Yüce Yöney-Kehanetler yerini gerçeklere bırakırken

MDN İstanbul

Suriye’de varılan noktada Rusya’nın şaşırtıcı gerçeklikteki politikasının ABD’nin sıkışıp kalan yaklaşımına üstün geldiğini tespit etmek zor değil. Önerilen Cenevre Konferansı ise şimdilik barışçıl tek umut ve maalesef sadece bir başlangıç noktası

Suriye sorununda kehanetler tükendi, öngörüler dar bir aralığa sıkıştı, sahnede iki yıldan bu yana doğru pozisyon alanlar kaldı, diğerleri bocalama dönemine girdi.
Defalarca birkaç ay içinde Esad rejiminin düşeceğini söyleyen ABD’nin, açıklamalarının psikolojik baskı yaratmaktan ve muhaliflere moral vermekten öte bir anlamı olmadığı ortaya çıktı. Uzlaşma olmazsa savaşın yıllarca süreceğini ve kimsenin kazanamayacağını dile getiren Rusya’nın saptamalarının doğruluğu daha fazla görülmeye başlandı.
Rusya Esad’ın çekilmeye razı olmayacağını, muhaliflerle rejim arasında bir uzlaşma yaratmaktan başka çare olmadığını çoğunlukla üst düzeyden, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un ağzından yaptığı açıklamalarla duyurmuştu. Lakin uzun süre kimse duymak, duysa da kabul etmek istemedi bu durumu, yakın zamana kadar.
Kısa süre önce Rusya ile ABD arasındaki görüşmelerde uzlaşmaya giden yolun ilk adımı olarak Cenevre’de bir konferans düzenlenme kararı alındı. Alındı ama belli ki kolay olmayacak bu kararın uygulanması, çünkü Suriyeli muhalifler Beşar Esad’ın olmadığı bir geçiş hükümetini şart koştu ya da hep dile getirdikleri bu şartlarında ısrar ettiler diyelim; üstelik ABD’nin konferansa destek vermesine rağmen. Ancak politika bu! Değişen güç dengeleri, ittifaklar, uluslararası aktörlerin farklı çıkarları, beklentilerin mevcut durumun gerisine düşmesi gibi bir dizi faktörün etkileşimi sonunda konferans planı nereye varır bilinmez. Gerçi Suriye konusunda her kafadan bir ses çıkıyor ama işin aslı, şimdilik eldeki verileri, somut gelişmeleri izlemekle yetinmek zorunda analizciler. O gelişmeler içinde en dikkat çekici olan da ABD’nin Suriye politikasında bir açmaza düştüğü.

Sıkışan politika
Yakın zaman kadar Esad hükümetinin düşmesi dışında başka bir alternatifi kabul etmeyen ABD’nin, bugün Moskova’nın tarafların önşartsız biraraya geleceği konferans önerisine yeşil ışık yakması, iki yıldır süren savaşın en kritik gelişmelerinden biri. ABD’nin bu noktaya gelmesinin nedeni de baştan beri izlediği politikanın uzanabileceği noktaların bugün kendi aleyhine sonuçlar doğurma olasılığı.
Bugüne kadar Suriyeli muhaliflere kurşungeçirmez yelek, gece görüş gözlüğü gibi öldürücü olmayan malzeme yardımı yapan ve lojistik destek veren ABD, artık muhaliflerle askeri yardımın önünü açma kararı aldıklarını açıkladı. Ancak henüz bunun nasıl gerçekleşeceği, kapsamının ne olduğu netlik kazanmış değil. Suriye üzerinde uçuşa kapalı bölge yaratmaya kadar uzanan fikirler dolaşsa da bunun yeterince verimli olmayacağını, aksine maliyetinin göze alınmasının kolay olmadığı ABD Genelkurmayı tarafından dile getirildi. Fakat ABD’nin asıl tereddüt ettiği nokta başka: Nasıl ulaştırılırsa ulaştırılsın, bu yardımın kendi tercih ettiği gruplardan başka, ABD’ye hiç de sempatiyle bakmayan silahlı gruplara da yarayacağını düşünüyor ki, hiç de haksız değil.
Suriye’de savaşan muhaliflerin yekpare bir topluluk olmadığı herkes tarafından biliniyor. Bir yandan ABD’nin uzun süredir mücadele ettiği El Kaide gibi örgütlerin bağlantılı olduğu birçok grup muhaliflerin içinde. Bu gruplara yapılan yardımla sağlanacak silahlar farklı konjonktürde ABD’nin kendisine karşı da kullanılabilir. Bir başka deyişle, ABD, düşmanımın düşmanı dostumdur, diyemiyor.
Dahası hakim olamadığı, istediği gibi yön verme imkanı olmadığı olası bir yeni yönetim beklentinin aksine, pekala ABD karşıtı bir politika yürütebilir. Kısacası, Suriye’de, ABD’nin desteğiyle kazanılacak bir zaferin devamının ABD’nin istemediği bir şekilde gelme olasılığı gözardı edilemeyecek kadar güçlü. Bu da elini kolunu bağlıyor Washington’ın, ki bir yandan muhaliflere desteği sürdüreceği mesajları verilirken bir yandan Rusya’nın konferans önerisinin kabul edilmesi bu yüzden.
İçine düştüğü açmazın nedeni yine tam da bu konferans önerisinde karşısına çıkıyor tekrar. Hem muhalifler üzerine onları masaya oturmaya ikna edemeyecek kadar etkisiz olduğu gözüküyor ABD’nin hem de muhalifleri yekpare biçimde tanımlayamıyor, hepsini bir çatı altında toplayamıyor. Suriye dışında toplanıp duran Suriye Devrimci ve Muhalif Güçler Koalisyonu’nun başarısızlığı ortada. Ne yapılsa etkili bir şekilde varlığını ortaya koyamıyor bu yapı. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bile koalisyonu tanıdığını bildirmesine rağmen koalisyonun kararlarını uygulamıyor. Hatta daha doğru ifadelerle söylemek gerekirse, kimse yüksek sesle dile getirmese de ÖSO’nun koalisyona duyduğu ihtiyaçtan çok koalisyonun ÖSO’ya ihtiyaç duyduğunun herkes farkında.
Zaten daha koalisyona evrilmeden önce, şimdi koalisyonun en güçlü bileşeni olan Suriye Ulusal Konseyi zamanında bile Türkiye dahil birçok ülkeden aldığı büyük desteğe rağmen etkisizdi, bu çatı örgütü. Daha en başta Suriyeli Kürtler dahil Suriye’nin önemli halk ve topluluklarına gereken önem verilmemiş, hatta dışlanmıştı. Kendilerine söz hakkı verilmediği için Suriyeli Kürtlerin temsilcilerinin ilk toplantıyı terk ettiğini unutmayalım.

Silah yardımı kime?
Suriye ordusunun muhaliflerin elindeki stratejik Halep şehrini ele geçirmesinin ardından alevlenmişti silah yardımı tartışması. Öncesinde Suriye’deki taraflara yönelik silah ambargosu süresinin uzatılmaması da Rusya ile muhalifleri destekleyen Fransa, İngiltere gibi ülkelerin zıt görüşlerinin keskinleştiğinin ifadesi olarak görülmüştü. Bu kararın ardından her ülke silah yardımı yapılması konusunda resmi olarak kendi bildiğini okuyacak duruma gelmişti. Rusya’nın bu kararı Cenevre’de düzenlenecek konferansın bombalanması gibi algılaması boşuna değildi. Ancak buna rağmen hiçbir Batı ülkesi resmen bu yönde karar almadı, en azından bu yazı yazılana kadar…
Zaten Avrupa ülkeleri içindeki ayrışma da burada netleşiyordu. İngiltere’nin başını çektiği gruba karşılık Avrupa Birliği’nin motor gücü Almanya, Esad gitmeden barış olmaz tezini savunsa da herhangi bir silah yardımına karşıydı ve son süreçte de bu pozisyonunu korudu. Almanya Afganistan’da isyancılara verilen ve sonra farklı grupların elinde görülen ya da Libya’da Kaddafi’nin devrilmesinde olduğu gibi savaş bölgelerinde füzeler dahil silahların kontrol edilemediğine, savaş sonrası “kayıplara karıştığına” dikkat çekiyordu sürekli. Savaş sonrası nerede olduğu bilinmeyen, nasıl ve hangi koşullarda kime karşı kullanılacağı kestirelemeyen silahların tehlikesini vurguluyordu.
Bu gerçeği bilenlerden biri de Beşar Esad’ın kendisi. Suriye Devlet Başkanı Esad’ın Suriyeli muhaliflere silah temini konusundaki uyarısının üzerinden pek de fazla zaman geçmedi. Esad Almanya’da yayınlanan Frankfurter Allgemeine Zeitung’a verdiği demeçte, muhaliflere silah verilmesi durumunda “Avrupa’nın bunun bedelini ödeyeceğini” belirtmişti. Muhaliflere gönderilen silahların Avrupa’ya terör ihraç etmek anlamına geleceğini söyleyen Esad’a göre, “savaş tecrübesi edinmiş teröristler er ya da geç aşırılık yanlısı ideolojilerle Batı’ya yönelecek.“
Ancak Ortadoğu’da  Esad’la aynı fikirde olmayan başka ülke liderleri olduğu malum. Haziran sonuna doğru Katar’ın Doha kentinde biraraya gelen ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır ve Ürdün’den oluşan Suriye’nin Dostları grubu muhaliflere acil yardım yapacaklarını duyurdu. Bu ülkelerin yaklaşımını en açık biçimde Katar Başbakanı el-Sani’nin ifadelerinde bulmak mümkün. El Sani’ye göre, silah sağlamak barışa ulaşmanın tek yolu. Zaten toplantının sonuç bildirgesinde de bu tavır netti: Her ülkenin kendi uygun gördüğü şekilde, Esad rejimi ve onun müttefiklerinden gelen zalimce saldırılara karşılık verebilmesi için, savaş alanındaki muhaliflerin ihtiyaç duydukları tüm malzeme ve donanımın bir an önce sağlanmasına karar verildi.
Ortadoğu’da yaşanan bu savaşın tedirgin ettiği İsrail de silahların kimin elinde olacağını endişeyle izliyor. Suriye’yle sınırı olan İsrail, tartışmalı bölge Golan Tepeleri’nde muhaliflerin arasındaki İsrail karşıtı gruplarla karşılaşmak istemiyor.
Tüm bu gelişmelerin vardığı noktada Cenevre konferansı umut olmaktan çıkmış değil. Aksine, barışçıl çözüm için tek umut. Ancak Cenevre’nin de uzun bir yolun başlangıç noktası olduğunu unutmamak gerek. Bundan ötesine dair yapılacak her yorum sahibinin temennsisini yansıtmaktan öteye geçemeyecektir. –Yüce Yöney

Bunu Paylaşın