Yüce Yöney – Bize 1,5 gezegen lazım

MDN İstanbul

Doğanın yaşamsal hizmetinden bugünkü düzeyde yararlanabilmemiz için dünyanın kendini yenileme kapasitesinin 1,5 katına ihtiyaç var. Bu tehdidin anlamını kavrarsak kurtuluşumuz, mevcut politikaları sürdürürsek sonumuz olacak

Ankara Mimarlar Odası’nın çocuklarla yaptığı bir çalışmada beşinci ve altıncı sınıf öğrencisi çocuklardan bir kent yaratmaları istendiğinde, çizip organize ettikleri kentte en belirgin öğelerden biri geniş yeşil alanlar oldu.
Tercümesi hiç de zor değil: Özgürleşebilecek alanlar istiyor çocuklar. Biz ise sözümona modern dünyayı örgütlerken onları doğadan koparıyoruz. Kent içindeki doğal yeşil alanları yok etmek bir yana, kentin sınırlarını sürekli genişleterek doğal yaşam alanlarını giderek daraltıyoruz.
Üstelik söze Türkiye’den başlamamıza rağmen bu eğilimin Türkiye’yle sınırlı olmadığı da bilinen bir gerçek. Modern hayat denen yaşam biçimi insanın doğayı yok etme sürecinin en can alıcı parçası artık. Sorumsuzca hayatlarını kısıtladığımız sadece kendi çocuklarımız değil. Çok sayıda canlı, daha doğru bir şekilde söylersek, doğal hayatın ve yaşamın kendisi.
Yüzleşmek zorunda olduğumuz felaketi yakın zamanda açıklanan verilerle şekillendirmeye çalışalım…

Yüzleşme
Yaklaşık bir ay önce Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) 2014 Yaşayan Gezegen Raporu’nda, vahşi yaşamda yok olan canlı türlerinin sayısının tahmin edilenin çok üzerinde olduğuna dikkat çekti. Dünyadaki kaynak tüketimi karşısında doğal varlıkların güncel durumunu ortaya koymak üzere hazırlanan ve iki yılda bir yayınlanan raporda, biyolojik çeşitlilikte bugüne kadar kaydedilen en büyük düşüşün yaşanmakta olduğu gözüküyor. Üstelik sözü edilen durum sadece bugüne değil, değiştirmeyi başarmazsak geleceğe dair de korkutucu bir tabloyu gözler önüne seriyor. 1970 ile 2010 yılları arasında dünyadaki biyolojik çeşitlilik yüzde 52 oranında azalmış durumda ve bunun nedeni çok basit: doğal yaşam alanlarının yok olması ve/veya bozulması.
Raporda dünyada yaşamın devamlılığını sağlayan doğal sistemlerimizin ve kaynaklarımızın hiç olmadığı kadar kötü durumda olduğuna işaret ediliyor. Gelecek vurgusunun yapılması da boşuna değil. İnsanlığın doğal kaynaklara yönelik talebinin büyüklüğünü ifade eden Ekolojik Ayak İzi konusunda yapılan hesaplamalara göre, mevcut yaşam tarzımız ve tüketim alışkanlıklarımıza göre 1,5 gezegene ihtiyacımız var.
Daha anlaşılır kılmak için başka ifadelerle söylemekten çekinmeyelim. 40 yıllık bir zaman diliminde insanların doğal kaynaklara olan talebi dünyanın kendi döngüsüyle yerine koyabileceği miktarın üzerinde. Doğanın sunduğu ekolojik olanaklardan bugünkü düzeyde yararlanabilmeye devam etmemiz için dünyanın kendini yenileme kapasitesinin 1,5 katına ihtiyaç var. Bu basit hesap dünyanın ve insanlığın ne denli zor bir gelecekle karşı karşıya olduğunu anlatıyor. Şimdi hep yaptığımız gibi görmezden gelmek çözüm değil; o halde ilk adım olarak yüzleşmeye devam etmek gerekiyor. Raporun verilerinden ilerleyerek bunu yapmak mümkün…

Türlerin yarısı yok oldu
Biyolojik çeşitlilikteki son duruma bakarsak yarattığımız tahribatın canlılar üzerindeki etkisi daha iyi anlaşılıyor. Birkaç örnek: Bugün doğada yalnız 880 dağ gorili yaşıyor. Doğa derken, bunların 200’ünün Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki Virunga Millî Parkı’nda bulunduğunu ekleyelim, yani koruma altında. Ya da koruma altında tutulmaya devam edilmesi gereken bir alanda, diyelim, çünkü rapora göre, millî parkın yüzde 85’lik bölümünde petrol aramaları için verilen imtiyazlar alanın geleceğini tehdit ediyor. Petrol sondajı millî parktaki doğal yaşam ortamlarının bozulmasına, alanın korunma statüsünü kaybetmesine neden olacak. Sonrası malum: Bir süre sonra böyle bir yerden ve üzerindeki canlılardan söz edemeyeceğiz. Bu millî parkta 218 memeli, 706 kuş, 109 sürüngen, 78 amfibi ve iki binden fazla bitki türü bulunuyor. Demokratik Kongo Cumhuriyeti başka kıtada yaşayanlara uzak bir yer gibi görünebilir, ama bunun sadece bir örnek olduğunu ve dünyanın birçok yerinin farklı durumda olmadığını unutmayalım. Bugün dünya genelinde biyolojik çeşitliliğin karşı karşıya olduğu başlıca tehditler yaşam alanı kaybı ve bozulması, avcılık ve iklim değişikliği olarak gösteriliyor.
Karasal canlı türleri 1970-2010 arasında yüzde 39 azalmış durumda ve bu azalma eğiliminde herhangi bir yavaşlama görülmüyor. İnsanların, özellikle tarım, kentleşme ve enerji üretimi için kullanıma açtığı yeni alanlar bu türler için yaşam alanı kaybına yol açıyor.
Benzer durum daha ürkütücü bir rakamla tatlısu türleri için de geçerli: azalma yüzde 76 düzeyinde. Sorunun ana nedenleri olarak yine yaşam alanı kaybı ve parçalanması gösteriliyor, bir de kirlilik ve istilacı türler. Yaşam alanlarının yok olmasının başlıca nedenleri ise sulama projeleri ve hidroelektrik santralleri gibi su kaynaklarına ve tatlısu ekosistemlerinin bütünlüğüne yönelik müdahaleler.
Deniz türlerindeki azalma da 40 yıllık dönemde yüzde 39 civarında. 1970-80 ve yakın dönem azalmanın en hızlandığı iki zaman dilimi. Deniz kaplumbağaları, birçok köpek balığı türü ve gezgin albatros gibi büyük göçmen deniz kuşları türlerini kapsayan veriler bu alandaki en sert düşüşün tropikal kuşakta ve Güney Okyanusu’nda olduğunu söylüyor. Uzatmayalım; gezegenimizde üç sınırın çoktan ihlal edildiği ortada: biyolojik çeşitlilik kaybı, iklim ve azot döngüsündeki değişimler ve bunların sağlık, gıda, su ve enerjiye yönelik taleplerimiz üzerindeki etkileri.

Geleceği seçmek
Günümüze dair veriler ve geleceğe dair hesaplamalar ortaya iç karartıcı bir tablo çıkarıyor: 2050 yılına kadar insan nüfusunun iki milyar daha artması bekleniyor ve bunun sonucunda herkese yetecek kadar gıda, su ve enerjinin nasıl sağlanabileceği belirsiz. Ve bugün yaklaşık bir milyar insan açlıkla mücadele ediyor. 768 milyon insan da güvenli ve temiz sudan yoksun. Üstelik iklim değişikliği sürerken ekosistemlerin bozulması ve doğal kaynakların azalmasıyla birlikte bu sorunlar büyümeye devam edecek, bugün dünyanın yoksul bölgelerini etkilerken pek de uzak olmayan bir gelecekte tüm dünyayı etkisi altına alacak.
WWF’nin raporunda vurgulanan gıda, su ve enerji güvenliği ile ekosistemlerin sağlığının birbirine sıkı sıkıya bağlı oluşu, mevcut durumu kavrarsak kurtuluşumuz, kavrayamayıp aynı politikaları sürdürürsek sonumuz olacak. Raporda bu karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde bir tarafı güvence altına alma çabasının diğer taraflarda sıkıntılara yol açabileceğine dikkat çekiliyor. Örneğin, tarımsal üretimi artırma çabaları su ve enerji ihtiyacını yükseltebilir; bu da biyolojik çeşitlilik ve ekosistemin sunduğu olanaklar üzerinde olumsuz sonuçlar doğurabilir. Unutulmamalı ki ekosistemlerin sağlığı insanların taleplerinin güvence altına alınmasını sağlarken, taleplerimizi karşılama biçimimiz de ekosistemlerin sağlığını etkiliyor.
Rapor bu umut kırıcı verilere rağmen yapılabileceklere de değiniyor. Anahatlarıyla peşinden koşulması gereken politikaları ve bugüne gelmemizin sorumlusu olduğu için terk etmemiz gereken, doğal sermayemizi korumayı önemsemeyen anlayışları sıralıyor. Artık hesabı farklı yapmamız gerektiğinin altını çiziyor.
İleriyi görmeyen ekonomik büyüme odaklı ve dar görüşlü politikalar hemen uzaklaşılması gereken anlayışlar arasında. Kısa vadeli kazançlara odaklı, uzun vadeli maliyetleri hesaba katmayan iş modelleri de öyle. Tabii balıkçılık, taşımacılık ve gıda üretimi gibi alanlarda uygulanan yanlış yöntemler; geçim kaynaklarını geliştirmek için girilen yanlış yollar ve enerji üretimi ve kullanımında benimsenen günübirlik politikalar da sayılıyor.
Öneriler arasındaysa yatırımların çevresel sorunların nedeni olma yerine çözümü olmaya doğru yönlendirilmesi, ortak kaynakların kullanımında ileri görüşlü ve ekolojik bakımdan bilinçli seçimler yapılması, elde kalan doğal sermayenin muhafaza edilmesini önemseyen yaklaşımlar ve daha verimli üretim ile daha akıllıca tüketim yer alıyor. Ve elbette ekosistemlerin, yaşam alanlarının korunması…
Ne kadarını hayata geçirebiliriz, ne kadarı beklenen sonuçları verir kesin bir şey söylemek mümkün değil, ancak tartışmaya yer olmayacak biçimde söylenebilir ki, bugüne kadar sınırsız bir şekilde faydalandığımız dünyanın geleceği artık bizim yapacaklarımıza bağlı.

Bunu Paylaşın