Türkiye nasıl bir strateji çizmeli?

MDN İstanbul

Deniz Kurmay Yarbay (E) Özhan Bakkalbaşıoğlu, MarineDeal News okurları için ABD’ye karşı Türkiye’nin, içinde bulunduğu coğrafyada nasıl bir jeopolitik strateji geliştirmesi gerektiğini değerlendirdi

Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Sovyetler Birliği (SSCB)’nin dağılmasından sonra tek kutuplu bir dünya devleti olarak kaldı. Denizlerin kontrolünü 625 gemilik büyük bir donanma gücü ile kontrol ederken, tek kutuplu bir ülke hâline gelmesi ile donanmasındaki gemi sayısı 290 adete indi. SSCB’nin beklenenden önce âni bir şekilde dağılması sonrası ABD Savunma Bakanlığı nasıl bir deniz stratejisi çizeceğini planlamada geç kaldı ve donanmasının sayısını masraflar nedeniyle azalttı.

Ne yazık ki ABD, stratejisinde öngörü yapamadı ve Doğu’nun uyuyan devi Çin Halk Cumhuriyeti’nin başta Pasifik olarak denizlerde gelecekte kontrolü ele geçirebileceğini kestiremedi. Küçülen donanmasını idame etmekte zorlanan ABD’nin şu anda dünya denizlerinde 60-70 gemisi dolaşmaktadır. Bu sayı da ABD’yi dünya denizlerini kontrolden uzak tutmaktadır. Onun içindir ki Japonya’nın savunmada taarruz amaçlı donanma yapımına göz yummuştur. Yeni yapılan helikopter gemisi üzerinde F-35 uçaklarının inişine uygun hâle getirilmesi çalışmaları yapılmıştır. Bunun yanı sıra kaliteli personel sıkıntısı çekmektedir. Son zamanlarda gemilerde çıkan yangınlara müdahaledeki sıkıntısı göz ardı edilmemelidir. Ayrıca Avustralya ile işbirliğine girerken, Birleşik Krallık ve Fransa Pasifik’teki filolarını ABD’ye destek olmak için takviye etmek zorunda kalmışlardır. ABD artık dünya hâkimiyetini kaybetmiştir.

ABD bölgemizde ne yapmaya çalışıyor?
Öncelikle Türkiye’nin durumunu ele almaya çalışalım. Coğrafyası her zaman büyük avantajlar sağlayan ülkemiz öncelikle şu seçimi yapmalıdır; Merkez ülke mi yoksa Cephe ülke mi olmalıdır? Cephe ülke olarak kaldığı müddetçe inisiyatif ABD ve dolayısıyla NATO’dadır. Oysa Türkiye geç de olsa Türk devletleri ile siyasi ilişkilerini Türk Devletleri Teşkilatı’nı kurması ile bölgedeki gücünü ve jeostratejik konumunu daha da güçlendirmiştir. Azerbaycan ile sınırlarımızın bir yerde yakınlaşması sonrası ülkemiz enerji kaynakları ve İpek Yolu’nun batıya açılan kapısı konumuna gelmiştir. Rusya’nın yumuşak karnı olan Kırım Yarımadası’na olan yakınlığımız jeopolitik bir avantajı getirmektedir. Doğu Akdeniz’de kontrolü sağlayacak kuvvet yapısına sahip durumdayız Anadolu köprüsü ile kuzey-güney ve doğu-batı yönünü kontrol etmemiz, Karadeniz ve Ege’yi Boğazlar ile denetim altında tutmamız gibi ana unsurlar ile Türkiye bir merkez ülkedir. Dolayısıyla dünyanın siyasi ve askeri yönden bu hareketli bölgesinin, orta ve yakın doğusunu kontrol etme konumundaki tek ülke Türkiye’dir. Bölgesinde coğrafi konumu ile dünyanın jeopolitik merkezidir. Nasıl ki Keops Piramidi dünyayı karalar ve denizler olarak eşit iki parçaya bölüyorsa, Türkiye de bir merkez ülke olarak tam bu konumdadır.

Özellikle Türkiye bu noktada en hassas bölge olan ve dengelerin değişmesi için çalışılan Karadeniz’deki hâk ve menfaatlerini korumak için öncelikle Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin bir satırında bile taviz ve gevşetme yapmamalıdır. Karadeniz, sahildar ülkelerin barış denizi olmalıdır. ABD yeniden çift kutuplu bir strateji çiziyorsa bunun destekleyicisi olmamak hak ve menfaatlerimizin korunması açısından tavizler vermememiz gerekmektedir. Bugün ABD Karadeniz’e NATO kisvesi altında hâkim olmak için siyasi ve askeri hareketleri ile gelecekte çıkabilecek Üçüncü Dünya Savaşı’nın bölgemizde olabilmesinin bir işaretidir. ABD’nin Yunanistan ile ikili anlaşmalar yapması aslında Türkiye’yi artık stratejik ortak değil baş ağrıtan bir müttefik olarak görmesindendir. Aslında ABD, Rusya’yı kuşatma adı altında Karadeniz’de devamlı kalmak istemektedir. Ama şu an ABD politikası panik içindedir. Afganistan hezimeti, Çin ile baş edemez hâle gelmesi, donanmasının nitelik ve nicelik olarak zayıflaması, Rusya’nın önlenemeyen yükselişi, İran ile bir uzlaşma sağlayamamış olması, Orta Asya Türk devletlerinden gerekli üsleri sağlayamamanın vermiş olduğu sıkıntı, Irak’ta askeri varlığını azaltan taşeronlar ile Suriye’nin kuzeyinde bir sözde devlet kurma çalışmaları hâlâ sonuçlanmamış, Suriye Devlet Başkanı Esad’ı devirtememiş ve inisiyatifi Rusya’ya bırakmış, Kafkaslar’da Türkiye ve Rusya’nın arasına girememiştir. İster istemez tüm bu olaylar sonucu Türkiye’yi merkez ülke konumuna getirmiştir. ABD son hamle olarak bölgedeki istikrarı bozmak için Montrö Antlaşması’nı delmeye çalışmaktadır. Karadeniz’de varlık gösterisi yapmaktadır. Rusya hariç tüm Karadeniz ülkelerini NATO’ya sokmak için siyasi manevralar çevirmektedir. Ukrayna ve Gürcistan NATO kapısında bekletilmektedir. Rusya’ya karşı stratejik ortak olarak tercihini Yunanistan olarak yapmıştır. Yunanistan’ı adeta bir eyaleti hâline getirerek askeri varlığını üsler zinciri ile pekiştirmektedir. Bu yığınağın Ukrayna ve Kırım’a müdahalede Balkanlar üzerinden harekât yapacağı olasılığı olabilir. Bunu yaparken Türkiye’ye de Yunanistan üzerinden gözdağı vermeğe çalışmaktadır. Bu stratejinin işleyebilmesi için Türkiye’nin tek kalması gereklidir. O nedenle Türkiye, Rusya ve Çin ile karşılıklı hak ve menfaatlere dayalı ilişkilerini geliştirmelidir. Kurulmuş olan Türk Devletleri Teşkilatı siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel anlamda önemli bir ittifak olduğunu göstermelidir. Suriye ile uzlaşmalı ve sözde devletlerin kurulmasını engellemelidir. ABD’nin yeniden bir süper güç yaratma çabası ile Rusya’yı kuşatmak için giriştiği politikalar ile Türk dış politikasını bu suretle etkileyeceği değerlendirilmektedir.

Sonuç olarak Türkiye’nin, yaşadığı coğrafyası ve bölgesindeki olay ve girişimlerin büyük resimlerine baktığımızda jeopolitik olarak önemli ve de yönlendirici konumda olduğu görülebilir. Dünya’nın en önemli olaylarının geçtiği bu bölgede jeopolitik merkez Türkiye’dir. Bir başka deyişle Dünya’nın jeopolitik merkezidir.

Bu merkezde ayakta kalabilmemiz ve politikaları yönlendirmemiz için en önemli husus Mavi Vatan’a sahip çıkmamız ve iç cephedir. Daha önceki yazılarımda iç cephenin önemini vurgulamıştım. Özetle “Yurtta sulh, cihanda sulh” pasif bir doktrin değil bilakis bölgede güçlü ve caydırıcı bir güç olabilmemiz için anlamlı bir sözdür.

Yurtta sulh ile iç cepheyi barış ve istikrarlı hâle getirmemiz gereklidir. İşte o zaman milli güç unsurlarımız ile dünyada barış için yani caydırıcı bir güç olarak bulunmamızı sağlanır. Karadeniz, sahildar ülkeler dışında başka devletlerin bayrak gösterdiği bir deniz olmamalıdır. Mavi Vatan sınırlarına sahip çıkmak, Türkiye’nin bekası için de önemlidir.

Bunun yanı sıra bazı kaynakların haberine göre İsrail’in Azerbaycan’da üs kurduğu veya bunun hazırlığı içinde olduğu söylenmektedir. Bu plân Türkiye’nin Orta Asya Türk devletleri ile bütünleşmesini önleyici bir proje olarak düşünülebilir. ABD kanımca son kozlarını oynamaktadır. Eğer çift kutuplu bir dünya yaratamazsa o zaman Büyük Orta Doğu Projesi’ni daha yaygın bir hâle getirerek ulus devletleri de parçalayıp eyaletler hâline getirerek bir konfederasyon olarak dünyayı yönetme projesini hayata geçirebilir. Nitekim eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın “sınırlar değişecek” ifadesi bu gerçeği yansıtmaktadır. Bu proje içinde merkez Orta Doğu’dur. Nedeni ise tüm enerji kaynakları ve transfer yollarının bu bölgede olmasıdır. Türkiye bu planda aktör olarak kullanılmak istenmiştir. Çünkü merkez ülke konumundadır. Eğer Türkiye iç cephesini güvence altına alamaz ve denizlerini kontrol edemezse ABD tarafından bölünme için bir takım yolların deneyeceği aşikârdır. Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun çökmesinin bir nedeni de müttefiki olmayışıdır. Bu bağlamda Türkiye merkez ülke olmak istiyorsa komşuları ve çevre ülkeler ile kendi hak ve menfaatlerini koruyacak işbirliğine gitmelidir. Mısır ile ilişkilerin bozulmasının Yunanistan tarafından iyi değerlendirildiğini unutmamak gerekir.

Türkiye, Türk Devletleri Teşkilatı ile 21’inci yüzyılın dünya siyasetine yön verecek bir konuma gelmek istiyorsa uzun vadeli stratejik planlar ve stratejik öngörüler yapmalıdır. İpek yolu üzerindeki tüm ülkelerle ekonomik ve kültürel bağlantılar yoluyla etkinliğini artırmalıdır.

Artık yeni bir ‘‘dünyada egemenlik’’ kuramı oluşmaktadır.

“Merkez ülkeye hâkim olan Avrasya’yı kontrol eder. ” Eğer büyük resim olarak gelecekte Avrasya’yı kontrol altında tutmak istiyorsak bu önce Mavi Vatan’a hâkim olmakla oluşur. Mavi Vatan birinci önceliğimiz olmalıdır. İkincisi olaraksa iç cepheyi yani “yurtta barışı” sağlam tutmalıyız. O zaman güçlü bir merkez ülke oluruz.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın