Deniz Alanlarının Sınırlandırılmasında Adaların Etkisi Ve Doğu Akdeniz Çalıştayı, Ankara Üniversitesi Deniz Hukuku Araştırma Merkezi (DEHUKAM) ve Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu (KÜDENFOR) iş birliği ile 18 Nisan 2018 tarihinde Ankara’da gerçekleştirildi.
KÜDENFOR Direktörü Amiral Cem Gürdeniz ve DEHUKAM Müdürü Prof. Dr. Hakan Karan ile Amiral (E) Mustafa Özbey’in açış konuşmaları ardından birinci oturuma geçildi. Bilgi Üniversitesi’nden Dr. Dolunay Özbek, “Deniz Yetki Alanları Sınırlandırılması, Deniz Alanlarının Sınırlandırılmasında Adaların Etkisinin Değerlendirilmesi” konulu bir sunum yaptı. İkinci oturumda “Uluslararası Yargı Organlarının Deniz Alanlarının Sınırlandırılmasında Adaların Etkisine İlişkin Yaklaşımları” konusunda iki sunum yapıldı. Bartın Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Beyza Özturanlı Şanda ile Dr. Merve Erdem (Ankara Üniversitesi – DEHUKAM) bu sunumları gerçekleştirdi.
Toplamda dört oturumda tamamlanan Çalıştayda, “Akdeniz ve Karadeniz Genelinde Deniz Alanlarının Sınırlandırılmasında Adaların Etkisine Yönelik Uluslararası Yargı Kararlarının Değerlendirilmesi” sunumu Dr. Nasıh Sarp Ergüven (Ankara Üniversitesi – DEHUKAM) tarafından gerçekleşirken; “Doğu Akdeniz Özelinde Deniz Alanlarının Sınırlandırılmasında Adaların Muhtemel Etkisinin Değerlendirilmesi” hususunda söz alan Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Acer’in ardından aynı konuda sunum gerçekleştiren Yrd. Doç. Dr. Emete Gözügüzelli’nin (KKTC Bahçeşehir Üniversitesi – BAU-DEHUKAM) sunumu Çalıştay kapsamında en çok ilgi gören sunum oldu.
KÜDENFOR Direktörü Amiral Cem Gürdeniz Çalıştay kapsamında gerçekleşen açış ve kapanış konuşmalarında özellikle 21’inci yüzyılda Türkiye’nin gerek deniz jeopolitiği gerekse jeo-ekonomisinde amiral gemisi olarak Doğu Akdeniz’i gördüğünü belirterek konuşmasını söyle sürdürdü; “Varlığımız, savunmamız, güvenliğimiz, mutluluk ve refahımız ile Doğu Akdeniz’e tam bağımlı olacak bir döneme giriyoruz. Deniz yüzyılı olan 21’inci yüzyılda Doğu Akdeniz’deki mavi vatanımız tarihimizde hiç olmadığı kadar günlük yaşantımızda her yönü ile yer alacak.
1969 yılında keşfedilen ve Norveç’i bugün zenginler kulübüne taşıyan ‘’Ekofisk’’ sahasını hatırlarsak, Doğu Akdeniz’de bizi bekleyen enerji havzalarının varlığı şüphesiz hepimize heyecan veriyor. Bu mutlu sona erişmenin zorlu bir süreç olduğunu çok iyi biliyoruz. Başta Deniz Kuvvetlerimiz olmak üzere Türkiye’ye kurulan geçmiş kumpaslarda, Doğu Akdeniz’in rolünü düşündüğümüzde enerji savaşlarının devletimiz üzerindeki geniş spektrumlu etkilerini görebiliyoruz. Örneğin; ‘2009 AB-Türkiye İlerleme Raporu’nda Türk Deniz Kuvvetleri’nin Doğu Akdeniz faaliyetlerinin doğrudan şikayet edilmesinden 2 ay sonra, Balyoz kumpasının başladığını sizlere hatırlatmak isterim.
Bu zorlu sürece siyasi, askeri, ekonomik ama hepsinden önemlisi hukuken hazır olmamız ve devletçe iyi yönetmemiz gerekir.
Dünya nüfusu her 15 yılda bir milyar artıyor. Her dakika 250 kişi orta sınıfa geçiyor. Bugüne kadar iki büyük dünya savaşına neden olan kaynak mücadelesi yeni paylaşım alanlarında acımasızca sürüyor. Sıcak çatışmadan silahlanma yarışına; ganbot diplomasisinden hukuk savaşlarına dünyanın her alanında deniz yetki alanları paylaşım mücadelesini görüyoruz. Deniz yetki alanları paylaşım mücadelesi “zero sum game” sorun alanlarına dönüşmüştür. Bunun en tipik örneğini Güney Çin ve Doğu Çin Denizleri’nde görebiliyoruz. Aralarında her dakikada 1 milyon dolarlık ticaret söz konusu olan ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti; Güney Çin Denizi söz konusu olduğunda, söz konusu ticaretin kesilme riskini ortaya çıkarabilecek askeri meydan okumalara izin verebiliyorlar.
ABD ile Kanada arasında Machias Seal Adası egemenlik sorunundan İspanya ile İngiltere arasında Gibraltar sorununa kadar sıkı NATO müttefiklerini bile rakip yapabilen deniz alanları hakimiyet mücadelesinin son örneği geçen haftalarda Vietnam’da yaşandı. Güney Çin Denizi’ndeki deniz yetki alanları sorununda Çin’e karşı denge sağlamak üzere Vietnam Hükümeti çok değil 63 yıl önce son bulan savaşta 2 milyon Vietnamlının ölümüne neden olan ABD’nin Carl Winson uçak gemisini 5 bin personeli ile Danang Limanı’nda ağırladı.
“Asıl mücadele deniz hukuku alanında olacaktır”
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 2002 yılından bu yana Doğu Akdeniz’de yürüttüğü deniz politikası Türkiye’nin sadece deniz çıkarlarını değil deniz jeopolitiğini hedef almaktadır. Bu politika sadece Kıbrıslı Rumlara ait değildir. Bugün AB’nin hangi resmi dokümanı ya da web sitesine başvursanız karşınızda Türk MEB’ini; Antalya ve İskenderun Körfezleri’ne hapseden MEB haritasını görürsünüz. İlk kez 2000’lerin başında Sevil Üniversitesi’nde yapılan çalışmada ortaya çıkan MEB sınırları haritasında Kıbrıs, Meis ve Rodos Adaları nedeni ile Yunanistan’la Kıbrıslı Rumlara layık görülen alan Anadolu’yu yok sayarak kabaca 100 bin km2 alanımızı Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan arasında paylaştırıyor.
2 Nisan 2004 tarihinde ‘Annan Planı Referandumu ‘ndan kısa bir süre önce ilan edilen sözde GKRY MEB sınırları, söz konusu AB haritası ile uyumludur. O denli maksimalist çizilmiştir ki, Anadolu, Kıbrıs Adası karşısında neredeyse yok sayılmıştır.
Günümüzde, sokaktaki insanı deniz jeopolitiği konusunda ilgilendiren iki güncel konu vardır. Birincisi Doğu Akdeniz’deki deniz dibi enerji mücadelesi diğeri de egemenliği anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar sorunudur. Her iki konu da ciddi deniz hukuku bilgi ve tecrübe birikimi ile aşılabilir. Ancak bu birikimin ülkemizde mevcut olduğunu söylememiz zordur.
“Yunanistan aksiyon yapar ama sonunu getirmez”
Maalesef geçmişte olduğu gibi bugün de kamuyu ilgilendiren alanda, uluslararası yetide deniz hukukçusu sayısı çok azdır. 21’nci yüzyılda Devlet olarak en çok uğraşacağımız sorun sahalarının başında deniz yetki alanları ve egemenliği, Yunanistan’a devredilmemiş ada adacık ve kayalıklar sorunu olmasına rağmen Devletimiz gereken akademik önlemleri alamamıştır. Bu alanlarda asıl mücadele deniz hukuku alanında olacaktır.”
Amiral Gürdeniz kapanış konuşmasında da 21’inci yüzyılda Türkiye’nin jeopolitiğini KKTC’den ayırmanın doğru bir yaklaşım olmadığının altını çizerek, ‘’KKTC’yle Türkiye birdir. Türkiye’nin iki Donanması var. Biri ana üssü Gölcük olan Donanması, öbürü de ana üssü Kıbrıs olan Kolordusu’dur. İkinci Donanma etkisi budur. GKRY ve Yunanistan çok iyi bilir ki, Ege Denizi’nde herhangi bir emrivaki yapılırsa, o kolordunun atacağı her adımla Yunanistan’da ciddi hükümet krizi tetiklenir. O yüzden Yunanistan Ege’de bir aksiyon yapar, ama sonunu getiremez.’’
“KKTC’de askeri üs kurmak için geç değil”
Gürdeniz, Doğu Akdeniz ile ilgili konularda yapılması gerekenleri, Deniz Egemenlik ve Yetki Alanları Kanunu’nun çıkarılması; Münhasır Ekonomik Bölge ilanı; Her koşulda Kolordunun varlığının sürekliliğinin sağlanması ve KKTC’de deniz ve hava üsleri kurulması olarak özetledi. KKTC’nin bağımsız varlığının Türkiye’nin Akdeniz’deki geleceği açısından çok önemli olduğunu hatırlattı. Gürdeniz konuşmasını şöyle sürdürdü, ‘’Meis’deki Karaada ve Fener Adası’nın durumu ile ilgili olarak akademisyenlerin çalışması lazım. Bugün eğer Doğu Akdeniz’de bir kriz çıkacaksa muhtemelen Meis’ten çıkacak. Bu adayı çok iyi çalışmak gerekir. Zira bu ada nedeni ile AB tüm haritalarında Türkiye’nin deniz alanlarını kısıtlıyor. Bu hukuksuzdur. Ayrıca bu Çalıştay gibi faaliyetleri artırmamız lazım. Konuklarımızdan biri ‘Yunanistan her yirmi günde bir tatbikat yapıyor’ dedi. Evet, onlar her yirmi günde bir tatbikat yapsınlar. Eskiden bize şöyle söylerlerdi, ‘Türkler en ufak bir şeyde Donanmayı çıkarıyor’ diye. Biz onlara ‘yumuşak güçle cevap verelim. Demem o ki, DEHUKAM önderlik etsin, nitelikli üniversitelerimiz var, onlar önderlik etsin ve medyanın yardımı ile bu yumuşak gücü üretelim çünkü şu an o aşamaya geldik. Onlar saldırgan durumda. Kim Türkiye’yi bu kadar küçük bir alana mahkum edebilir. Kıbrıs’a 35.000 km2; Yunanistan’a 65.000 km2, yani bizim 100.000 km2 alanımız elimizden alınıyor. O nedenle buradaki çok kıymetli hukukçulara ‘yumuşak güç’ konusunda fikir üretme, makale yazma, gibi konularda cesaret vermek istiyorum.’’