Asya Pasifik’te büyük oyun

MDN İstanbul

Koronavirüs pandemisi sonrası dünyada yeni normale geçiş süreci hızla devam ederken, Asya-Pasifik Bölgesi’nde ABD ile Çin rekabeti her geçen gün küresel gündemi daha çok meşgul ediyor.

Taraflar bölgede askeri, siyasi ve ekonomik düzlemde hamle üstüne hamle yapıyor. Çok boyutlu bir satrancın oynandığı bölgenin yeni bir “soğuk savaş dönemine” evrilme olasılığı ise her geçen gün artıyor. Görünen, ABD ile Çin topyekûn bir stratejik mücadeleye girişmiş durumda…

Yeni bir soğuk savaş mı?
Mayıs ayı sonunda Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, “ABD’deki bazı güçler Washington-Pekin hattında yeni bir Soğuk Savaş başlatıyor” açıklamasını yaptı. Böylece SSCB’nin çöküşünden 30 yıl sonra soğuk savaş tabirini hatırlamak durumunda kaldık.
ABD’nin son dönemde Çin’e yönelik eleştiri ve suçlamalarının ivmelendiğini ve bu durumun Çin tarafında rahatsızlık yarattığını ifade eden Wang Yi’nin “ABD’deki bazı siyasi güçler Çin-ABD ilişkisini rehin aldı ve iki ülkeyi Soğuk Savaş’a sürükledi. Washington siyasi virüsten etkilendi” açıklaması önemli. Anlaşılan iki ülke arasındaki sorunların müzakere ve diyalog yoluyla çözümü gün geçtikçe zorlaşıyor.

ABD’nin güç gösterisi
ABD Başkanı Trump’ın Çin’e karşı başlattığı ticaret savaşı iki ülke arasında stratejik mücadeleye dönüşürken, Hong Kong ve Güney Çin Denizi’ne askeri konuşlanmalar nedeniyle tırmanan gerilim, haziran ayı başında ABD Donanması’na ait üç uçak gemisinin (USS Nimitz, USS Ronald Reagan ve USS Theodore Roosevelt) üç yıl aradan sonra bölgeye gönderilmesi ile tavan yaptı. Associated Press haber ajansına göre ABD’nin aktif 11 uçak gemisinden 3’ünü eşzamanlı konuşlandırması bir güç gösterisi anlamına geliyor.

Küresel fabrika haline gelen Çin, iktisadi açıdan ABD’yi geçmiş durumda. Çin, Kuşak Yol İnisiyatifi ile esasen karadan ve denizden jeopolitik etki alanını genişletmek istiyor. Son dönemde güçlü bir donanma kurma girişiminin arka planı, denizdeki çıkarların korunabilmesi. Çin ayrıca, ABD’nin küresel güç titrinin sembolü olan hegemonik deniz gücünü karşılayabilmek istiyor. Zira, Çin’in Asya’dan Afrika ve Avrupa’ya uzanacak kara ve deniz ipek yollarına karşı ABD’nin devasa deniz gücü önemli bir engel, hatta tehdit.

ABD’nin izlediği strateji açık ve net. Çin’i kendi bölgesinde çevrelemek ve mümkün olduğunca tecrit etmek. Çin’i güneydoğusundan Japonya, Güney Kore, Filipinler, Tayvan, Tayland ve Avusturalya yayıyla çevrelemeye çalışan ABD, Hindistan üzerinden de BRICS bloğunda gedik açmak istiyor. ABD’nin benzer çevreleme stratejisini Karadeniz, Baltık, Doğu Avrupa ve Balkanlar üzerinden Rusya’ya karşı da uygulamak istediğini hatırlatalım.

Bu noktada ABD’nin mayıs ayı sonunda Çin’e karşı hazırladığı yeni strateji belgesi öne çıkıyor. ABD’nin Çin’e yönelik evrilen stratejisinin ipuçlarını veren “ABD’nin Çin Halk Cumhuriyeti’ne Stratejik Yaklaşımı (United States Strategic Approach to The People’s Republic of China)” konulu raporun içeriği dikkat çekici. ABD’nin küresel hegemonyasını sürdürmeyi önceleyen rapor, her hâl ve kârda Çin’in yeni bir dünya düzeni kurmasını engellemeyi hedefliyor.

Çin’in Hong Kong hamlesi
ABD’nin agresif hamlesine Çin’in yanıtı gecikmeksizin Hong Kong üzerinden oldu. Çin, Ulusal Halk Kongresi’nde kabul ettiği “ulusal güvenlik yasa tasarısı” ile her ne kadar terörle mücadeleyi öncelediğini vurgulasa da dünyanın önde gelen finans merkezlerinden biri olan ve yarı özerk statüye sahip Hong Kong’da Atlantik güçlere şah çekti. Yasa tasarısı, 1997 yılında İngiltere’den Çin’e devredilen Hong Kong’da ‘‘bir ülke iki sistem’’ anlaşmasıyla garanti altına alınan de-facto durumu tehdit etme ve Çin’in nüfuzunu pekiştirme potansiyeline sahip.

Çin’in hamlesi esasen ekonomik tandanslı. Hong Kong’un özerk statüye sahip olması burayı uluslararası şirketler için cazip kılıyor. Hong Kong’un bu statüsünü kaybetmesi, ABD ile yıllık 67 milyar dolarlık ticaret hacmini de tehlikeye atabilir. ABD’nin, Hong Kong’un ithal ettiği mallarda sıfır gümrük vergisi uyguladığını hatırlatalım.

ABD’nin Uygur yasa tasarısı
İki ülke arasında karşılıklı hamleler aralıksız devam etti. 15 Mayıs’ta Senato’da, 27 Mayıs’ta Temsilciler Meclisi’nde onaylanan, Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Müslüman azınlığa yönelik insan hakları ihlâllerini kınayan ve bazı Çinli yetkililere yaptırım uygulanmasını öngören yasa tasarısı 18 Haziran’da ABD Başkanı Trump tarafından imzalandı. Tasarıda ayrıca, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bölgedeki insan hakları ihlâlleri için bir rapor hazırlaması da talep ediliyor.

ABD’nin Çin’e karşı izlediği bütüncül ve sistematik stratejinin önemli bir halkasını oluşturan Sincan, Çin’in yumuşak karnı. Nitekim Çin Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, yasa tasarısının onaylamasına sert tepki gösterildi.

Sincan’ın Çin’in iç meselesi olduğu ve dış müdahaleye izin verilmeyeceği vurgulanan açıklamada, ”ABD’ye bir kez daha hatalarını acil olarak düzeltme ve Çin iç meselelerine müdahale amacı taşıyan ilgili tasarıdan vazgeçmesi çağrısı yapıyoruz. Aksi halde Çin kararlı bir şekilde direnecektir ve bu durumdan doğacak tüm sonuçlara ABD katlanmakla yükümlüdür” ifadeleri kullanıldı.

Sert tonlu açıklamada ayrıca, Çin’in Sincan politikasına ‘kötü niyetle saldırı” yapıldığı belirtilerek, Çin’in içişlerine büyük ölçüde müdahale edildiği gibi uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkilerin temel normlarının da bariz bir şekilde çiğnendiği vurgulandı.

Alman Dışişleri Bakanı Maas: Çin gelecekteki süper güç
ABD ile Çin arasındaki gerilimin AB’ye yansımasını Almanya Dışişleri Bakanı Haiko itiraf etti. Çin’i gelecekteki süper güç olarak nitelendiren Maas, Avrupa Birliği’ni (AB) Pekin’e yönelik ortak bir strateji oluşturmaya çağırdı.

ABD’nin askerini Almanya’dan çekeceği yönündeki iddiaların iki ülke arasındaki ilişkileri gerdiği dönemde konuşan Maas, “Biz Transatlantik ittifak içinde yakın ortaklarız. Ama bu ilişki karmaşık” ifadesini kullanarak “Eğer iş, Amerikan güçlerinin bir kısmının geri çekilmesine kadar varırsa, bunu bir kenara not edeceğiz” uyarısında bulundu.

Bakınız Avrupa, transatlantik ilişkilerinin durumu karmaşıklaşırken, ABD ve Çin arasında seçim yapmak ya da buna mecbur bırakılmak istemiyor. Maas’ın ses getiren beyanatının arka planında bu perspektif yatıyor. Temmuz ayı başında AB Dönem Başkanlığı’nı devralacak Almanya’nın tutumu belirleyici olacak. Zira Çin, Almanya için çok büyük bir ekonomik ortak, üstelik Almanya en fazla ihracatını Çin’e yapıyor.

Muhtemeldir ki Almanya, dönem başkanlığı esnasında AB’yi ortak bir Çin politikası etrafında buluşturmayı deneyecek. Ez cümle yeni dönemde ABD ile Avrupa’nın ilişkisi Çin faktörü üzerinden şekillenecek.

NATO’nun tutumu
17-18 Haziran tarihlerinde düzenlenen NATO Savunma Bakanları toplantısında Çin’in gündeme gelmesi şaşırtıcı olmadı. Son dönemde Çin, NATO’nun potansiyel bir rakibi sıfatıyla tanımlanıyor. Toplantı sonrası NATO’nun her türlü tehdide karşı savunmaya hazır olduğunu belirten Genel Sekreter Stoltenberg, nükleer alanda NATO’nun Rusya ile aynı faaliyetlerde bulunmadan caydırıcılık ve savunma gücünü korumaya devam edeceğini, Çin’in de önemli bir askeri güç olarak küresel silahsızlanma kontrolüne katkı sağlaması gerektiğini ifade etti.

Daha önce Alman Marshall Fonu tarafından düzenlenen bir etkinlikte, NATO’nun küresel ilişkilerde daha büyük bir siyasi rol üstlenmesini ve Çin’in yükselişi karşısında Asya-Pasifik Bölgesi’ndeki diğer ülkelere daha fazla yardımcı olmasını istediğini belirten Stoltenberg, NATO’yu Çin’e karşı sadece askeri değil, aynı zamanda siyasi bir araç haline getirmek istediğini vurgulamış, Çin’in yükselişiyle küresel güç dengesinde radikal bir değişim yaşanabileceğini dile getirmişti.

Yakın gelecekte ABD ile Çin arasındaki mücadele kaçınılmaz olarak NATO’yu daha çok meşgul edecek. ABD’nin Çin ile rekabetine NATO’yu daha yoğun müdahil etme teşebbüslerini sıklıkla göreceğiz. NATO, Çin’e karşı Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore gibi ortaklarla ilişkilerini ivmelendirecek. Tıpkı Karadeniz’de Rusya’ya karşı Ukrayna ve Gürcistan üzerinden yaptığı gibi…

Çin ile Hindistan arasında neler oluyor?
Haziran ayında Çin ve Hindistan arasında büyük bir askeri gerilim yaşandı. Dünyanın en kalabalık nüfuslarını barındıran ve nükleer güç olan iki BRICS ülkesinin sınırlarında yaşanan gerilimde onlarca asker hayatını kaybederken, gözler bölgedeki sıcak gelişmelere odaklandı.

Çatışmaların yaşandığı tartışmalı Ladakh Bölgesi’ndeki Galwan Vadisi, Hindistan’ın Çin sınırında bulunuyor. Çin ve Hindistan arasındaki 3 bin 500 kilometrelik sınır hattının büyük bölümü, iki ülke arasında egemenlik tartışmalarına neden oluyor. Pekin yönetimi, “Güney Tibet” olarak adlandırdığı Hindistan’ın Arunaçal Pradeş eyaletindeki 90 bin kilometrekarelik toprakta hak iddia ederken, Yeni Delhi yönetimi ise Aksai Chin platolarını kapsayan 38 bin kilometrekarelik alanın Çin tarafından işgal edildiğini savunuyor.

Taraflar, uzun yıllardır süregelen görüşmelere rağmen egemenlik ihtilaflarını çözemezken, iki ülke arasındaki gerilim, 2017’de Çin’in bölgedeki bir sınır yolunu tartışmalı bir platoya uzatmaya çalışması üzerine artmıştı. O günden beri sakin seyreden meselenin ansızın askeri bir krize evrilmesi zamanlama olarak manidar.

BM tarafından, sınırdaki şiddet ve ölüm haberlerinden endişe duyulduğu ve her iki tarafa itidal çağrısı yapıldığı açıklanırken, Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Çin-Hindistan sınırındaki gerginlikten Moskova’nın endişe duyduğunu belirtti ve taraflara sorunu müzakere etme çağrısı yaptı. Tansiyonun biraz düşmesi üzerine Çin, Hindistan ile sınır bölgesindeki sorunu barışçıl yollarla çözmek için anlaştıklarını açıkladı.

Çin’in yükselişini Hindistan ile baskılamak
ABD ile Çin arasında devam eden stratejik mücadeleye ve ABD’nin Çin’i çevreleme, baskılama çabalarına bütüncül yaklaştığımızda, Çin-Hindistan arasında sınır krizinin yaşanması şüphesiz bir tesadüf değil.

ABD, Çin’e karşı Hindistan’ı yanına çekmek, hatta BRICS bloğundan koparmak istiyor. Çin’in genişleme potansiyelinin hegemonyasını tehdit ettiğini ve bu tehdidi tek başına karşılayamayacağını öngören ABD cepheyi genişletmek istiyor. Kısaca ABD, Çin’in yükselişini dengelemede Hindistan’ı bir kaldıraç olarak kullanmak ve cesaretlendirmek istiyor.

BRICS duvarında onarılamaz bir delik açmak
Pakistan ve Hindistan gibi kadim iki hasmın aynı anda BRICS’e girişi, esasen Rusya ve Çin’in jeopolitik başarısıdır. Bu süreçte Çin, Pakistan’ı, Rusya ise Hindistan’ı motive etmiş, böylelikle iki ülke arasındaki uzlaşmaz çelişki aşılmıştır.

Türkiye’nin stratejik ortağı ve koşulsuz dostu olan Pakistan, ABD’den uzaklaşmak istemektedir. Bu nedenle yüzünü iyice Çin’e dönmüştür. İki ülke arasındaki çok boyutlu ilişki sistematiği askeri, siyasi ve ekonomik boyutlarda gelişmiş ve her geçen gün daha da artmaktadır. Pakistan, Çin’in kuşak yol projesini desteklediği gibi projenin önemli bir kara ve deniz geçiş güzergâhını oluşturmaktadır.

Modi liderliğindeki Hindistan ise bir taraftan Rusya ile stratejik seviyeli ilişkisini sürdürürken, diğer taraftan ABD başta olmak üzere batıyı da ihmâl etmemekte, yüzünü batıda tutmaktadır. Rusya’dan nükleer denizaltı kiralayan, S-400 satın alan Hindistan, İsrail’den de silah satın almakta, esasen İsrail’i Batı ile iyi ilişkiler tesis etmede bir katalizör olarak kullanmaktadır.

Çin’i kendisine rakip olarak gören Hindistan, kuşak yol projesine mesafeli bir tutum sergilemektedir. Bu nedenle Hindistan, Çin’e karşı manipülasyona açık bir hale gelmektedir. ABD bu karta oynamakta ve Hindistan üzerinden BRICS duvarında bir delik açmak istemektedir. Hindistan ile Çin arasındaki sınır anlaşmazlıkların kontrolden çıkması ve büyümesi durumunda hadiseye Pakistan’ın da Keşmir üzerinden ve Çin’in yanında dâhil olabileceği aşikârdır. Bu durumda Hindistan, Pakistan ve Çin ile karşı karşıya gelecek, bu farazi durum şüphesiz jeopolitik bir kaosu da tetikleyecektir. Son tahlilde, Hindistan’ın tercih ve yönelimlerinde, hatta BRICS’in geleceğinde Rusya’nın etkili ve belirleyici olacağını hatırlatalım.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın