Prof. Dr. Nafiz Arıca: Mesleğinin piri öğrenciler yetiştirmeye çalışıyoruz

Yeşim Yeliz Egeli

Piri Reis Üniversitesi (PRÜ) Rektörü Prof. Dr. Nafiz Arıca ile Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında ilk söyleşimizi yaptık. Arıca’nın Türkiye’nin bütüncül denizcileşmesine yönelik ciddi hedefleri var. Sorumluluklarının bilincinde, temeli sağlam söylemleri var. Türkiye’nin tek denizcilik ihtisas üniversitesine rektör atanmasındaki sevincinin özünde, adeta gurbetten ana vatanına, yuvasına özlemle dönen deniz tutkusu var

Nerede doğdunuz? Çocukluğunuz nerede geçti?


1969 yılında Ankara’da doğdum. İlk ve ortaokulu Ankara’da tamamladıktan sonra 1983 senesinde. Heybeliada Deniz Lisesi’nde eğitimime başladım.

Sizi Heybeliada’ya atan rüzgâr ne oldu? Kimi örnek aldınız? Kimden esinlendiniz?

Beni Heybeliada’ya atan rüzgâr, annemin Deniz Kuvvetleri binası önünden geçerken Deniz Lisesi ile ilgili ilanı görmesi ve oradan bir broşür alıp eve getirmesiyle başladı. Zaten Deniz Lisesi’nden başka askerî bir liseye de başvurmadım. 1983 senesinin ağustos ayında ilk onda girdim liseye. Üç hafta intibak eğitimi gördüm. Daha sonra da üniforma giydim ve Deniz Lisesi hazırlık sınıfına başladık. Şunu da itiraf edeyim; intibak eğitimine başladığım ilk günden itibaren farklı hayâllerim vardı ve Deniz Lisesi’nden ayrılmak niyetindeydim. Annem ve rahmetli babam intibak eğitiminin ortasında Ankara’dan geldiler. Onlarla sohbet ettik. “Hazırlık sınıfı bitsin ondan sonra ayrılırım” diye ikna oldum. Sonra Deniz Lisesi’nden mezun oldum. O zamanlar üniversite sınavına girilmeye izin verilmiyordu. Deniz Lisesi’nden mezun olan herkes Deniz Harp Okulu’na gidiyordu. Yılbaşı izninden önce Öğretim Başkanı sınıfın ilk onunu görüşmeye davet etti. Gülhane Askerî Tıp Akademisi’nde üniversite imtihanına gireceğimiz, Gülhane Askerî Tıp Akademisi’nde okuyacağımız, on kişiye üniversite sınavına girmeye izin verileceği ancak tek şansımızın Gülhane Askerî Tıp Akademisi olduğu söylendi. Yılbaşı izninden döndükten sonra üniversite hazırlık kitapları aldık. On kişi arasında da büyük bir rekâbet vardı. Sınavdan çıktıktan sonra Milliyet Gazetesi’nin akşam baskısından sonuçları kontrol ediyorduk. Çok umursamıyordum ama benim sınavım iyi geçmişti. Hiç unutmuyorum 152 sorudan 137 netim çıkmıştı. Günün sonunda Türkiye’de ilk beş yüze girdim. 394’üncü olmuştum.

Rahat olmak işe yarıyormuş o zaman?

Rahattım çünkü Gülhane Askerî Tıp Akademisi’ne gidip gitmeme konusunda soru işaretleri vardı hâlâ. O zamanlar Bilkent Üniversitesi açılmıştı. Burslu öğrenciler alıyordu. Bilkent’ten burs teklifi almıştım ama ikinci sınava girmeden okuldan ayrılmıştım. Çünkü o formu Gülhane Askerî Tıp Akademisi dışında başka üniversitelere de ekleyebilme imkânı ancak öyle mümkün oluyordu ki o form bizim elimize hiç gelmedi bile. Deniz Lisesi ‘tek tercih’ olarak bizim adımıza doldurup ÖSYM’ye göndermişti.

Enteresan bir politika değil mi? Biraz muhafazakâr bir tutum. İçeridekini dışarıya vermeme düşüncesi mi?

Evet, hem öyle hem de dediğim gibi Deniz Lisesi’nden üniversite sınavına girilmeye normal şartlarda izin verilmiyordu. Bu da o zamanki Genelkurmay’ın “Her deniz lisesinden şu kadar öğrenci Gülhane’ye gitsin” politikasının bir sonucu. Sonra biz arkadaşlarımızdan ayrılıp beş kişi Gülhane’ye geçtik. İntibak eğitimleri başladı ama benim aklımda hâlâ “doğru mu yaptık, yanlış mı yaptık” düşüncesi vardı. Bize hep şunu diyorlardı, “Siz önce askersiniz, sonra hekimsiniz” ama ben, “Olur mu, aslında önce hekim olmalıyız” diyordum. Bunun yanında denizci olup olmayacağımızla, bunun altıncı sınıfta kurayla belli olacağıyla ilgili bir durum olunca ben ve bir arkadaşımın endişeleri arttı. Ayrıca voleybol orta birden itibaren hayatımın önemli bir parçasıydı. Gülhane Voleybol Takımı da iyi değildi o dönemler. Bunların hepsi birleşince arkadaşıma “Deniz Kuvvetleri’ni arasak acaba bizim geri dönüş şansımız olur mu?” diye sordum. Bir gün Personel Başkanlığı’ndan Kurmay Binbaşı aracılığıyla talebimizi ilettik ve ortalık birbirine girdi.



İlk defa mı böyle bir şey olmuş?

Tabii, ilk kez ve Gülhane bu durumdan çok rahatsız oldu. O zamanlar Şarlak Paşa bizimle konuştu. Sonra arkadaşımla intibak eğitiminin sonunda, yemin edeceğimiz törenden sadece bir gün önce Ankara’dan İstanbul’a geldik. Ertesi gün Tuzla’da, Deniz Harp Okulu’nda Meç Kuşanma Töreni’ndeydik. Peki ondan sonra bir daha tedirginlik veya arada kalma oldu mu? Yok, ondan sonra hiç “Keşke Gülhane’de devam etseydim” diye düşünmedim. Mezun olduktan sonra da İstanbul’da ve Mersin’de çalıştım. Muhabere Subaylığı ve Savaş Harekât Merkezi Subaylığı yaptım. Dört yıl kadar deniz hayatından sonra önce OBİ Kursu’nda eğitim gördükten sonra ODTÜ’de Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nde yüksek lisans yaptım. ODTÜ’de En İyi Yüksek Lisans Ödülü’nü aldım. Yine Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nden doktoraya da ara vermeden başladım. Doktoramın ardından da bir yıl, iki dönem ODTÜ’de hocalık yaptım. O sıralar Deniz Kuvvetleri Bilgi İşlem Merkezi Dairesi’nde İşletme ve Proje Şube’de görev yaptım. İki ayrı şubede çalıştım. Sonra Deniz Harp Okulu’nda ders vermemi istediler. 2004 yılında Deniz Harp Okulu’na atandım. 2006 yılında da Illinois Üniversitesi, Urbana-Champaign’de postdoktoramı bitirdim. Naval Postgraduate School, Monterey’de misafir öğretim üyeliği yaptım. Kaç dönem? İki dönem. Ardından 2013’te emekli olup Bahçeşehir Üniversitesi’ne geçtim.

“Emekli olmak zorunda bırakıldım”


Bu kadar birikimden sonra neden emekli oldunuz? Deniz Kuvvetleri, sizi hazırlıyor ve siz tam birilerini yetiştireceksiniz emeklilik kararı alıyorsunuz. Erken değil mi?

Doğru, emekli olmak gibi bir düşüncem yoktu ama 2013 yılını hatırlarsanız o dönemde ülkemizdeki kumpas davaları yüzünden emekli olmak zorunda bırakıldım. Zor günlerdi hepimiz için. Emekli olmak niyetinde değildim. Sonra Bahçeşehir Üniversitesi’ne geçtim. Orada Bölüm Başkanlığı, Enstitü Müdürlüğü ve Dekanlık yaptım.

Çok renkli bir hayata sahip olsanız da entelektüel birikiminiz çok yüksek olsa da askerî hayatın içindeydiniz. Bu disiplinden sivil hayata geçiş nasıl oldu?

Doğru söylüyorsunuz. Bir asker için, 30 yıl üniforma giydikten sonra sivil hayata geçiş çok kolay değil esasında ama benim ODTÜ’de geçen yaklaşık on yılım, beni çok farklı bir noktaya getirmişti. O açıdan benim için zor olmadı. Bahçeşehir veya özel sektörden bir üniversiteye geçişim çok kolaydı. Hızlı bir şekilde alıştım. Şöyle alıştım; Deniz Kuvvetleri’nden edindiğim bilgi, beceri ve bazı alışkanlıklar bazı şeyleri omurilikten yapmamızı sağlıyor. Omurilikten yaptığımız şeyler olağan dediğimiz işler. Sivil sektördeyim. Başkalarına bu çok büyük bir durummuş gibi gelebiliyor. Emekli olurken araştırma yapacağımı planlamıştım. Ancak idarecilik beni bırakmadı. Üç dört aydan beri hep akademik yönetici pozisyonundayım. Tabii araştırmalarıma devam ettim. Çünkü 1994 senesinin sonundan itibaren bilgisayar mühendisliğinde daha da özelinde yapay zekâ konusunda araştırmalar yapan birisiyim. Akademik özgeçmişimle bir yerlere değinsem araştırmalarım da çok önemlidir. Askerlik kimliği, yöneticilik özelliklerim de çok önemli olabilir ama Amerika’da, ODTÜ’de yaptıklarım önemli oldu. İyi ki yapay zekâ konusunda araştırmalarımı yürüttüm. Çünkü 94-95’te çalışma konumu belirlerken yapay zekâ o zamanlar sönük bir araştırma alanıydı ki o dönemler yapay zekânın durgunluk yıllarıdır. O sıralar internet ve network çalışılıyordu. Kendimce öyle bir öngörüde bulunmuştum. Doğru çıktı o öngörüm. 2010’lu yıllarda yapay zekâ teknolojilerinin hayatımızın bir parçası olacağını ve önemli akademik alanlardan biri olarak kabul edileceğini öngördüm.

Çalışmalarını takip ettiğiniz bilim insanı var mıydı?

Bilgisayar bilimleri denilince yapay zekânın yaratıcılarından biri olarak göreceğimiz isim Alan Turing’dir. Alan Turing’i ilk defa makinelerin düşünebilip düşünemeyeceğini sorgulayan bilim insanı olarak ifade edebilirim. Tabii onun hayatı, onun yaptıklarıyla başladı ama son yıllarda özellikle yapay zekâ teknolojilerindeki gelişmenin sebebi olarak ‘deep learning’ dediğimiz derin yapay sinir ağları, algoritmaları konusundaki ünlü ve önde gelen isimleri sürekli takip ediyorum. Birçok isim var bu konuyla ilgili. Benim oradaki öngörüm genel olarak yapay zekâydı ama 2000’li yıllarda büyük verinin artmış olması her sensörden ve internetteki büyük verinin oluşması, hesaplama gücünün artmış ve ucuzlamış olması, yapay sinir ağlarındaki bazı algoritmaların akademik dünyada bulunmasıyla büyük veriden öğrenen, günlük hayatımızda otonom araçlarda büyük verilerde analiz dediğimiz bankacılık, finans, enerji sağlık, savunma gibi her alanda kullanılan yapay zekâ teknolojilerinin ana makinesi diyebileceğim ‘deep learning’ hakkında o yıllarda yaptığım çalışmalar bana avantaj sağladı.



Peki o çalışmalar hangi ortamda yapılıyor?

Bilgisayar. Algoritmaların geliştirilmesi akademik altyapıya bağlı ama laboratuvar anlamında en önemli malzememiz bilgisayar. Hesaplama gücü yüksek bilgisayar tabii. Bizim ofiste kullandığımız bilgisayarlardan on kat yirmi kat daha fazla hızlı olan bilgisayarlar. Çünkü “Büyük veriden öğreniyor” diye ifade ettim ya çok fazla veriyi işleyerek algoritmayı beyne benzeten, yapay sinir ağlarındaki bağlantıların ağırlıklarını öğreniyor. Büyük bir ağı milyonlarca milyarlarca veriyi vererek eğitiyorsunuz ve o eğitimin sonucunda sinirlerin aralarındaki bağların ağırlıkları öğreniliyor ve günün sonunda eğitimin sonunda bilinmeyen bir veri verdiğinizde o verinin ne olduğu analiz ediliyor. Mesela bir resim verdiniz. O resimde bir iç mekânın olduğu ve orada insanlar olduğu görülüyor. Benim bir doktora öğrencim insan yüz ifadeleriyle uğraşıyor. TÜBİTAK’dan da bununla ilgili proje aldım. İnsan bilgisayar etkileşiminde insanın insanla etkileşiminde insanların duygularını anlamak önemlidir. Örneğin; bir reklamı izleyen insanların yaşları, cinsiyetleri, sosyal statülerinin yanı sıra o reklama ilgisini de ölçmek önemlidir ya da online bir toplantı olduğunu düşünün. O toplantıdaki katılımcıların duygu ve düşüncelerinin otomatik olarak analiz edilmesi önemli bir veridir. Diğer bir çalışmada bir sahnedeki insanların birbiriyle olan ilişkisini algılamaya çalışıyoruz. Orada çok fazla veriden, bilgiden faydalanıyoruz. Sadece yüz ifadesi değil, oturuşu, birbirlerine karşı duruşu, uzaklığı gibi çok fazla faktör var. Buna binaen arkadaş, anne baba gibi ilişkileri sınıflandırmaya çalışıyoruz.

“Yapay zekâ teknolojilerinin insan merkezli geliştirilmesi gerekiyor”

Elon Musk’ın bugün bir robotu öptüğüyle ilgili bir haber okudum. Filmler gerçek mi oluyor Hocam?

Bunu ilk defa duydum, bilmiyordum ama gelecek tahmin ettiğimizden de erken geliyor. Başka bir projemiz de insansız hava aracından elde edilen video görüntülerinde yerdeki objelerin tespiti, izlenmesi ve sınıflandırılması ile ilgili. Mevcut sistemler var mı? Var. Tabii onların iyileştirilmesi için daha ince algoritmalar gerçekleştiriyoruz. Yapay zekâ teknolojileri hayatımızın istesek de istemesek de bir parçası olacak. Buna direnmemek gerekiyor. Bundan mutlu muyuz? Şahsen bu işlerin içinde birisi olarak daha doğal, maneviyatı yüksek, insanî şeyler hayatımızın bir parçası olsun isterdim. Her şeyin içine teknolojiyi dâhil ettiğinizde veyahut size baktığımda “karşımdaki insan mı, robot mu?” diye sorguladığımda hayat o kadar da güzel olmaz diye düşünüyorum. Bu benim fikrim. O yüzden yapay zekâ teknolojilerinin insan merkezli geliştirilmesi gerekiyor. Yani insanı merkezine alan ve yapılan her şeyin insanı önceleyen bir şekilde kurgulanması gerekiyor ama öyle olmuyor.

Mesela Geoffrey Hinton Google’dan istifa etti…

Deep Learning’in babalarından olan Geoffrey Hinton sırf etik endişeleri sebebiyle istifa etti ki on yılı aşkın süredir Google’da çalışıyordu ve onunla birlikte çok sayıda özellikle Amerika’da bu konuyla ilgili araştırma yapan bilim insanı ve teknoloji firmalarında çalışan araştırmacılar imza topladılar ve yapay zekâ teknolojilerinin altı ay durdurulmasıyla ilgili bir protesto başlatıldı ama kimse umursamadı. Az önce söylediğim biraz uç bir örnek olabilir ama ben karşımdaki insanın robot mu, insan mı olduğunu anlayamayacağı bir durumda internetteki her sayfanın her veriyle ilgili bir soru işareti olduğunu düşünün.

Haber de yazıyor yapay zekâ Hocam. Biz ekibimizle deney yapmıştık. İşin talimatını ve içeriğini vermiştik. Haberi oluşturmuştu. Ancak bundan habersiz bir kişiden seçmesini istediğimizde o kişi “insanın” yani bizim yaptığımız haberi tercih etti. İçimiz rahatladı.

Hâlâ belli oluyor. Bizim anlayabileceğimiz, belki de bunu ifade edemeyeceğimiz ipuçlarından anlayabiliyorsunuz.



Yapay zekâ teknolojisi en çok hangi sektörü etkileyecek peki?

Beyaz yakalılardan ilk söylenenler; avukatlar, muhasebeciler, sigortacılar oluyor. Mavi yakalılardan birçok iş kolu için endişe var. Robotların insan sağlığına zararları hakkında da araştırmalar var. Kalp sağlığına özellikle. Günün sonunda her teknolojinin artıları olduğu gibi eksileri de oluyor. İnsan hayatını olumsuz olarak etkilediği birçok sonuç da ortaya çıkıyor. Bizim şu an en büyük dertlerimizden birisi öğrencilere verdiğimiz ödev ve projelerin yapay zekâ algoritmaları tarafından üç beş saniyede üretiliyor olması.

O zaman öğrenme olmayacak ki…

Evet, öğrenme olmayacak. Onun öğrenci tarafından mı makine tarafından mı üretildiğini tespit eden sistemler de var ama mücadeleye giriyorsunuz artık ve günün sonunda herkes yüz yüze eğitime, imtihana giriyor. Her 18 ayda bir dünya tarihinde üretilen veri misline çıkıyor. Bu kadar yoğun veri üretilirken ve yapay zekâ algoritmalarının ürettiği veriler de buna dâhil ediliyor. Biraz önce siz de söylediniz: Doğruya çok yakınlar var. Doğruya çok yakınlıklar arttıkça doğru hangisi diye soracaksınız.



O zaman insanla yapay zekâyı ne ayıracak?

Maneviyat ve duygular ayırt edecek.

O maneviyat ve duyguları dünyanın bu hâli yok etmiyor mu? Biz de makineleştik.

Tüm dünyadan benzer endişeler var ama ümidimizi yitirmeyeceğiz. Hele biz eğitimciler olarak öğrencilerimizin ümitlerini ve mutluluklarını en üst düzeye çıkarmak için, onların hayatlarını iyileştirmek için en azından dört beş yıl boyunca üniversite hayatlarını en güzel biçimde geçirmeleri için elimizden ne gelirse yapıyoruz. Umarım insanlık çok daha iyi noktalara gelecek. Yapay zekâ konusunda da eskiden öngörüler 2050’ler 2060’lardı. İnsan zekâsına yakın zekânın üretilmesi için hep 2050’nin sonunu öngörüyorduk. Şu andaki öngörüler 2030’a indi. Akademik dünya ve teknoloji firmaları çok hızlı araştırmalar yapıp sonuçları elde edebiliyorlar. Bu arada araştırmaları yaparken yine yapay zekâ teknolojileri kullandıkları için o araştırmalar da hızlanıyor. Her alanda ürettikçe üreteceğinizi de daha hızlı üretiyorsunuz. O yüzden bu ivmelendikçe insan zekâsına yakın veya eşit diyebileceğimiz sistemlerin geliştirilmesiyle ilgili 2030’lu yıllardan bahsetmeye başladık. Hatta daha öncesi mi diye düşünenler de var ama ben 2030’dan önce böyle bir gelişim olacağına inanmıyorum.

“Birçok alanda Piri Reis Üniversitesi ilk ve tek”

Her açıdan ihtisaslaşmış, donanımlı deniz personelleri ve mühendisleri yetiştirmek için eğitimin olmazsa olmazları neler olmalı ve Piri Reis Üniversitesi’nin bu bağlamda eksik gördüğünüz noktaları neler?

Piri Reis Üniversitesi, ülkemizin ilk ve tek denizcilik ihtisas üniversitesi. Bizden başka denizcilik ihtisas üniversitesi yok. Hatta sağlık bilimleri haricinde herhangi bir ihtisas üniversitesi de yok. Vakıf üniversitesi olarak da ilk ve tekiz. Birçok alanda Piri Reis Üniversitesi ilk ve tek.

Devlet üniversitelerinden ayırdığınız nokta, her fakültenin denizciliğe özel olması mı?

Evet, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi gibi Üniversitelerimiz fakülte bazında örneklerimiz. Yapısını tamamen denizcilik sektörüne, Türk denizciliğine odaklanmış şekilde kurgulayan bir ihtisas üniversitesi olarak Piri Reis Üniversitesi gibi başka üniversite yok. Denizcilik Fakültesi dışında İktisadî İdarî Bilimler, Mühendislik, Hukuk Fakülteleri, Lisansüstü Eğitim Enstitümüz’de yani bütün programlarımızda ana amacımız denizcilik sektörüne hizmet etmek. “Denizcilik” denilince sadece bir geminin seyr-ü seferini yapan zabitlerden bahsetmiyoruz. Geminin tersanede inşa aşamasında tersanenin ihtiyaç duyduğu her türlü personelden başlayarak o geminin seyrinin yapılması, bir noktadan başka bir noktaya götürülmesini sağlayan mühendisler, o geminin işletilmesi, lojistik, acentalar gibi gibi birçok paydaşı ekleyebiliriz. Deniz hukuku olmazsa olmaz. Yani bütün bu süreçlerde denizcilik sektörünü bir bütün olarak ele aldığımızda çok büyük bir sektör olduğunu görüyoruz. Bu sektörün denizcilik fakültesine olduğu gibi iktisadî idarî bilimler, mühendislik, hukuk fakültesindeki öğrencilere de ihtiyacı var. Biz ana öncelikli olarak deniz sektörünün ihtiyaç duyduğu yetişmiş insan gücünü yetiştirmeyi hedefliyoruz.


Yani yönetici mi yetiştirmek istiyorsunuz?

Mesleğinin piri öğrenciler yetiştirmeye çalışıyoruz. Çünkü ülkemizde her alanda olduğu gibi yetişmiş insan gücü çok önemli bir ihtiyaç.

Akademik kadronuz nasıl? Öğrencilerimizi gerçek anlamda besleyebiliyor mu? Ufuk açabiliyor mu?

Sadece denizcilik fakültesinde değil, üniversitemizde toplam 250’ye yakın akademisyenimiz, 145 idarî personelimiz var. Akademisyenlerimizin çoğu doktorasını yurtdışında ve Türkiye’nin sayılı üniversitelerinde almış ve kendilerini ispat etmiş kişiler. Denizcilik Fakültemizdeki kadromuz, bir taraftan akademik diğer taraftan da denizci geçmişi olan zabit ehliyetleri olan hocalarımızdan oluşuyor. Özellikle denizci akademisyenlerimizin sayısı istediğimiz düzeyde değil. Maalesef Türkiye’de hiçbir üniversitede istenen düzeyde değil, çok daha fazla ihtiyaç var. Denizcilik ve akademik geçmiş olan doçent, doktor, profesör unvanına sahip hoca sayısı ülkemizde yeterli sayıda değil. Bu da Piri Reis Üniversitesi olarak bizim için önemli misyonlardan bir tanesi. Denizci akademisyenler yetiştirmek bizim diğer görevimiz ve Denizcilik Fakültesi mezunlarımızın denizcilikle beraber akademik hayatlarını paralel götürecekleri bir kurgumuz var. Bu da vakıf üniversitesi olmanın getirdiği bir avantaj. Biz, denizci akademisyenlerimizi hem belirli periyotlarla denizde çalışarak mesleki gelişimlerini sağlamaları hem de ara verip akademik hayatlarına dönmeleri için bir sistem oluşturduk. Bunun mali boyutu da var. Deniz sektöründeki maaş politikaları ile üniversitedeki maaş politikası aynı değil. Bu şekilde de denizci akademisyenlerimizi denizden uzaklaştırmadan akademik hayatlarına devam edecekleri uygulamalarımız olacak. Şu anda da doktora yapmaları için yurtdışına denizci akademisyenlerimizi gönderdik. Bu da önemli bir şey. Denizcilik Fakültemizdeki her hocanın denizci akademisyen olması gerekiyor. İdeal olan bu. Şu an hocalarımızın yüzde 80’i / 90’ı bu özellikte ama yeterli sayıda değiliz. Öğrenci sayımızı da artırmak istiyoruz. Çünkü sektörün ihtiyacı var. Sektörün ihtiyaçları doğrultusunda bizim kontenjanımız devlet üniversitelerindeki denizcilik fakültesindeki kontenjandan fazla. Yani daha fazla öğrenci alıyoruz. Bunu da artırmak istiyoruz aynı zamanda ama bizim teknik altyapımıza baktığınız zaman millî bir servet olduğunu görüyoruz. Göreve başladığım günden itibaren biz bu altyapıyla şu hedefi koyduk: Üniversitelerin üç misyonu vardır. Eğitim – öğretim, araştırma-geliştirme ve topluma hizmet. Eğitim-öğretimde dünyanın en iyi denizcilik eğitimi veren üniversitesi olmayı ve denizcilik sektörünün ihtiyaç duyduğu yetişmiş insan gücünü sağlamayı hedefliyoruz.

“Hedefimiz 2030 yılında dünyanın ilk bin üniversitesinin arasına girmek”


Bu hedefinize ulaşmak için şimdi neredesiniz? Bayrağı alırken hangi aşamadan teslim aldınız?

Bunlarla ilgili üniversitelerin sıralamaları var. Bizim ülkemizde ODTÜ’nün içinde grup olan URAP, dünyanın da farklı yerlerinden örgütler eğitim, araştırma, atıflar, uluslararasılaşma, teknolojik endüstriyle işbirliği gibi kriterlere göre üniversiteleri sıralıyorlar. Üniversitemiz şu anda dünyadaki hiçbir sıralamada yok.

Kaç üniversite arasında yok?

Farklılaşıyor. Hangisinden bahsettiğinize bağlı ama binlerce üniversite arasında yokuz. En popüler ve saygın olan İngiltere merkezli Times Higher Education’ın sıralamasında üniversitemiz yok. Hedefimiz 2030 yılında dünyanın ilk bin üniversitesinin arasına girmek. International Association of Maritime Universities (IAMU)’de 71 üniversite var. Biz de üyeyiz. Geçtiğimiz şubat ayı itibarıyla ben de yönetim kurulu üyesi oldum. Yönetim Kurulu’nda da akademik işlerden sorumlu oldum. Orada sadece denizcilik fakültesi de olan 71 üniversite arasında en üstte olmayı hedefliyoruz. Bunun için de sadece eğitim-öğretim yetmiyor. Araştırma, proje, atıflar, endüstriyle işbirliği, uluslararasılaşma gibi farklı boyutları var. Açıkçası bundan önceki üniversitemde 2017’de başladığımız bir projede 2023 yılında hedeflerimizin önemli bir kısmına ulaşmıştık. 2017’de üniversite sıralamada 1273’üncüydü. 2022-2023 yıllarında 600- 800 bandına ulaşmıştık.

Kolektif bir çabaydı tabii?

Tabii, topyekûn bütün fakültelerin, bütün hocaların, üniversitenin bütün kurgusunun esasında akademik yükseltmelerden tutun, performans sisteminden, yayın ödüllerinden birçok faktör bu amaca hizmet edecek şekilde kurgulandı ki biz de başladık buna. Tabii bunların sonuçlarını almak o kadar hızlı olmuyor. En basitinden bu sıralamalara girebilmek için ilk şartlardan biri; üniversitenin son beş yılda bin tane Science Citation Index’te ya da Scopus Index’te yayımlanmış makalenin olması ve her sene de minimum yüz – yüz elli tane olması lâzım. Bizim sayaç henüz başlamadı. Çünkü geçtiğimiz yıllarda 150 tanenin altında. Bu sene başladık. Bu sene 150’nin üzerine çıkarak bin makaleye ulaşacağız. Beşinci yılın sonunda listelere girebilmeyi hedefliyoruz. 2030’lu yıllara kadar bindirmeli beş yıllar hesaplanıyor. Zaman çok hızlı geçiyor ama yapacak da çok iş var. Üniversitenin araştırma boyutunun da ön plana çıkması gerekiyor.

Denizcilik eğitimi alanında müfredatını beğendiğiniz gelişimini takip ettiğiniz ülkeler ve fakülteler var mı? O fakültelerden örnek almamız gereken ne gibi özellikler göze çarpıyor?

Ben özellikle IAMU Yönetim Kurulu’na girdikten sonra oradaki üniversiteleri ağır ağır incelemeye başladım. Hem eğitim alanında dünyanın önde gelen ülkelerinden Finlandiya’dan Satakunta University of Applied Sciences (SAMK) ve Çin’den Dalyan Üniversitesi’ni özellikle hedefime almış durumdayım. İkisinin de farklı özellikleri var. Bir tanesinin 60 bin öğrencisi var. Diğerinin nispeten öğrenci sayısı daha az.

Niteliğiyle mi öne çıkıyor?

Evet, bizim orada uygulamaya ağırlık vermemiz gerekiyor. Bizim “nerede eksiğimiz var?” sorusuna vereceğimiz yanıt, denizcilik eğitiminde uygulamalarımızdır. Simülatörlerimiz, dünyada ilk beşte, muhteşemler ama denizde uygulamalarımızı biraz daha artırmamız gerekiyor. Özellikle yelkenli bir teknede bütün denizcilik fakültesi öğrencilerimizin seyir yapmalarını ve denizciliği orada öğrenmelerini istiyorum. Bunu dünyada yapan üniversiteler var.

Aslında çok zor bir şey değil. Sponsorların desteğiyle bile üniversiteye bağış olarak yapılabilir?

Yüzlerce öğrencinin aynı anda seyir yapabileceği yelkenli bir teknenin maliyeti yüksek olacaktır.

Birden fazla diyorsunuz… Kalyon gibi mi? Hayâlinizde tam olarak ne var?

Kalyon gibi evet. Hayâlim 50 metrenin üzerinde. Öğrencilerimi en azından Türkiye denizlerinde yelkenli seyir yapacakları bir uygulamalı eğitimle tanıştırmak isterim. Polonya’da bunu yapıyorlar mesela.

Polonya ile sizin değişim programınız da var.

Evet var, Polonya’da IAMU üyesi olan üniversiteler ile de iletişim halindeyiz. Grup Başkanımız, Polonyalı. Onunla da irtibattayız. Tabii, yelkenli bir teknenin idame ettirilmesi de çok kolay olmuyor. Yelkenin maliyeti olduğu gibi idamesi de çok zor ama ideal şartlarda öğrencinin denizciliği yelkenli teknede öğrenmesini istiyorum. Şunu da söyleyeyim; dünyada birkaç tane örnek var. Denizcilik Fakültesi’nde yelkenli tekneyle mecburi seyir yaptıran çok az üniversite var.



Daha önce yelken tekne eğitimi veren sponsorluğunu yaptığımız çalışmalar olmuştu Türkiye genelinde ama bir üniversitenin teknesinin olması ve uluslararası yarışmalara katılması daha zor sanırım?

Daha ufak yelkenli teknelerle onları yapıyoruz zaten. Geçtiğimiz haftalarda öğrencilerimiz Marmaris’ten ödüllerle döndüler. Öğrencilerimin başta yelkencilik olmak üzere deniz sporlarıyla ilgilenmesine önem veriyorum. Öğrenci kulüpleri açısından yelken kulübüne ayrıca önem veriyorum. Bu sene yanlış hatırlamıyorsam 200’ün üzerinde öğrenci kulüp üyesi oldu. Bir taraftan da farklı yönlerden öğrencilerimizin önünü açmak için uğraşıyoruz. Diğer taraftan üniversitemiz teknik altyapısıyla, eğitim havuzuyla, simülatörleriyle yelkenli tekne dışında dünya standartlarında. Deniz uygulaması anlamında eksikliklerimiz var evet ama fiziksel altyapı olarak biraz iddialı olacak ama Türkiye’de bizim üzerimizde üniversite yok. O yüzden üniversitem adına çok mütevazı olamayacağım. Tabii ki iyinin iyisi var. Biz üniversitemizi daha iyi noktalara getireceğiz.



Bu, bana Metin Kalkavan’ı anımsattı. Birebir şahidim çok mücadele verdi Üniversite için “Ne gerek vardı bu kadar lükse?” diye tepki verdiler ama çağı yakalaması için yapması gerekenler vardı. Aynı şekilde Tamer Kıran da Üniversitenin Mütevelli Heyeti Başkanı olarak bu vizyonu sürdürüyor.

Üniversitemizin en güçlü yanı, Mütevelli Heyetimiz. Bunu ben biliyordum. Aynı zamanda kurumsal iletişimle ilgilenen arkadaşların ağzından duydum bunu ve bu benim de söylediğim şey. Hem güncel mütevelli heyetimiz hem de daha önceki mütevelli heyetimiz denizcilik sektörünün önde gelen isimleri. Denizciler biraz vizyoner oluyor. Metin Bey’in Üniversitenin kuruluşunda çok büyük emekleri olmuştur. Tamer Başkan bayrağı devraldıktan sonra aynı şekilde eksik olmasın Üniversitenin iyi yerlere gelmesi için elinden geleni yapıyor. Başka bir mütevelli heyeti olsaydı Piri Reis Üniversitesi’ni istemeyebilirdim. Diğer mütevelli üyeleri de yeni fikirler sunduğumuzda önümüzü açan oldukça vizyoner insanlar. O yüzden başta Başkan olmak üzere hepsine şükranlarımı ifade ediyorum.

Metin Kalkavan’ın en büyük eserlerinden biri de Piri Reis Üniversitesi’ni hayata geçirmesidir. Üniversitenin yurdu olmadığını öğrencilerden duyuyordum. Bunu da bekliyor öğrenciler. Tamer Bey’e de ifade etmiştim bunu ve değerlendirmeye alacağını söylemişti. Siz neler düşünüyorsunuz? Ufukta böyle bir proje var mı?

Var ama bu konuyla ilgili bir tarih veremem. Yurt yapımı, ilk öncelikli yatırımlarımızdan bir tanesidir. Gönül ister ki hemen yapalım ama Üniversitemizin malî portresine baktığımızda yurt yapımı yapılacak projelerin başında geliyor. İhtiyaç mı? İhtiyaç. Pandemi ve deprem felaketinden sonra İstanbul hatta Anadolu yakası dışındaki öğrencilerimizin okula gidip gelmeleri önündeki en büyük engel yurt sorunuydu. Bildiğiniz gibi tüm Türkiye’de ikinci dönem online eğitime geçtik. Öğrenciler de İstanbul’da tuttukları evler için anlaşmaları iptal ettiler ve evlerine gittiler. Onları farklı uygulamalar için okula davet ettiğimizde bazı sorunlar oldu doğal olarak. Bir yurdumuz olsaydı bu süreç bizim için çok kolay olurdu. İnşallah önümüzdeki dönemlerde yurt sorununu da hallettiğimizde daha iyi olacak.

Denizcilik Fakültesiyle ilgili yatırımlarınız neler olacak? Tanker, kuru yük gemisi farklı boyutlarda ve tonajlarda. Buna yönelik kaptanlar veya çarkçıbaşı/ mühendisler yetiştirmek için ne gibi plan, projeleriniz var?

Sivil ve askerî bahriye bazı açılardan örtüşse de birçok açıdan birbirinden çok farklıdır. Askerî bahriyede genel denizcilik anlamında bazı ortaklıklar olsa da sivil bahriyeye özgü, sivil bahriyede emek harcamış, yıllarını geçirmiş denizci akademisyene ihtiyacımız var. Daha önce de ifade etmiştim. Bizim şu andaki öğretim üyesi akademisyenlerimize baktığımızda ağırlık askeri bahriyeden emekli olan denizci akademisyenlerden oluşuyor. Askeri bahriye emeklisi denizci akademisyenlerimizin oranı, sivil bahriyedeki denizcilerimizden daha fazla. Bunu dengelememiz gerekiyor. Bunun için bizim üniversitemizden mezun ya da diğer üniversitelerin denizcilik fakültelerinden mezun denizcileri akademisyen yapmak için onlara hem denizde çalışma hem de burada akademik hayatlarını sürdürebilecekleri bir ekosistem geliştirmeyi hedefliyoruz. İlk projem budur ama bunun sonucunu hemen alamazsınız. Bununla ilgili başta kendi mezunlarımız olmak üzere akademisyenliğe meraklı ve ilgili öğrencileri organize etmeli ve onlara bunları anlatmalıyız. Buna aslında “in breeding” deniliyor. Akademik dünyada da “in breeding” çok istenmez. Aynı okuldan mezun olan birisinin aynı okulda doktora yapması ve yine aynı okulda akademisyen olması üniversitelerde çok istenen bir şey değildir. Çünkü öğrencinin farklı üniversitelerin de kültürünü görmesi daha sonra tekrar mezun olduğu okula hoca olması tercih edilir. Bir taraftan ihtiyacımız var, bir taraftan da çocukları başka üniversitelere, yurtdışına özellikle IAMU üyesi olan denizcilik üniversitelerine veya denizcilik fakültelerine yönlendirmeye çalışıyoruz. Doktoralarının belirli kısımlarında altı aylığına, bir yıllığına veya doktoraların sonunda post doktora amacıyla gidebilirler. O dengeyi tutturarak denizci ve akademisyen, sivil bahriyede de çalışmış hocalar yetiştirmeyi amaçlıyoruz. Bu esasında bizim öncelikli işlerimizden bir tanesi. Müfredatın incelenip bazı eğitimin ayrıntısında ve icrasında değişikliklerin de yapılması gerekiyor. İyileştirme anlamında her sene yapılacak işler ama genel olarak bizim denizci akademisyen ihtiyacımız var. Bizim daha yüksek sayıda ve daha nitelikli öğrenci yetiştirmemiz için hocalara ihtiyacımız var. Üniversitenin en önemli değeri entelektüel sermayesidir. Bu entelektüel sermayenin de en önemli değeri hocalarıdır. Tabii ki öğrenciler de, idarî personel de bu sermayenin bir parçasıdır. O yüzden daha iyi hoca daha iyi öğrenci demek. Daha iyi öğrenci daha iyi bir sektör demek. Eğitim alanında yaptığınız bir hamlenin bir uygulamanın sonuçlarını almanız bugünden yarına olmuyor. Bir dönem sonra da olmuyor. Bir sene sonra da olmayabiliyor.

Üç misyondan bahsettiniz. Eğitim ve öğretim alanında hedeflerinizi anlattınız. Peki araştırma / geliştirme kısmında neler yapmayı planlıyorsunuz?

Deniz teknolojilerinin gelişiminde ve deniz sektörünün ihtiyaç duyduğu her türlü araştırma geliştirme faaliyetlerinde ülkemizde lider üniversite olmayı hedefliyoruz. Bizim odağımız; deniz, denizcilik sektörü, denizcilik sektörünün ihtiyaç duyduğu ArGe faaliyetleri. Bilimin teknolojiye aktarılmasında ve uygulanmasında ülkemizin lider üniversitesi olmak. “Denizcilik” denilince akla Piri Reis Üniversitesi gelsin istiyoruz. Topluma hizmet anlamında da tabii ki biz denizcilik üniversitesiyiz ama tüm Türkiye’ye hizmet etmek de ayrı bir misyonumuz. Başta denizcilik sektörü olmak üzere tüm alanlarda Piri Reis Üniversitesi bayrağını dalgalandırmak ve Piri Reis Üniversitesi markası yaratmak da üçüncü hedefimiz.

Bir taraftan da özel sektör üniversite işbirliği konusu var. Bu konuda neler yapıyorsunuz? Dayanışma içerisindesiniz diye biliyorum.

Sektörel işbirliği, uluslararasılaşma bunların her biriyle ilgili uygulama planı hazırladık.

“Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’yla işbirliği yapacağız”

Denizcilik dediğimde ben hep uluslararası platformlardan bahsediyorum. Sektörün yeri orası olduğu için bunu vurgulamaya gerek duymuyorum. Sorumu şöyle ayırayım ulusal ve uluslararası işbirlikleri olarak neler düşünüyorsunuz? Örnek vereyim; bir geminin özel bir boyası geliştirilecek. Bunu üniversiteniz araştırabiliyor mu? Bu sizin alanınıza girer mi?

Girer. Fen – Edebiyat Fakültemiz her ne kadar pasif durumda olsa da, öğrenci almıyor olsa da fizik ve kimya hocalarımız var. Diğer fakültelerin ihtiyaç duyduğu fizik, matematik, kimya, Türkçe gibi dersleri o fakültedeki hocalarımız veriyor. Sorunuza gelirsem bunu iki gruba ayırıyorum. Bir; endüstriyle işbirliği. İki; uluslararası üniversitelerle işbirliği. İkisinde de geldiğim günden beri kurumsal iletişime çok önem vermeye başladık ve bununla ilgili ayrı bir birim kurduk. Kurumsal İletişim, Sektörel İşbirliği, Uluslararasılaşma, Stratejik Planlama ve Öğrenci Dekanlığı olmak üzere beş ayrı birimi diğerlerinden farklı biçimde önem verdiğim birimler olarak kurguladım. Öyle de geliştirmeye uğraşıyoruz. Henüz istediğimiz düzeyde değil ama bir personel ihtiyacımız oluyor. Ağır ağır alıyoruz. Ocak itibarıyla 11 firmayla sektörel ortak işbirliği anlaşması vardı. Kimisi 2014’te, kimisi 2018’de imzalanmış. Şu anda bunun sayısı 30’geçti. Bir yılın sonunda bunu 100’ün üzerine çıkarmayı, dört yılın sonunda da beş yüze yükseltmeyi hedefliyoruz. Yapılan her anlaşma aktif ve sonuç getirici olmayabiliyor ama 500 anlaşmanın yüzde onunun aktif olması ve gerçek anlamda öğrencinin sektörle buluşmasını sağlaması, sektörü üniversitemize getirmesi, firmanın personeline yüksek lisans, doktora eğitimi vermemize imkân tanıması, bizim öğrencilerimizin orada staj yapmasını sağlaması bizim için çok güzel olur. Yeni işbirliğimizin duyurusunu yapmak isterim. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’yla ciddi bir işbirliği anlaşması imzalıyoruz. Offshore platformlarında çalışacak TPA personelinin DP eğitimi bizim simülatörlerimizde verilecek. Onlarla çok uzun vadeli bir protokol imzalayacağız. Bu hafta veya önümüzdeki hafta Filyos’ta gerçekleşecek. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı bütün denizcilik ihtiyacını karşılamak için çalışacağız. Şu an protokol hazır. İmza töreni için Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın Yönetim Kurulu Başkanı ile Mütevelli Heyeti Başkanımızla birlikte basın duyurusu yapılacak.

Özel sektör de öğrencilerin yetersizliğinden, İngilizce bilmemesinden şikâyet ediyor. Bu sadece sizin üniversiteniz özelinde değil, genel Türkiye için bir eleştiri.

Sektörel işbirliği, ortak eğitim modeli dedik. Bir başka boyut bunun uluslararasılaşma ve İngilizce eğitimi. İngilizce eğitimi konusunda ben de olumsuz şeyler duyuyorum. Denizcilik üniversiteleri arasında İngilizce eğitimi veren tek üniversiteyiz. Diğerlerinin belli oranda var. Bizde İngilizce eğitim verilmesine rağmen istenilen düzeyde olunmadığına dair eleştiriler kulağıma geliyor, geribildirimler alıyorum. Bunun en önemli sebeplerinden birisi üniversitemizde ululararası öğrencinin olmaması. Bir iki tane yabancı öğrenci olsa mecburen İngilizce soru soracak öğrenci. Hoca İngilizce cevabını verecek.

“TÜBİTAK Yenilikçi Gelişim Üniversitesi Endeksi’nde ilk elliye girme hedefimiz var”


(Öğrenci) Değişim programlarıyla gelmiyor mu?

Çok kısıtlı sayıda geliyor. Onların sayısı da artacak. Bu arada altı ayda uluslararası üniversitelerle yapılan anlaşmaların sayısı da üç misline yükseldi. Hem sektörel em de uluslararası işbirliği anlamında anlaşma sayılarımız ciddi bir ilerleme kaydetti. İleride Üniversitede ben olurum olmam ama ilk dört yılın, ilk sekiz yılın sonunda ulaşmak istediğimiz noktalar için plan hazırladık ve o planlar doğrultusunda da gidiyoruz. O planların çıktılarından biri de sektörel işbirliği, uluslararası anlaşmalar, erasmus anlaşmaları. Dünyanın üniversitesinin arasına girmek, TÜBİTAK Yenilikçi Gelişim Üniversitesi Endeksi’nde ilk elliye girmek gibi daha birçok sayısal hedeflerimiz de var. Sayısal ve ölçülebilir hedefler ortaya koyup o hedeflere ulaşmak için çalışıyoruz.

Denizcilik temelli olarak uluslararası yayınlarda yayımlanmış makalelerinizin sayısı var mı aklınızda?

Bunların sayısını artırmamız gerekiyor. Bizim üniversitemizin tarihinden 2008-2009 yıllarından itibaren yayımlanmış makale sayısı 1300 civarında. Ancak bu 1300 makalenin yarısından fazlası CERN’deki fizik araştırmacısı hocamızın yaptığı bir yayın. Bu makalelerdeki yazar sayıları iki bin küsür. Biraz önce bahsettiğim gibi 150 tane endeksli makale sayacımız 2022’de başlamadı henüz. 2023’te başlayacak. Buna göre hocalarımızı; araştırmaya, proje geliştirmeye motive etmek için de atamayükseltme kriterlerinden, akademik performansa, yayın ödüllerine kadar kurguluyoruz. Geçen haftalarda senatomuzdan da geçti. Eğitimle araştırmayı birbirinden ayıramazsınız. Dünyanın en iyi eğitim üniversiteleri en iyi araştırma üniversiteleridir. O yüzden biz eğitim-öğretimle beraber araştırma – geliştirmeye de önem vermek zorundayız.

Daha önce yapay zekâ teknolojisinden söz ettiniz ama robotik teknoloji konusunda eklemek istediğiniz başka neler var? Artı bir değer olarak uzay teknolojisiyle ilgili de var mı bir öngörünüz?

Üniversitemizdeki öncelikli araştırma alanlarını otonom araçlar, yeşil gemi, enerji verimliliği ve elektrikli araçlar olmak üzere dört gruba toplayabilirim.

Enerji verimliliği derken yakıt da giriyor mu bunun içine?

Tabii. O da giriyor. Hocalarımızın özellikle bu alanlarda araştırma yapmasını istiyoruz. Dünya bu yöne doğru gidiyor. Denizcilik sektörünün de buna ihtiyacı var. Bunun yanına biraz önce sizin de bahsettiğiniz gibi akıllı malzemeler, denizcilik sektöründe önemli araştırma konularından olacak. Malzeme çalışan çok fazla hocamız yok ama yıllar içerisinde akademisyen kadromuzu da genişleteceğiz. Yelpazemizi daha da genişleterek denizcilik sektörünün ihtiyaç duyduğu her alanda araştırma yapabilecek öğretim üyesine sahip olacağız. Uzay teknolojileri dediniz ama ondan önce denizci olarak denizlerin altının daha önemli olduğunu düşünüyorum. Uzaya da gideceğiz ama önce denizci olarak denizlerin altını daha iyi öğrenmeli ve bilmeliyiz. Denizlerin altındaki servetlerimizi keşfetmeliyiz. Çok uzağa gitmeyin. Marmara Denizi’nin altını bile çok iyi bildiğimizi söyleyemeyiz aslında. Marmara çok iyi bir örnek olmadı ama dünyadaki denizleri, kendi denizlerimiz; Akdeniz’deki, Ege’deki, Karadeniz’deki zenginlikleri bulalım önce. En başta da söylediğim gibi biz denizcilik ihtisas üniversitesiyiz. Her işi yaparız gibi bir misyonla ortaya çıkmıyoruz. O yüzden denize dair her konuda Piri Reis Üniversitesi bayrağını en iyi şekilde taşısın istiyoruz. Eğitim, araştırma, topluma hizmet açısından bizim hedefimiz; deniz, deniz, deniz.

‘Piri Reis Üniversitesi Rektörü’ olmak size neler hissettirdi?

Piri Reis gibi muhteşem bir üniversitenin rektörü oldum. Bunun mutluluğu ve gururu içerisindeyim ve bu Üniversitenin inşaatından akademik gelişimine kadar bu noktaya getiren, burada emeği geçen benden önceki Osman Hocam’a, Oral Hocam’a da şükranlarımı ifade ediyorum. Metin Başkan’a, Tamer Başkan’a da ayrıca şükranlarımı ifade ediyorum. Böyle bir üniversitede rektörlük yapmak herkese nasip olmaz. Açılış konuşmamda da çok duyguluydum. Piri Reis Üniversitesi’nin rektörlüğü diğer üniversitelerin rektörlüğünden daha farklı bir pozisyon, bir rektörlük görevi.

Nedir farkı?

En önemli farkı; dediğim gibi bir sektör üniversitesi. Benim üniversite dışında aynı zamanda sektöre de ciddi bir sorumluluğum var. Sektörün beklentileri var. Biz denizcilik ihtisas üniversitesiyiz. Denizcilik sektörünün üniversitesiyiz. Doğal olarak denizcilik sektörünün de Piri Reis Üniversitesi’nden daha iyi denizci yetiştirmesi veyahut denizcilik sektörü için daha nitelikli personel öğrenci yetiştirmesi gibi bir beklentisi var. Eğitim – öğretim anlamında da, araştırma anlamında da böyle. Bu anlamda benim sorumluluğumu herhangi bir üniversiteden biraz daha farklılaştırıyor. Sektörel sorumluluk da üstüme biniyor ama buna ilaveten bir de biraz önce bahsettiğim 1983 yılında giydiğim üniformanın getirdiği bir sorumluluk var. “Özüme döndüm” diyorum. Yıllar sonra 30 yıl sonra belki denize döndüm. Türk denizciliğine hizmet edebilecek bir pozisyonda olmanın gururunu yaşarken bunun sorumluluğunu da hissediyorum. Allah utandırmasın. Yüksek hedeflerle yola çıktık. Arkadaşlarıma da toplantılarda bunları ifade ediyorum. “Onlar bana bunu söyleyinceye kadar da tekrar edeceğim” diyorum. Çünkü “benim söylediğimi algılamış içselleştirmiş ve şimdi bana söylüyor” diye varsayacağım. Hedefleri şu an bir tek ben söylüyorum. Ancak bu hedeflere tek başıma gidemem. Akademisyeninden idarî personeline, öğrencisine kadar tüm üniversitenin buna inanması gerekiyor. Ben inandıracağıma da inanıyorum. Piri Reis Üniversitesi’nin çok daha iyi noktalara getirmek için buradayım ve bunu hep beraber tüm paydaşlarımızla beraber yapacağız.

Cumhuriyetin yüzüncü yılındayız. Yaptığımız bu güzel söyleşinin sonunda hem bir akademisyen hem de bu Cumhuriyet’in yetiştirdiği bir evlat olarak neler söylemek istersiniz?

Bir sektör üniversitesinin rektörü olarak diğer üniversitelerin rektörlerinden sorumluluğumun daha farklı olduğunu söylüyordum. 13 yaşında giydiğim üniformanın sorumluluğunu anlatıyordum. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında bu göreve gelmek daha da büyük bir sorumluluk getiriyor. Çünkü önümüzdeki yüzyılın başında bu görevi almak bana göre daha bir sorumluluk verici ve duygusal. Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılında Ulu Önderimiz Atatürk’ün de söylediği gibi “muasır medeniyetler yukarısına yükseltmek” için başta öğrencilerimle beraber var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz. Bunun için de eğitmenler olarak bize çok büyük sorumluluklar düşüyor. Öğrencilerimin de Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında bizim bıraktığımız bayrağı daha yüksek noktalarda da dalgalandıracağına yürekten inanıyorum.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın