Dünya ticareti gerçekten zor bir dönemden geçiyor. Yavaşlayan dünya ekonomisi kadar önemli bir tehlike politik bloklar arasında ticareti de kısıtlayan husumetlerin yükselmesi
Küresel yavaşlamaya rağmen, büyük merkez bankalarının bu yıl da faiz artırımlarını sürdürmesini bekliyorum ki, yılın ikinci yarısında ticaret finansmanı ve faize hassas endüstri dallarında (sermaye malları, inşaat malzemeleri ve kısmen otomotif gibi) kayda değer talep daralması üretebilir.
Türkiye çok değişik nedenlerden dolayı dış ticarette pandeminin şahikasından bu yana en çetin yılını yaşayacak. Ekonomik ve finansal koşulların ağırlaşması yanında, bir de 14 Mayıs seçimlerinin yarattığı belirsizlik var. Bir önceki makalemde dünya ticaretinin belki de 10 yıl sürecek sancılı dönüşümünden bahsettim. Türkiye bu zor ortamda ihracat anlamında ayakta kalmak, bir türlü artışına mâni olunamayan ithalatın finansmanı için dış kaynak bulmakta zorlanacak. Fakat, ihracat ve ithalat açısından en zorlu badire, Hükûmetin “Yeni Ekonomi Modeli”nin yapısal dönüşüme yeterince destek vermemesi.
Niye çok zor bir yıl?
Seçim öncesi döneme odaklanalım. Seçim ekonomisinin dış ticarete yansıyan 3 özelliği şunlar:
- Enflasyonu düşürmek ve seçmen memnuniyetini yüksek tutmak için çok katı bir sabit kur politikası.
- Kredileri ihracat ve üretim yapan sektörlere yönlendirmek için çok sayıda düzenleyici tedbir ve bunların kredi almayı çok zorlaştırması.
- Seçime yüksek büyüme ile girmek için iç talebin sürekli pompalanması.
Başlayalım ithalat cephesiyle
Aslında, yüksek iç talep her zaman yüksek ithalat talebi anlamına da gelir. Fakat cari açık finansmanında zorlanan TCMB’ye destek ve üretimi yerlileştirme politikası çerçevesinde, ithalatçıya bir dizi zorluklar çıkartılıyor. Öncelikle, tüketim malı ithalatı için kredi hatta teminat mektubu bulmak zor. İkincisi, fiyat ve vergi dışı önlemlerle zaruri olmayan ithalatın önlenmesi için bir dizi polisiye tedbir. Sonuçta, bir önceki yıla oranla ithalat seçime kadar canlılığını sürdürür, fakat ithalatçının finansman bulmak ve sürekli ensesinde boza pişiren kamuyu aşmak için çok terlemesi gerekecek.
Seçim sonrasında hangi ittifak iktidara gelirse gelsin, istikrar tedbirleri şart olacak. İstikrar tedbirleri de her zaman ithalatı da kapsayacak şekilde ekonominin soğutulması anlamına gelir.
İhracatçı açısından bir numaralı sorun AB talebi
İhracatçı açısından bir numaralı sorun AB talebinin çok cılız seyredecek olması. Uzmanlar ılıman geçen kış sayesinde AB ekonomisinin yılı resesyona girmeden kapatabileceği konusunda olumlu yorumlar yapıyor, fakat çok temkinli olmak lazım. Rus doğalgazının eksikliği gerçek anlamda 2023-2024 kışında kendini gösterip, ekonomide ısınmayı frenleyecek. Döviz piyasaları ve borsalar, Fed kadar Avrupa Merkez Bankası (AMB)’nın da gittikçe katılaşan enflasyonla mücadele azmini hafife alıyor. Yanılıyorlar, manşet enflasyonun düşmesi, trend enflasyonun Fed-AMB hedefine yakınsamasıyla aynı değil. 2023 yılı boyunca yükselecek ya da yüksek kalacak politika faizleri AB talebini olumsuz etkileyecek. AB’de mal ve hizmetlerimize yönelik talep daralmasını bir ölçüde, artmasını beklediğim Rus ve petrol zengini Arap ülkelerinden gelen talep telafi eder. Kuzey Afrika ve petrol fakiri, Ürdün-Mısır gibi Orta Doğu ülkeleri ve İran’dan gelen talep ise yavaşlayacak.
İhracatçı için bir diğer sorun ise tüm dünyanın hevesle beklediği “Çin’in normalleşmesi” yani bir insanlık dramına dönüşen Covid-19 salgınının bitip, üretim ve tüketimin normale dönmesi. Dünyanın çoğu, ekonomik anlamda, Çin’in normalleşmesinden fayda görür de biz o ülkelerden değiliz. Öncelikle, Brent petrolde şimdiden hissettiğimiz gibi, tüm emtialarda yukarı yönlü fiyat baskıları yeniden belirginleşecek. Navlun, sigorta ve konteyner fiyatlarında da yeniden yukarı hareket başlayabilir. Bir diğer Çin kaynaklı sorun da üretimin normale dönmesi ile özellikle Avrupa, ama Kuzey Afrika pazarında düşük katma değerli mallarda rekabetin artması olacak.
Merak etmeyin, olması gerekenden düşük seviyede çıpalanan döviz kurunu unutmadım. Tekstil daha şimdiden bu dolar ve Euro kurlarıyla ihracatın irtifa kaybedeceğini haykırıyor da seçime kadar kur politikasında değişiklik beklenmiyor. Seçimden sonra ne olur derseniz, herhalde Erdoğan ve AKP-MHP ittifakı iktidarda kalırsa, döviz kurunda bir miktar yükselişe imkân verecek. Eğer “Altılı Masa” olarak tabir ettiğimiz ana muhalefet ittifakı kazanırsa, Türkiye’ye yağacak sıcak paranın nominal kuru daha da aşağıya itmesi söz konusu. TCMB muhtemelen döviz fazlasını piyasadan emerek TL’nin değer kazanmasını engeller de ihracatçıyı rahatlatacak ölçüde bir devaluasyon söz konusu değil.
Her ne kadar Hükûmet TCMB ve BDDK marifetiyle ihracatçıya her türlü kredi imkânını seferber etse de bankalar mevduat maliyetleri sürekli artarken, enflasyonun çok altında sabitlenen oranlarda kredi vermemek için binbir zorluk çıkartıyor. Ek olarak, yakında devreye girecek Kredi Garanti Fonu gibi imkânlardan yararlanmak için KOBİ ihracatçılarını çok zorlayacak dokümantasyon yükleri peydah oldu. Özetle, geçen yılın ikinci yarısından itibaren durağanlaşan ihracat hacminin bu yıl bir miktar düşmesi beni şaşırtmaz. Öte yanda, geçen sene beklentileri çok aşan turizm sektörünün bu yıl da yeni rekorlar kırmasını beklerim.
Kötümser bir tablo çizdiğimin farkındayım ama acı gerçekleri elma şekeri kıvamında sunmaya alışık değilim. Ayrıca, bu satırları okuyacak işinsanlarının gerçekleri bilip, planlarını ona göre yapmaktan da fayda göreceği düşüncesindeyim.
Yine de makaleyi kapatırken fırsatlardan da bahsetmeden olmaz. Önce, ekonomiyle ilgilenen her vatandaşın kafasında olan, “Biz bu cari açık belasından nasıl kurtulacağız?” sorusuna cevap vereyim. Tek bir çaresi var: Biz ekonomistlerin vatandaş anlamasın diye kullandıkları Toplam Girdi Verimliliğinin yükseltilmesi tek şart. İşinsanları bu terimi işgücü verimliliği, yani çalışan başına yaratılan katma değer olarak çok iyi bilir. Maalesef, verimliliği yükseltmek yıllar alacak ve iyi düşünülmüş bir dizi yapısal reformla mümkün olur. Nedir bunlar?
- Kalifiye çalışan yetiştirecek bir öğretim sistemi kurgulamak,
- Endüstri 4.0, nesnelerin interneti ve yapay zekâyı fabrika ve tesis düzeyine yaymak. Veeee…bu kavramları pratiğe dökebilecek kadar yazılım ve yabancı dil bilen ara eleman yetiştirmek.
- Yüksek katma değerli sektörlerde özel sabit sermaye yatırımı miktarını artırmak.
- Tüm teşvik politikasını elden geçirip, somut fayda bazında bir sisteme dönmek.
Mümkün, ama seçimden hemen sonra düğmeye bassak, ilk meyveler 2025’ten önce alınmaz.
AB ile genişletilmiş ve yenilenmiş Gümrük Birliği Antlaşması dış ticarette bize çağ atlatır. Tarım ve hizmetlere yayılacak bu yeni anlaşma hem tarıma yatırımı artırır hem de tıp turizmi, çağrı merkezleri, yazılım hizmetleri, görsel sanat eserleri (TV serileri) gibi yüksek katma değerli alanlarda yeni ihracat fırsatları yaratır. İthalatçılar açısından AB’nin Güney Kore ve Meksika gibi bizimle rekabet eden ülkelerle imzaladığı serbest ticaret antlaşmalarının verdiği zarar asgariye indirilir. Fakat, yeni bir Gümrük Birliği Antlaşması’nın en önemli yararı, Avrupa’nın tedarik zincirlerinin bir kısmını Türkiye’ye taşıması olur. Çin ve genelde Asya artık güvenilir tedarikçi olarak algılanmıyor. Ek olarak, siyasetten ekonomiye yansıyan yeni bir moda da “friend-shoring”, yani girdi üretimini müttefik ülkelere kaydırmak. Yeni bir anlaşma Türkiye-AB’nin aradaki çeşitli sorunları aşıp yeniden daha sıkı bir ittifaka yöneldiklerini simgeleyip yüksek miktarda doğrudan sermaye girişi başlatır. Bu fırsatlardan yararlanmak için yıllar sürecek müzakerelerin bitmesi beklenmez. Görüşmelere tarih verilmesi bile yeterli olur. Tabii, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi vetosunun aşılması şart.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.