Yüce Yöney – Hayata seyirci kalmamak gerek

MDN İstanbul

Sinema tarihinin öne çıkan yönetmenlerinden ikisinin adını taşıyan “Hicthcock/Truffaut” adlı belgeselde Alfred Hitchcock “Benim asıl ilgi alanım izleyicinin ta kendisidir” diyordu. “Onlar oraya oturacak ve doğal olarak ‘hadi izlet bakalım’ diyecekler. Ben sonraki sahneyi biliyorum. Ya sen?..”

Aynı şekilde, hayatta da gelecek sahneyi bilmiyoruz aslında. Ama artık eskiye oranla daha fazla hesaplama yapabiliyoruz, diyelim. Buzulların erimesinin kötü bitecek ciddi sonuçlara yol açabileceğini biliyoruz ve erime hızı sabit kaldığında nasıl etkileri olur, artan oranda giderse ne olur hesap edebiliyoruz mesela. Uzun vadeli hesaplamalarda değişkenlerin hepsinin evrimini öngörmek mümkün olmadığında hata payı artıyor elbette, fakat birkaç onyıl sonrası hakkında neler olabileceği hakkında fikrimiz var birçok konuda. Yakın zamanda mikroplarla ilgili açıklanan kaygı buna örnek olabilir. Araştırma küresel ölçekte yapılmış, adı: Antimikrobiyal Direnç Araştırması. Biraz açarsak, araştırma antibiyotiklere karşı dirençli bakterilerin (superbug) etkileriyle ilgili. Sonucu söyleyelim: 2050’ye kadar bir yolunu bulamazsak, o tarihlerde antibiyotiklere karşı dirençli bakteriler dakikada 20 kişinin ölümüne neden olabilir. Niye? Rapordaki bir ifade kısa yoldan söylüyor nedenini; ilaçlara tepki göstermeyen enfeksiyonlarla mücadelenin “hızla kaybedilen bir savaş” olduğunu belirtiyor. Biraz korkmalıyız demek ki… 2050 yılına gelindiğinde yılda ortalama 10 milyon kişinin antibiyotiklere dirençli enfeksiyonlar nedeniyle yaşamını yitirmesinden bahsediyoruz.

Küresel felaketler
Geleceğe yönelik bir başka hesaplama da yine içaçıcı değil. İngiliz yardım kuruluşu Christian Aid, küresel ısınma nedeniyle 2060 yılı itibariyle bir milyar kişinin sel felaketi riski altındaki şehirlerde yaşayacağını duyurdu. Hazırlanan rapora göre en büyük risk altındakiler ABD, Çin ve Hindistan’daki şehirler. Raporun yazarı Dr. Alison Doig’in ifadesiyle, “Kalküta, Dakar gibi güneyin mega kentleri ve deniz seviyesindeki yükselmeler ve daha yoğun yağış riski altında bulunan kalkınmakta olan ülkelerde sel felaketleri büyük bir hasara yol açabilir ve yaşamı tehdit edebilir.” Kalküta ve Mumbai en büyük tehlike altındaki kentler. En çok tehdit altındaki sekiz şehir Asya kıtasında. Bu şehirleri ABD’de Miami izliyor. Aynı şekilde rakımı çok düşük olan ve büyük kısmı geri kazanılmış bataklık üzerine kurulan ABD’nin Florida eyaletinde de büyük sel felaketleri yaşanabilecek. Raporda bu örneklerden hareketle hükümetlere küresel ısınmayı azaltmak için hareket geçme ve felaketlerin zararlarını azaltmaya yönelik programlar başlatma çağrısı yapılıyor.

Dünya Kaynakları Enstitüsü’nce (WRI) yapılan inceleme sonrasında da sellerden etkilecek insanların sayısındaki artışa vurgu yapılıyordu: Gelecek 15 yıl içinde dünya çapında taşkın ve sellerden etkilenecek insanların sayısı yaklaşık üç kat artacak. Enstitü çalışmasında taşkın ve sellerden etkilenen insan sayısına göre 164 ülkedeki durumu derledi. Sonuçta her yıl sel felaketlerinden etkilenen toplam nüfusun yaklaşık yüzde 80’inin az gelişmiş veya gelişmekte olan 15 ülkede yaşadığını belirledi. Listenin ilk beş sırasında Hindistan (4,84 milyon), Bangladeş (3,48 milyon), Çin (3,28 milyon), Vietnam (930 bin) ve Pakistan (710 bin) yer alıyor. Gelişmiş ülkeler arasında sellerden en fazla etkilenen ülke ise, her yıl ortalama 167 bin kişiyle ABD. İncelemede bu yükselişe iklim değişikliği ile nüfus artışının neden olduğu da vurgulandı.

Kaynakların paylaşımı
Yakın geleceğe ilişkin başka korkulardan da bahsedebiliriz. Avrupa’da insanların birçoğu mültecilerin mevcut yaşam standartlarını ellerinden alacağından, işsiz kalacaklarından korkuyor. Gerçi farklı anketler de var. Birçok ülkenin vatandaşlarının mültecilere kucak açtığını söyleyen anketler bunlar. Biri yakın zamanda yayınlandı. Uluslararası Af Örgütü’nün 27 ülkeyi kapsayan anketine bakılırsa kamuoyu mültecilere sanıldığından daha olumlu yaklaşıyor. Sonuçlara göre, Çin en mülteci dostu ülke; ankete katılan Çinlilerden yaklaşık yarısı evini mültecilerle paylaşmaya hazır olduğunu beyan ediyor. İnanılmaz bir rakam. Tek sorun, Çin‘in mülteci kabul etmemesi. Anketin verilerinin bir kısmı şöyle: Her on Avustralyalı’dan yedisi ülkeye daha fazla mülteci kabul edilmesini istiyor. İngilizlerin yüzde 30’u, Yunanların ise yüzde 20’si mültecilere evini bile açmaya hazır olduğunu söylüyor. Almanya’da bu oran yüzde 10’u buluyor.

Ancak ne yazık ki, bu anketi tek veri kabul etmek mümkün değil. Avrupa’da mültecilere karşı olan politikaları benimseyen partilerin oy oranındaki yükselişi bile düşündüğümüzde anket sonuçları yeterince ferahlatmıyor insanı. Zaten Deutsche Welle’nin editörlerinden Hasselbach’ın dediği gibi “ Hava bu kadar iyi ise neden İngilizler hükümetlerinden Calais’de mahsur kalan mültecilerin ülkeye gelmelerine izin vermesini istemiyorlar? Neden Yunanların evlerinde daha fazla mülteci barındırılmıyor? Neden bu kadar mülteci Almanların evinde değil de spor salonlarında yatıp kalkıyor?“

Anketi yapan aynı örgüt, Makedonya sınırının 7 Mart’ta tamamen kapatılmasının ardından Yunanistan’da mahsur kalan mülteci ve göçmenlerin durumuyla ilgili nisan ayında yayınladığı “Önlenebilir Bir Kriz: Yunanistan’da Mahsur Kalan Mülteciler“ başlıklı raporunda, “Tüm gözler AB-Türkiye anlaşmasının uygulanmasına odaklanmışken, Yunanistan genelinde korkunç koşullarda sıkışan 46 binden fazla mülteci ve göçmenin içinde bulunduğu zor durum unutulma tehlikesiyle karşı karşıya” diye uyarıyordu. Bu aynı zamanda devletleri yönetenlere de bir eleştiriydi. “Batı Balkan rotasının kapatılma kararı, 46 binden fazla mülteci ve göçmeni ağır şartlar altında, sürekli bir korku ve belirsizlik halinde bırakmıştır. AB devletleri, Yunanistan’da mahsur kalmış ve çoğunluğu kadın ile çocuklardan oluşan on binlerce sığınmacıyı yeniden yerleştirmeye yardım etme hususunda kararlı bir şekilde hareket edemeyerek bu krizi sadece şiddetlendirmiştir.“

Perşembenin gelişi…
Bugünün hesaplamaları önlem alınmazsa geleceğimizin nasıl şekilleneceğin belirliyor işte. Bu tahminler birer bilimkurgu öyküsü gibi okunamayacak nitelikte konular. En çok da çocuklar için… Dünya ölçeğinde çocukların geleceği sadece yaşanabilecek bir gezegen bırakmamamızla sınırlı dertlere gebe değil. Eğitim, barınma gibi temel haklardan yoksun biçimde büyüyor onlar ve bu durumun altından kalkılması çok zor sonuçları olacak. Kendi toplumumuza ve sadece eğitim alanına bakarsak bile yeterince can sıkıcı bir tabloyla karşılaşıyoruz. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (BETAM) son raporu 2014’te 2 milyon 175 bin gencin eğitimine devam etmediğine dikkat çekti. Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmış olmasının gençlerin okula kayıt olmalarını sağlasa da okula devam etme sorununa çözüm getiremediğini gözler önüne serdi. Bu çalışmadan birkaç veriyi arka arkaya okuyup sonra bu çocukların nasıl bir geleceği olacağını hayal etmek lazım. Başlayalım: Eğitime devam etmeyenlerin yarısından fazlası ilköğretim mezunu… Herhangi bir eğitim kurumunu bitirmeyen gençlerin sayısı 396 bin… Lise ve üzeri seviyede eğitimini bırakmış gençlerin sayısı artıyor. 2013 yılında herhangi bir okula kayıt olmayan gençlerden 316 bini lise mezunuyken 2014 yılında bu sayı 324 bine çıktı… 2014’te 15-19 yaş grubunda 897 bin genç ne eğitimine devam etti ne de işgücü piyasasına girebildi. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde eğitime devam etme oranı  yüzde 50,8; en yüksek bölge olan Batı Marmara’da yüzde 73,2 idi.

Şimdi gözlerimizi kapatıp Hitchcock’un sözünü hatırlayıp soralım. Bir sonraki sahneyi biliyor muyuz? Bilmiyorum, demek bilmek istememekle, seyirci olmakla mümkün. Oysa biz hayatı belirleyen temel unsuruz hala. Seyirci kalmamak lazım.

Bunu Paylaşın