Yüce Yöney – “Avrupa Seddi” tamamlandı ama sorun sürüyor

MDN İstanbul

Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki anlaşma Avrupa için bir Pirus zaferi, Türkiye için devasa sorunlar anlamına geliyor. Mülteciler açısından ise yaşanan dram büyüyerek devam edecek

Herkesin malumu: Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye geçen ay mülteciler konusunda anlaştı. Anlaşma dediğin biraz da tanım gereği tarafların rızasını, dolayısıyla isteğini belirtir. Nitekim, AB de Türkiye de ne derece istekli olduklarını uzun süredir gösteriyorlardı. Ancak anlaşmanın üçüncü tarafı unutuldu: Mülteciler.

Onların rızası var mı diye soran olmadı. Sorulmadı, çünkü ne cevap verecekleri biliniyor. Ve kimse bu cevabı düşünmek bile istemiyor. Hem nasıl olsa onların kendilerini savunacak bir ülkeleri yok. Bu insanların hayatları üzerine karar alırken onların haklarını düşünmemek gibi etik dışı bir tutum bir yana, her türlü ulusal hukukun üzerinde kabul edilen uluslararası anlaşmaların ve Birleşmiş Milletler Mülteci Konvansiyonu’nun görmezden gelinmesi ise hukuku yok saymak anlamına geliyor. Ama gelin görün ki, güçlünün hüküm sürdüğü bir düzende bunları söylemek insanı alay konusu bile edebilir. Olsun, yine de söyleyelim: Savaştan kaçan, hayatları ülkelerinde tehlike altında olan her insanın başka bir ülkeye sığınma hakkı vardır. Bunu da biz söylemiyoruz. Yeri geldiğinde allana pullana “evrensel değerlerin arkasındayız, ne kadar da medeniyiz bakın” edebiyatı yapan devletlerin ve politikacıların imzasının olduğu uluslararası hukuku ve insan haklarını düzenleyen metinler söylüyor.

Bu pek dürüst olduğu söylenemeyecek tavrı aklımızda tutup şu meşhur anlaşmaya ve olası sonuçlarına daha yakından bakalım…

Öncelikle bu AB açısından bir Pirus zaferi olacak gibi görünüyor. Bunun birkaç nedeni var. Birincisi, o hep övündükleri Avrupa’yı ayakta tutan demokratik ilkeler iş gelip kendi çıkarlarına dokunduğunda unutuldu, ki bu durum Avrupa’nın içinde de derin bir yarılmaya yol açtı. Bahsettiğimiz bu yarılma Avrupa’nın savunduğunu söylediği değerlerin ciddi şekilde yıpranması demek. Türkiye ile varılan anlaşma Avrupa’nın itibarını tabiri caizse, tarihinin en düşük seviyesine çekti.  İnsan haklarına saygının bu kadar geri planda bırakılmasının düşürdüğü kara gölgenin izleri Avrupa’da hissedilecektir.

Avrupa’nın birçok yayın organının dile getirdiği sorun ne yazık ki gerçek: Türkiye son yaşanan bombalı eylemlerin reddedilemeyecek şekilde gösterdiği gibi, güvenli sayılamayacak bir ülke ve binlerce insanın Avrupa’dan sınırdışı edilerek Türkiye’ye sürülmesi, Avrupa halklarının zihninde derin hesaplaşmalar yaratacaktır. Sonuçta unutulmamalı ki, Avrupalılar birkaç onyıl önce savaş nedeniyle tarihin gördüğü en büyük göçlerden birine maruz kaldı. Ve bu acıların yarattığı izler toplumsal bilinçaltında hala korunuyor. Oysa şimdi Avrupalılar savaştan kaçan insanlara yardım etmemekle kendi tarihleriyle çelişiyor. Sonuçta bu noktadan bakıldığında Türkiye ile varılan anlaşma insan haklarına bağlılık açısından Avrupa’da telafisi kolay olmayacak yaralar açacaktır, denebilir.

Anlaşmayı AB açısından Pirus zaferi gibi görmemizin ikinci nedeni ise, yüksek bir olasılıkla Avrupa bu anlaşmayla yükü Türkiye’nin sırtına yükleyerek mülteci akınından kurtulamayacak. Daha önce de aldıkları militer tedbirlerle göçü önlemeye çalışmışlardı. Hatırlanacağı gibi, sınır güvenlik örgütleri kurdular, birçok kara sınırına tel örgüler, duvarlar, hendekler koydular ama hiçbiri mültecileri durdurmaya yetmedi. Yunanistan sınırı karadan kapatıldığında önce İtalya hattı kullanılmaya başlandı, orada önlemleri sertleştirdiklerinde Ege denizi mültecileri taşıyan sayısız tekneyle doldu. Bu süreçte sadece mülteciler bir yol bulmadılar, aynı zamanda onların üzerinden para kazanan insan tacirleri de çeşitli yollar yarattı. Ne yaptı AB; bir ara NATO’yu devreye koymaya çalıştı. NATO gemilerine mülteci botlarını vurma hakkı bile verildi. Neyse ki uluslararası örgütler ayağa kalktı da uygulamaya geçilemedi. Şimdi, yeni durumda Türkiye’nin mültecileri durdurması bekleniyor. Oysa Türkiye ne mültecileri durdurmak için yeterince hazırlıklı, ne de onlarla birlikte yaşamak için. Daha önemlisi, mültecilerin büyük çoğunluğu da Türkiye’de yaşamak istemiyor. Anlaşma sonrası basına yansıyan mülteci görüşleri de bu durumu teyid eder nitelikte. İşin doğrusu bize, ülkelerin halklarına başarı gibi sunulan anlaşma mülteci akınını durduramayacak, olsa olsa adını değiştirecek. Dahası AB’nin deniz kuvvetlerinin tüm çabalarına karşı Kuzey Afrika’dan İtalya’ya giden güzergah hala işler durumda. Ve tabii şimdilik az kullanılsa da Karadeniz üzerinden Bulgaristan’a varan yol da unutulmamalı.

Üçüncüsü,  anlaşmaya rağmen birlik ülkelerinin hala mültecileri nasıl paylaşacakları konusunda bir ortak karar alamamış olmaları. Bu çatışma meselenin sadece mültecileri AB sınırları dışına çıkarmaktan ibaret olmadığını, birlik içinde güç dengeleri belirginleşmeye başladığında ortaya çıkan çıkar çatışmalarının sorunu AB’nin ortak zemininin kaybolmasına kadar götürebileceğinin göstergesi.

Şimdi anlaşmanın uygulamasının, bu “Avrupai formülün” AB açısından sonuç verdiğini düşünelim. Bir başka deyişle, Avrupa’nın dışarıya kapılarının büyük ölçüde kapandığını ve Ege Denizi’nin Türkiye tarafından artık aşılamaz bir hale getirildiğini varsayalım. Böylece Ege Denizi’nden Avrupa’ya gelen mültecilerin sayısı sıfırlanmış olacak. Ayrıca Türkiye ile Yunanistan arasındaki kara sınırının da uzun süre önce mültecilere kapatıldığı düşünülürse, Türkiye üzerinden Yunanistan’a geçmek fiilen hayal olacak. Dolayısıyla mültecilerin varlığını mümkün kılan iltica hakkı kağıt üzerinde kalacak, fiilen yok olacak. Peki, mülteciler de yok olacak mı? Cevabı hepimiz biliyoruz…

Geri Kabul Anlaşması’yla Avrupa’dakilerin bir kısmı da Türkiye’ye gelecekse korkulan soruyu sormak farz oluyor. Ne olacak bu mülteciler?

Sorunun artan biçimde Türkiye’ye ve Suriye’ye sınırı olan diğer ülkelerin sırtına yükleneceği ortada. AB bu noktadan sonra sınırları dışındaki mültecilerle ilgilenmeyecektir. Bu konuda derdi olsa sınırlarını kapatmazdı. Türkiye’nin mültecilerle ilgili verdiği garantilerin ise bir gerçekliği olduğunu düşünmek safdillik. Şu anda bile Türkiye, sınırları içindeki mülteci sorunuyla baş edebilecek durumda değil. Açıkça söylemek gerekirse bu konuda üretilmiş hiçbir gerçekçi çözümü ve stratejisi yok. Türkiye’nin derdi sadece fırsatı değerlendirip AB’den taviz ve maddi yardım koparmaktı. Ve işin aslı, bunu da tam olarak başardığı söylenemez. Kısa bir süre için Avrupa’nın basın ve ifade özgürlüğü nedeniyle sesini yükseltmesini engelledi, kayda değer bir miktarda maddi yardım vaadi aldı, o kadar. Mültecilerle birlikte kurulacak bir düzene halen çok uzak. Mültecilerin ihtiyaçlarını karşılayacak bir mevzuat ve olası bir mevzuatı hayata geçirecek bir altyapı olmadığı gibi toplumsal ve siyasal irade de yok. Kağıt üzerinde çıkarılan yeni yasalara rağmen mültecilerin çalışabilecekleri alanlar yeterli değil, toplum da buna yeterince hazır değil. Zamanla mülteciler de resmi ve gayrıresmi işsizler ordusuna katılacak. Kaldı ki, yapılan düzenlemelerin hepsi kayıt altına alınmış mültecilere göre, oysa büyük bir mülteci kitlesi kayıtdışı olarak varlığını sürdürüyor.

Yakın zamanda ortaya atılan, mültecilerin güneydoğuda yıkılan bölgelere yerleştirileceği iddiası ise, gerçekse bile insanları eşya gibi yerleştirerek orada kalmasını beklemek akıldışı. Yokluktan, savaştan kaçan insanlar yeni başlangıçları ekonominin güçlü olduğu yerlerde, paranın daha fazla dolaştığı şehirlerde yapabileceklerini biliyor. Bırakalım geleceği, Türkiye’deki mültecilerin mevcut sorunları bile sayfalara sığmayacak kadar çok.

Yanılmayı umalım, ama AB ile Türkiye’nin anlaşması ne mülteci sorununa çözüm ne halklara huzur getirecek ne de yaşanan insanlık dramını sonlandıracak.

Bunu Paylaşın