Sophia Operasyonu tecrübesini ve hayâl kırıklığını tekrar yaşamak istemeyen Malta işi baştan sıkı tutuyor.

AB’nin düzensiz göç konusunda güneyli üyelerin talep ettikleri adımları atmaması durumunda, İtalya destekli Malta’nın yaklaşımını değiştirmesi olası görülmüyor. Nitekim Malta, Brüksel’e gönderdiği resmi bildirimde, ülkenin benzeri görülmemiş bir krizle ve orantısız göç akınıyla karşı karşıya olduğu, 2020’nin ilk çeyreğinde Ada’ya gelen göçmen sayısında yüzde 438’lik artış yaşandığına dikkat çekiyor. Kısaca Malta göçmen meselesinde eşit yük paylaşımı talep ediyor.

Sıkışan Yunanistan’ın elinde kalan tek koz
Yunanistan ise Irini Operasyonu’na olağanüstü önem veriyor, hatta Operasyon’da ön almaya çalışıyor. Yunanistan’ın bu tutumu ve ısrarı kendi perspektifinden bakıldığında oldukça anlaşılabilir. Nitekim, Türkiye’nin son dönemde izlediği Doğu Akdeniz stratejisi ile zor duruma düşen Yunanistan, bilhassa Libya ile akdettiğimiz Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırma Anlaşması sonrası panikledi, dahası kontrolünü kaybetti.

Türkiye’nin meşru Libya hükûmeti ile yaptığı anlaşma Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’e yönelik mesnetsiz ve uluslararası hukuka aykırı tezlerinin yenilgisi anlamına geliyor. Bu durum Yunanistan için kabullenilebilir ve hazmedilebilir bir durum değil. Bu nedenle Irini Operasyonu Yunanistan için can simidi oldu.

Türkiye ne yapmalı?
Strateji üretmekte zorlanan Yunanistan’ın elinde Türkiye’ye karşı kullanabileceği, hatta manipüle edebileceği en önemli kozun Irini Operasyonu olduğu görülüyor. Yunanistan bu Operasyonu milli çıkarlarına ulaşmada bir manivela olarak kullanmak istiyor. Hazırlık çalışmaları esnasında Yunanistan’ın, Operasyon’un komutasını daimi olarak almak ve merkezini Girit’e taşımak için çok uğraştığını hatırlatalım.

Yunanistan Hafter’i koşulsuz destekliyor ve Türkiye’nin meşru Libya Hükûmeti ile yaptığı Anlaşmayı geçersiz kılmayı stratejik öncelik olarak görüyor. Türkiye’nin uyguladığı Doğu Akdeniz stratejisinde Libya’nın kritik virajı oluşturduğu göz önüne alındığında, Irini Operasyonu’na yönelik gelişmelerin takip edilmesi gerekiyor.

Libya’da Türkiye’nin desteklediği Ulusal Mutabakat Hükûmeti (UMH)’nin devamı sağlanmalı. Türkiye, Libya’daki çok parçalı siyasi yapıyı oluşturan yerel aktörleri UMH etrafında birleştirerek Libya’nın üniter yapısını savunmalı, politik ve askeri çabalarını sürdürmelidir.

İstikrarsızlığın uzaması ve Hafter’in yeniden palazlanması durumunda gelişmelerin Libya’yı bölünme noktasına götüreceği aşikârdır. Bu durum Türkiye’nin meşru UMH ile yaptığı Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırma Anlaşması’nı tartışmaya açabilecek, dahası anlaşmayı akamete uğratabilecektir.

Türkiye, Irini Operasyonu’nun da tıpkı Sophia Operasyonu gibi kadük kalması için çabalamalıdır. AB içinde Malta benzeri çatlaklar yaratılması hedeflenmelidir. Macaristan üzerinden Irini Operasyonu’nun tartışmaya açılması düşünülebilir. Türkiye’ye yakın duruş sergileyen Viktor Orban, önemli bir manevra alanı yaratabilir. Son dönem iyi ilişkiler içinde olduğumuz İtalya üzerinden de Irini Operasyonu’nun kontrol edilmesi düşünülebilir. En kötü senaryoda üyesi olunan NATO İttifakı’nın Libya’ya müdahil olması sağlanarak AB etkisinin kırılması düşünülebilir.

Son tahlilde hatırlatmakta fayda var, pandemi sonrası AB’nin sarsıldığı, siyasi ve ekonomik fay hatlarının kırıldığı mevcut konjonktürde, George Soros’un mayıs ayı sonunda yaptığı açıklamaya kulak kabartmakta fayda var. Covid-19’un AB’nin ayakta kalıp kalmaması konusunda önemli bir tehdit oluşturduğunu söyleyen Soros, AB’nin dağılacağını ilk defa zikretti ve en zayıf halka olarak İtalya’yı açıkladı. Malum Soros gaipten haber verme yeteneğine sahiptir! Bizden söylemesi….

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın