Yüce Yöney – Yanlı politikalar, yanlış öfke

MDN İstanbul

Henüz aşırı sağın Avrupa’nın liderliğini üstlenmesinden bahsedilemez ama her geçen gün varlığını daha fazla hissettirdiği bir gerçek. Bu da tedirgin edici bir soruyu getiriyor beraberinde: Avrupa’da geleceği aşırı sağ mı çizecek?

Son yıllarda Avrupa’da aşırı sağın yükselişinden endişe edenlerin hiç de haksız olmadığı ortaya çıktı. Geçtiğimiz ay, İngiltere’de Avrupa Birliği karşıtlığıyla bilinen aşırı sağcı parti Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP) İngiltere’nin Rochester ve Strood bölgelerinde yapılan ara seçimlerde Avam Kamarası’ndaki ikinci sandalyesini kazandı.
Seçimlerde kısa süre önce Başbakan David Cameron’un partisi Muhafazakar Parti’den ayrılarak UKIP’e geçen Mark Reckless Avam Kamarası’na girmeyi başardı. Cameron’un partisi yakın zamanda Clacton bölgesinde yapılan seçimlerde de bir milletvekilliğini aşırı sağcılara kaptırmıştı. Seçim kampanyasını yabancı düşmanı söylemler üzerine kuran UKIP’in başkanı İngiltere’de yaşayan yabancıların ülkelerine geri gönderilmesi gerektiğini söyleyecek kadar ileri gitmişti. Sonuçlar gözlemcilerin 2015 parlamento seçimlerinde aşırı sağcıların güçleneceği tahminlerine yol açtı.

İsveç
İsveç’te de eylül ayındaki seçimlerde, İngiltere’deki gibi göçmen karşıtı bir politikayı savunan aşırı sağdaki İsveçli Demokratlar adlı parti aldığı yüzde 13 oy ile ülkenin üçüncü büyük partisi konumuna geldi. Bu sonuç geçen seçimlerle birlikte düşünüldüğünde bir eğilimi yansıtıyor. İsveçli Demokratlar bir önceki seçimlerde tarihlerinde ilk kez parlamentoya girmeye hak kazanmıştı. Benzer bir durum Finlandiya için de söylenebilir. Son seçimlerde Gerçek Finliler adlı siyasi parti oy oranını yüzde 20’ye taşımayı başardı ve anketlere göre oyları daha da artmaya devam edecek.

Fransa
Aşırı sağcılar benzer bir zaferi de yine bu yılın eylül ayında Fransa’da kazandı. Aşırı sağ parti Ulusal Cephe, iki koltuk kazanarak Fransa tarihinde ilk kez parlamentonun üst kanadı olan senatoya girdi. Sonuçları “umduğumuzdan fazlası” olarak nitelendiren Ulusal Avrupa’da aşırı sağın yükselişi üzerine uzun bir süredir farklı eğilimdeki siyasetçilerden ve gözlemcilerden uyarı geliyordu. Hatta Fransa Başbakanı Manuel Valls seçimlerden hemen önce açıkça “aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin iktidarın eşiğinde olduğunu” söylemişti. Valls’in sözleri sadece kendi gözlemlerini yansıtmıyordu elbette. Bazı kamuoyu yoklamaları Marine Le Pen’in 2017’deki seçimde Cumhurbaşkanı Francois Hollande’ı yenebileceğine işaret ediyordu. Ulusal Cephe’nin politik görüşlerini tahmin etmek zor değil. Parti, şimdiki başkanlarının babası Jean-Marie Le Pen’in partinin liderliğini yaptığı dönemden beri Avrupa’nın en cüretkâr ırkçı söylemlerinden birini sürdürüyor. Nitekim taraftarları da tam seçimler öncesi “ülkenin göçmenlerden kurtarılması” vurgusuyla gösteriler düzenliyordu. Göçmenlere karşı olan bu tepkinin en önemli nedeni işsizlikti. Fransa’da bu yılın temmuz ayı itibariyle iş arayan insan sayısı 3 milyon 424 bin gibi rekor bir sayıya ulaşmıştı.

Almanya
Almanya’daki tablonun da çok farklı olmadığı söylenebilir. Ancak Friedrich Ebert Vakfı’nın geçen ay duyurduğu rapora göre aşırı sağ yaklaşımdaki artış sanıldığından daha düşük düzeyde: yüzde 2,5. İlk duyulduğunda yüzde 2,5’luk artış  çok fazla görünmeyebilir ama rapordaki bir diğer uyarı böyle düşünenlerin “iyimser” olduğunu gösteriyor. Rapor mülteci, Müslüman ya da işsiz gibi belirli gruplara yönelik toplumsal düşmanlığın daha yüksek oranda arttığını da ortaya koyuyordu.
2006 yılından beri iki yılda bir Alman toplumunda aşırı sağa yönelik yaklaşımları ölçen Friedrich Ebert Vakfı’nın “2014 Almanya’da Aşırı Sağa Yönelik Tutumlar” başlıklı raporunu hazırlayan Bielefeld Üniversitesi’nden Prof. Dr. Andreas Zick bu durumu şöyle açıklıyordu: ”Bizim tespitimiz klasik anlamdaki aşırı sağa yönelik tutumdu. Yani diğer düşünceleri tamamen reddeden, diktatörlüğü ve nasyonal sosyalizmi savunan aşırı sağ yaklaşımın, orta sınıftaki yerini araştırdık ve araştırmamız bunun yüzde 2,5’larda kaldığını gösterdi.” Prof. Zick’in asıl uyarısı artan milliyetçi duygulara dairdi: ”Toplumda gittikçe genişleyen bir kitle İslam’a, Müslümanlara, göçmenlere, mültecilere ve işsizlere karşı. Kısacası, sert çizgideki aşırı sağcılık gerilerken, aşırı sağa ait bazı düşünce kalıpları derinleşiyor. İşte göçmen kökenli vatandaşlarımızın artan endişesinin altında bu gerçek yatıyor.”
Prof. Zick’in uyarısı aşırı sağ yaklaşıma desteğin artışından ziyade toplumsal düşmanlıkların artışına dair. Rapor gösteriyor ki Almanya’da belirli gruplara yönelik toplumsal düşmanlık içinde en yüksek oran 47,8 ile işsizlere ve yüzde 44,3 ile mültecilere yönelik. İslam düşmanlığı da yüzde 17,5 düzeyinde ve aşırı sağcılar İslam karşıtlığını belirli grupları kendilerine çekmek için kullanıyor. Aşırı sağın genel olarak toplumda bir sorun olarak görüldüğünü hatırlatan Zick şu andaki farkın önemli olduğunu söylüyor. Ona göre, aşırı sağcılar uzunca bir süredir toplumsal eylemlere cesaret edemiyordu, dolayısıyla sesleri cılız çıkıyordu ama mevcut durumda hedeflerindeki Selefileri zaten kimse onaylamıyor, dolayısıyla eylemleri ve seslendirdikleri görüşleri eskisi kadar tepki toplamıyor.

Bulgaristan, Yunanistan
Keza Avrupa’nın sınırında da durum farklı değil. Bulgaristan’da geçen ayki seçimlerin sonuçlarından en memnun kalanlar sağcı partilerdi. Irkçı söyleme sahip Ataka partisi yaklaşık yüzde 5 oyla barajı geçti. Dahası, 13 aşırı sağcı oluşumun içinde olduğu Vatansever Cephe adlı ittifak neredeyse yüzde 7 oy aldı. Aşırı sağcılar kendi bölgesinden az oy alan bir Roman adayın Türkiye’den gelen oylarla milletvekili seçilmesi karşısında protestolar gerçekleştirdi, hatta Türkiye’den gelen oyların iptali için mahkemeye başvurdu ama mahkeme başvuruyu reddetti.
Yunanistan’daki durumu ise uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Aşırı sağ 2008 krizinin etkileri sürerken yapılan 2012 seçimlerinden bu yana parlamentoda gayet güçlü bir şekilde temsil ediliyor. Göçmenlere yönelik saldırılarda sorumluluğu olduğu söylenen aşırı sağcı Altın Şafak partisi krizden itibaren solcularla birlikte ülkede ağırlığını hissettiren aşırı sağın temsilcisi olmuş durumda.
Macaristan’da ise bayağı adıyla sanıyla sağcı bir liderin teslim almaya başladığı rejimin varlığı hissediliyor.  Pek çok kişi Fidesz Partisi lideri, Başbakan Viktor Orban’ı giderek artan oranda otoriterleşmekle ve ülkeyi Avrupa Birliği’nden uzaklaştırmakla suçluyor. İktidar hakkındaki yolsuzluk iddiaları ise bu yazının konusunun dışında.
Ve tüm bu tablonun yansıdığı Avrupa Parlamentosu… Bu yılın ortasında gerçekleştirilen seçimlerde farklı ülkelerin aşırı sağcı partilerinden çok sayıdaki milletvekili Avrupa Parlamentosu’na seçildi.

Neoliberal politikalar
Tablo ortada. Peki nasıl yorumlamak gerekli? Kuşkusuz hemen herkes uyarılarda, tehlikeli gidişat vurgularında anlaşıyor. Keza, bu noktaya gelinmesine kaynaklık eden önemli nedenlerden birinin göç ve işsizlik olduğunda da çoğunluk hemfikir. Ancak gözden kaçırılan nokta veya belki de görmezden gelinen nokta, merkez sağda ve merkez solda şekillenen hükümetlerin 2008 krizinin toplumdaki etkilerini yeterince analiz edemedikleri. Oysa kriz sonrası Brüksel’in Avrupalı halkları yok sayarak dayattığı ekonomi politikaları hemen her ülkede geniş kitlelerin tepkisini çekmiş durumda. İnsanlar artık neoliberal politikaların geniş kesimleri kollamadığını fark ediyor. Kuzey Avrupa dahil refah toplumu söylemi merkez solun da teslim olduğu mevcut politikalarla örtüşmüyor insanların aklında. Tarihsel olarak, farklı dönemlerde olduğu gibi kaynakların başkalarıyla paylaşılmamasına uzanan milliyetçi, sağ bir öfke yükseliyor. Daha önce karanlık dönemlere giden yolda olduğu gibi aşırı sağ, içinde şekillendiği toplumun çıkarlarının savunucusu gibi gözüküyor. Umalım ki politika üretenler, henüz zaman varken harekete geçerek bu tarihsel yanılgının bir kez daha Avrupa ve dünya halklarına bedel ödetmesinin önüne geçerler.

Bunu Paylaşın