2024’e girerken: Jeopolitik öncelikler ve açmazlar

MDN İstanbul

2024 yılının bu ilk yazısı aslında 2023 yılının son yazısı niteliği de taşıyor. Küresel ölçekte devam eden dinamik gelişmeleri her ay sizlerle paylaşırken bu köşeye öne çıkan her konuyu sığdırmakta zorlanıyoruz. Sizleri sıkmadan, detaylarda boğmadan büyük resim sergilemeye çalışıyoruz. Zira küresel aktörlerin anlık ve tesadüfi olmayan etki ve sonuç odaklı hamleleri bir sistematiği takip ediyor. Strateji tesadüflerle açıklanmıyor.

Strateji ilmine ilgi duyanların büyük resmi zihinlerinde oturtmalarına koşut olarak bölgesel ve küresel gelişmeleri iyi okuyabilmeleri gerekiyor. Kimi zaman küçük gibi görünen detaylar büyük resimde yapbozunun önemli bir boşluğunu doldurabiliyor. Detayların atlanması hatalara hatalar da domino etkisine neden olabiliyor.

Ukrayna ve Gazze savaşları

2022 yılını Ukrayna savaşı ile kapatmıştık. Her ne kadar Ukrayna hadisesi 2023 yılında süregelse de başlayan Gazze savaşının gölgesinde kaldığı görülüyor. Ukrayna’da sona yaklaşıldığını bir süredir dikkatinize sunuyoruz. Rusya’nın yıpratılmasını, kuşatılmasını ve baskılanmasını hedefleyen Ukrayna düğümü bu hedeflere ne kadar ulaştı tartışılır ama Rusya’nın gücünün beklendiği ölçüde örselenemediği, buna karşın Ukrayna’nın yıkıma uğrayıp fiilen bölünme durumuyla sonuçlandığı tespitinde bulunabiliriz.

2023 yılını ise İsrail’in bir cezalandırma savaşına evrilen ve hiçbir uluslararası hukuk normuna uymayan Gazze savaşı ile kapatıyoruz. Kuşkusuz Gazze savaşının yansımaları 2024 yılını meşgul etmeye devam edecek. İsrail’in hukuk tanımaz eylemlerinin tüm dünyada tepki çektiği mevcut konjonktürde İsrail adeta uluslararası düzlemde izole edilme noktasına geldi. Tuhaf olan ise İsrail’e koşulsuz destek veren ABD’nin söz konusu izolasyona ortak olma riskini gerek iç ve gerekse dış kamuoyunda yakından hissetmeye başlamış olması.

Uzlaşmaz çelişkiler ve jeopolitik yalnızlık

Çin’i bölgesinde izole etmeye çalışan, Rusya’nın gücünü örselemeyi hedefleyen ABD, gelinen noktada İsrail ile birlikte uluslararası düzlemde tecrit edilme riskiyle karşılaşmış durumda. ABD’nin kurumsal devlet yapısının ve ABD kamuoyunun da bu duruma tepki göstermeye başladığı görülüyor. Kızıldeniz’e yönelik kurulması öngörülen Refah Muhafızı Operasyonu’na destek bulmakta zorlanan ABD’nin içine düştüğü durum zayıflayan ekolojik gücünü göstermesi bakımından dikkat çekiyor.

Kıssadan hisse 2024 yılının gerek ABD ve gerekse İsrail için parlak geçmeyeceğini öngörüyoruz. ABD’de yapılacak Başkanlık seçimi birçok hadiseye gebe olsa da Biden döneminin sonlanacağını görmek için parlak bir zekâya sahip olmak gerekmiyor. Yaygın endişe ise popülist Trump’ın bu boşluğu doldurma konusunda oldukça iştahlı olması. Başkanlığının ilk döneminde tüm dünyayı karıştırmayı ve şaşırtmayı beceren Trump’ın olası ikinci Başkanlık dönemi kuşkusuz jeopolitikte paradigma kaymasına neden olabilecektir.

Sürdürülebilir, rasyonel ve uygulanabilir olmak

Gelelim İsrail’e… Gelinen noktada İsrail’in izlediği stratejileri sürdürmesi, başarılı olması ve sonuç alabilmesi olası değil. Uluslararası diplomaside sıkışan, ekonomisi yıpranan, iç kamuoyunda ayrışan İsrail’in küresel yumuşak gücüne ve diasporasına yaslanarak ayakta kalması mümkün görünmüyor. Netanyahu ve izlediği politikalar İsrail bakımından iflas etmiş durumda ve sürdürülebilir, rasyonel ve uygulanabilir olmaktan çıkmış durumda.

İsrail’in bir tercih yapması gerekecek, ki bu tercih muhtemelen Netanyahu döneminin kapanması ile sona erecektir. Netenyahu’nun ilerleyen dönemde uluslararası mahkemelerde yargılanması da gündeme gelebilir. Filistin’in tanınmasını vesile olabilecek bu süreç bölgeye ne denli istikrar getirir bilinmez lâkin Netanyahu’nun gücünü konsolide edebilmek için çatışmaları bölgesel düzleme yaymaya çalışacağını, bölgedeki arogan ve beraberinde nefret tohumları eken stratejileri izlemeye devam edeceğini öngörebiliriz.

Türkiye ve açmazları

Okumalarımıza şunu da ilave edelim, Türkiye’nin birçok Arap ülkesinin aksine Filistin meselesine en sert tepkiyi göstermesi, ABD ve İsrail’e yönelik sert ve popülist söylemlerini yükseltmesi beraberinde Irak ve Suriye kuzeyinden şehit haberlerinin artarak gelmesine neden oluyor. Türkiye’nin bekasına alenen tehdit teşkil eden terör örgütlerini destekleyen sözde müttefiklerimizle denge politikası takip edemeyeceğimiz ayan beyan ortaya çıkmış durumda. İsveç’in NATO üyeliğini bu ülkenin terör örgütlerine verdiği destek nedeniyle veto eden Türkiye, günün sonunda elindeki tüm taktik kozları kaybetmiş ve stratejisini salt F-16 satışına indirgemiş durumda. Altını net bir şekilde çizelim. Mehmetçiğimizin ayağına taş dahi değsin istemeyiz. Lâkin ülkemizin bekasının teminatı ordumuzun Atatürkçü çizgisinden saptığı, bir takım etki odaklarının hedefinde olduğu gerçeğinin kamuoyunda tartışılmaya başlandığı 2023 yılının son günlerinde herkesi aklını ve başını toplamaya davet ediyoruz. Ordu siyaset üstü bir kurum olarak vatansever ve Atatürkçü yapısını idame etmelidir. Bir askerin itaat edeceği yegâne makam onun komutanıdır. Emir ve komuta birliği bozulan bir ordunun bozguna uğraması kaçınılmazdır. Böylesine tehlikeli sularda seyredilmemesini tavsiye ediyor, bilmeyenleri tarih okuması yapmaya ve Osmanlının son günlerine odaklanmaya davet ediyoruz. Ordudaki liyakatsizliğin, mektepli ve alaylı çatışmasının kocaman bir İmparatorluğu felakete sürüklediğini hatırlatalım. Ulu önder Atatürk’ün Bağımsızlık Savaşımız sonrası askerî politikadan ayırdığını, bizzat üniformasını çıkararak siyasete soyunduğunu ideolojik körlere hatırlatalım.

Iskarça sularda seyretmek

Önce Ukrayna ve sonra Gazze ile hareketlenen jeopolitik düzlemde ABD’nin gemisini rotada tutmakta zorlandığı günlerden geçiyoruz. Oyunu kurmakta zorlanan ABD’nin uzlaşmaz çelişkileri her geçen gün ortaya çıkıyor. Ekolojik hâkimiyeti zayıflayan ABD aynı anda farklı kriz bölgelerinde kontrolü elinde tutabilir mi soruları sıklıkla soruluyor.

Ukrayna’da istediği hedefe varamayan ABD, ansızın başlayan Gazze savaşını ve İsrail’i kontrol etmede zorlanıyor. Çıkarlarını bölgesel ortaklarla ya da taşeronlarla korumaya gayret eden ABD askerî gücünün, aynı anda dünyanın farklı bölgelerinde meydana gelen ya da gelebilecek krizleri kontrol etmede ne denli başarılı olacağının tartışıldığı günlerden geçiyoruz.

Vekalet savaşlarına öncelik veren ABD, kendisinin ve İsrail gibi müttefiklerinin çıkarlarını koruyabilmek için kaldıraç gibi kullanabileceği piyon ve vekil unsurlarla işbirliğine öncelik veriyor. Suriye’nin kuzeyinde beslenerek büyütülen PYD ve benzer organizmaları örnek verebiliriz. Kullanışlı aparat görevi gören bu unsurlar hedef bölgedeki istikrarı bozmada rahatlıkla kullanılabiliyor. Hâl böyle olunca da müttefiklik argümanı sorgulanabiliyor.

İtalya, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’nden çekildi

Yeni yıla yelken açarken aralık ayında sütre gerisinde kalan ancak jeopolitik önemi büyük olan birkaç başlığı dikkatinize sunalım. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne dâhil olan tek G7 ülkesi İtalya ezber bozdu. İtalya’nın 2019’da girdiği projeden çıkma kararı, Çin yönetimine resmî bir nota ile bildirildi. 2019’da imzalanan anlaşmanın Mart 2024’te kendiliğinden yenilenmesi öngörülüyordu. İtalya anlaşmayı yenilemeyerek ‘’sessizce’’ ayrılmayı denediyse de Çin’in resmî bildirim talep etmesi üzerine çekilme kararını 3 Aralık’ta Pekin yönetimine fiilen iletti.

İtalya’nın Çin ile yaptığı anlaşma, dönemin popülist, sistem karşıtı 5 Yıldız Hareketi iktidarında imzalanmıştı. ABD ve AB içinde, Kuşak ve Yol Girişimi ile Çin’in hassas teknoloji ve altyapı alanlarında kontrol sahibi olabileceği eleştirisi sıklıkla gündeme getiriliyordu. Batı’da Çin’in diğer ülkelere sürdürülemez derecede büyük projeler sunarak bir ‘’borç tuzağı diplomasisi’’ yürüttüğü eleştirilerinin altı çiziliyordu.

İtalya Başbakanı Meloni ise seçim kampanyasında ülkesinin Kuşak ve Yol Girişimi’ne katılma kararını ‘’büyük bir hata’’ olarak nitelendirmişti. Aşırı sağcı İtalya’nın Kardeşleri Partisi’nin lideri Meloni, geçen yılki genel seçimleri kazanmasının ardından İtalya’nın Batı ve NATO’ya bağlılığını konsolide edici eylem ve söylemlerde bulunmaya özen gösteriyordu.

İtalya’nın aldığı kararın arka planı iki başlıkta özetlenebilir. İlki ekonomik zira Çin ile yapılan anlaşma beklenen faydaları sağlamadı. İkincisi siyasi. İtalya, Washington ve Brüksel’de epey endişe yaratan ve G7’deki tek vaka olan Çin’le böylesine bir yapısal bağın yarattığı anormalliği göğüsleyemedi ve ortadan kaldırmak istedi. Son kertede Atlantik bloktaki yerini ve safını temin etti. İtalya’nın kısa süre önce Çin stratejisine alternatif olarak ABD tarafından desteklenen Hindistan-Orta Doğu- Avrupa ekonomik koridoru (IMEC) projesine katıldığını dikkatinize sunalım.

BM Güvenlik Konseyi jeostratejik bölünmeler nedeniyle felç oldu

Aralık ayında Katar’da düzenlenen Doha Forumu’nda konuşan BM Genel Sekreteri Guterres adeta ezber bozdu ve kral çıplak deyiverdi. Güvenlik Konseyi’nin jeostratejik bölünmeler yaşadığını belirten Genel Sekreter bu durumun Güvenlik Konseyi’nin savaşa çözüm bulma yeteneğini de tehlikeye attığını ifade ederek Gazze için önerdiği ateşkes karar tasarısının ABD tarafından veto edilmesine ilişkin sert ifadeler kullandı. Hatırlatalım, Guterres görev süresi boyunca yetkisini ilk kez kullanarak Gazze’deki insani felaketin önlenmesi için BM Şartı’nın 99’uncu Maddesi’ni işletmiş ve 6 Aralık’ta BM Güvenlik Konseyi’ne mektup göndermişti.

Japonya-İtalya-İngiltere Ortak Savaş Uçağı Programı yeni antlaşmayla bir adım ileriye gidiyor

Çin’in Kuşak ve Yol projesinden çekilen İtalya’nın stratejik yönelimlerini gösteren jeopolitik tercihleri aralık ayında pik yaptı. İtalya, Japonya ve İngiltere ile yeni altıncı nesil savaş uçağı geliştirmek için kurulan ortak mekanizmada yerini aldı. 14 Aralık’ta Tokyo’da Japonya, İngiltere ve İtalya’nın savunma bakanları arasında imzalanan anlaşma jeopolitikte çığır açtı.

Eurofighter Typhoon jetlerinin İngiltere, Almanya, İtalya ve İspanya tarafından ortak olarak geliştirilmesini andıran inisiyatif yeni nesil savaş uçaklarının ortaklaşa tasarlanması, geliştirilmesi, üretilmesi ve konuşlandırılmasını öngörüyor. Bu dönüm noktası hadise ABD’nin Küresel Güney’de azalan nüfuzunun yanı sıra, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi ve Çin’in askerî yeteneklerini hızla güçlendirmesi gibi güvenlik ortamında meydana gelen ciddi değişikliklere yanıt olarak okunabilir.

Filipinler, Japonya’ya askerî üslerine erişim verecek

Dönem içinde Asya-Pasifik Bölgesi’ne yönelik gelişmeler de gözleri bu bölgeye mimledi. Jeopolitik önemi her geçen gün artan Filipinler’in tercihleri bölgesel dinamikleri doğrudan etkiliyor. Nitekim aralık ayında Filipinler ve Japonya, bölgedeki artan gerilimlerin ortasında askerî güçlerin birbirlerinin topraklarına konuşlandırılmasına izin verecek karşılıklı bir erişim anlaşması üzerinde görüşmelere başladıklarını duyurdu.

Filipin Devlet Başkanı Marcos, Güney Çin Denizi’ndeki gerilimlerin son aylarda azalmak bir yana arttığını ifade ederek daha iddialı bir Çin’in Asyalı komşuları için gerçek bir meydan okuma teşkil ettiği konusunda uyarıda bulundu ve Çin’in yarattığı zorluğun “yeni çözümler” gerektirdiğini kaydetti. Japon medyasına verdiği bir röportajda Marcos, Filipinler, Japonya ve ABD arasındaki üçlü işbirliğine dikkat çekti. Hatırlatalım konu sadece Filipinler’den ibaret değil. ASEAN üyeleri Vietnam, Endonezya, Malezya ve Brunei, Güney Çin Denizi’nin Çin’in ihtilaflı olduğu kısımlarında hak iddia ediyor. Bölgedeki deniz ticaret yollarının 3 triyon dolarlık bir büyüklüğe tekabül ettiğini ve Çin için hayati önemde olduğunu hatırlatalım.

Kuzeyde neler oluyor?

Yeni yılın bu ilk yazısını Arktik jeopolitiğine yönelik kuzeyde meydana gelen gelişmelerle bitirelim. Son dönemde kuzeyde ve Asya-Pasifik Bölgesi’nde yaşanan gelişmeleri yakından takip ediyoruz zira birbirleriyle ilintili gelişmeler peşi sıra yaşanıyor. ABD ile Finlandiya arasında 18 Aralık’ta imzalanan anlaşma herhangi bir çatışma durumunda ABD askerlerinin Finlandiya’ya hızlı erişim ve yardım sağlanmasının önünü açtı.

Böylelikle ABD, Finlandiya’da aralarında dört hava üssü ve bir askerî limanın da bulunduğu 15 tesis ve alana engelsiz erişim sağlama ve askerî teçhizat ve mühimmat depolama yeteneklerine erişti. Bu anlaşmaya Rusya, üst perdeden tepki gösterdi. Rusya Dışişleri Bakanlığı, Finlandiya Büyükelçisi’ni Bakanlığa çağırarak nota verdi. Sözcü Zaharova, Büyükelçi’ye Moskova’nın “Rusya Federasyonu’nun güvenliğini tehdit eden, sınırına NATO askeri potansiyeli yığınaklanmasına neden olan bu anlaşmayı cevapsız bırakmayacaklarını, Finlandiya ile NATO müttefiklerinin saldırgan kararlarına karşı gerekli önlemleri alacaklarını” aktardıklarını ifade etti.

Nordik denklemi: Danimarka da konvoya katıldı

Finlandiya merkezli gelişmenin mürekkebi kurumadan Danimarka Başbakanı Frederiksen, ABD ile Amerikan askerlerinin ve askerî teçhizatının Danimarka topraklarında konuşlanmasına izin verecek bir savunma anlaşmasına vardıklarını duyurdu. Süresi 10 yıl olacak anlaşma ABD’nin Finlandiya ve İsveç ile akdettiği benzer anlaşmaların ardından geldi.

Hatırlatalım, ilk olarak Norveç 2021 yılında ABD ile benzer anlaşmayı imzalamış, aralık ayı başında İsveç, devamında Finlandiya ve son olarak Danimarka benzer anlaşmayı ABD ile kotarmıştı. Gelinen aşamada ABD’nin Nordik ülkelerin tümüyle anlaşarak Rusya’yı kuzeyden çevreleme stratejisinde önemli bir kazanım elde ettiğini görüyoruz.

Yazımızı Genel Sekreter Stoltenberg’in NATO’nun misyonunu açıkladığı beyanıyla bitirelim. Ukrayna savaşıyla yıpransa da Rusya’nın hafife alınmaması gerektiğini söyleyen Stoltenberg, Rusya ile askerî gerilimi önlemenin NATO’nun birincil misyonu olduğunu dile getirdi. NATO’nun iki temel görevi olduğunu hatırlatan Genel Sekreter, ilkinin Ukrayna’yı desteklemek, diğerinin ise Rusya ile geniş çaplı bir savaşa dönüşebilecek gerilimin tırmanmasını önlemek olduğunun altını çizdi. ABD’nin, Kuzey bölgesinde önce Norveç, şimdi ise İsveç, Finlandiya ve Danimarka ile kotardığı anlaşmalara bu optikten yaklaşılmasını öneriyoruz. Mutlu yıllar.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın