Yarınların Anlaşması RCEP ve Moldova

MDN İstanbul

Kasım ayını ABD seçimlerinin yansımalarıyla geçirdik. Dağlık Karabağ’da yaşanan çatışmanın Azerbaycan’ın mutlak zaferi ile sonuçlanması ve 28 yıldır açık olan parantezin kapanması da küresel gündemi fazlasıyla meşgul etti. Türkiye’nin özellikle AB orijinli karşı karşıya olduğu sınamalar, olası bir yaptırıma maruz kalma ihtimâli ve son olarak Türk bayraklı bir ticaret gemisine AB Irini Harekâtına katılan bir Alman savaş gemisi tarafından çıkılması tüm gözleri bu hadiseye çiviledi.Bu gelişmelerin arka planını kuşkusuz 10-11 Aralık tarihlerinde düzenlenecek AB Zirvesi belirliyor. Avrupa’nın kısa dönemde pusulasını belirleyeceği ortaya çıkan Zirve ülkemiz bakımından da önemli. Nitekim AB ile ilişkiler ya kopacak ya da normalleşecek. Merak eden okuyucularımız normalleşmenin bir bedeli olacağını ve bu bedelin neler olabileceğini gazetemizin bu ayki sayısında bulabilir…

Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) Anlaşması
Gördüğünüz gibi bu ay gündemi ABD seçimleri sonucu Biden’lı yeni dönem ve Avrupa’daki gelişmeler, esasen transatlantik birliktelik belirliyor. Atlantik yapının seri hamlelerine Asya-Pasifik bölgesinin kayıtsız kalacağını öngörmek elbette saflık olurdu. Sıcak gündemde Çin’in başını çektiği Asya-Pasifik bölgesindeki 15 ülke inanılmazı başardı ve dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması olarak bilinen Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (Regional Comprehensive Economic Partnership-RCEP) Anlaşması’nı akdetti. Hatırlatalım, 2,1 milyarlık nüfusu kapsayan RCEP, küresel gayri safi yurt içi hasılanın yüzde 30’una karşılık geliyor ve küresel yatırımın ise yüzde 32,5’ini oluşturuyor.

RCEP = 2,1 milyar nüfus, küresel gayri safi yurt içi hasılada yüzde 30
Esasen bu Anlaşma ABD’nin küresel ölçekte ağırlığının azalmasının ardından, Çin’in bölgedeki etkisini genişletme ve oyunu kurabilme kapasitesini de gösteriyor. Anlaşma, 8 yıl süren müzakerelerin ardından Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’nin (ASEAN) 37’inci Liderler Zirvesi kapsamında kasım ayının ortasında düzenlenen RCEP görüşmelerinde kotarıldı. Anlaşmaya, ASEAN üyeleri; Brunei, Kamboçya, Endonezya, Laos, Malezya, Myanmar, Filipinler, Singapur, Tayland ve Vietnam ile Birliğin diyalog ortaklarından; Avustralya, Çin, Japonya, Güney Kore ve Yeni Zelanda imza koydu.

Anlaşma’nın kısa özetini Singapur Başbakanı Lee Hsien Loong yaptı. RCEP Anlaşması’nı büyük bir dönüm noktası olarak niteleyen Loong, “8 yıl boyunca yapılan 46 müzakere ve 19 bakanlık düzeyinde görüşmelerin ardından bugünlere geldik. Bu süreçte yorulmadan çalışan ilgili ülkeler ve Bakanların çabalarına minnettarım” açıklamasını yaptı. Anlaşmaya ilişkin en ilginç yorum ise Malezya Uluslararası Ticaret Bakanı Muhammed Azmin Ali’den geldi. RCEP’in kan, ter ve gözyaşıyla örülmüş sekiz yıl süren pazarlıkların sonucu varılmış bir anlaşma olduğunu belirten Azmin Ali, bölgede yeni bir dönemin başlayacağını ifade etti.

Dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması
Dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması RCEP için ASEAN üyesi ülkeler ile Çin, Japonya, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda ve Hindistan arasında müzakereler 2012’de başlamıştı. 2 yıl içinde sonuçlandırılması hedeflenen Anlaşma, bölge ülkelerinin farklı ticari öncelikleri ve konjonktürel gelişmeler nedeniyle sürekli ertelenmişti. Geçen yıl ASEAN Artı Üç Zirvesi’nde Hindistan, Çin ürünlerinin Hindistan’a ucuz fiyatlarla girmesinden endişe duyduğunu belirterek RCEP müzakerelerinden çekilmişti.

Bu durum anlaşma müzakerelerinin kadük kalacağı yorumlarına neden olmuştu. Lâkin beklenen olmadı, Hindistan’ın son dakika oyunu bozma girişimine karşın anlaşma akdedildi. Şöyle de denebilir, Çin, Asya-Pasifik Bölgesi’nde bu Anlaşma’yı Hindistan’a rağmen vücuda getirmeyi başardı.

Asya’nın birinci, ikinci ve dördüncü ekonomilerini temsil eden Çin, Japonya ve Güney Kore’yi bir araya getiren bu Anlaşma şüphesiz diğer ülkelerin ekonomilerine olumlu katkı sağlayacak. Çin Uluslararası Ekonomik Değişimler Merkezi’nin tahminine göre, Çin ve Japonya’nın GSYİH’si yüzde 0,55 ve yüzde 0,1 artacak. Benzer şekilde Kore Uluslararası Ekonomi Politikaları Merkezi’ne göre de Güney Kore’nin GSYİH’si yüzde 0,41 ile 0,64 aralığında artış gösterecek.

2030 yılına kadar küresel ekonomiye 200 milyar dolar katkı
RCEP’nin etkisinin sadece Asya’da değil tüm dünya genelinde hissedilmesi bekleniyor. Zira Financial Times gazetesine göre, uzmanlar Anlaşma’nın 2030 yılına kadar küresel ekonomiye 200 milyar dolar katkı sunmasını bekliyor. Bir diğer ifade ile bu rakam küresel GSYİH’nin yüzde 1,4 artışı anlamına geliyor.

Anlaşma elektronik ticaret, haberleşme ve fikri mülkiyetin de aralarında bulunduğu çok sayıda başlığı kapsıyor. RCEP’nin ithâl ürünlere vergileri 20 yıl içinde ortadan kaldırması öngörülüyor. Anlaşma sonrasında Japonya’nın Çin’e karşı tarım ürünlerinde uyguladığı vergiyi yüzde 56 oranında azaltacağı ifade ediliyor. Konuya vakıf olan hemen herkes bu rakamları ve argümanları okurken heyecanlanıyor. Nitekim Anlaşma’yı özel kıllan maddelerden biri de devletlerin doğrudan özel anlam atfettiği sektörleri korumaya alacak olması. RCEP’ye imza atan ülkeler milli çıkarları bağlamında kritik önemi haiz alanlarda vergi uygulamaya devam edebilecek. Anlaşma’nın 8 yıllık müzakere süreci sonunda imzalanmasına vesile olan en önemli gelişmenin üzerinde mutabık kalınan bu istisna olduğu görülüyor.

‘Made in India’
Asya’nın en büyük ekonomilerinden biri olan Hindistan, Anlaşma’nın müzakere sürecinde yer almasına rağmen imza atmadı. Kararın arka planında, Modi yönetiminin “Made in India” şeklinde özetlenen ve yerel üreticiyi korumayı amaçlayan kaygıları olduğu belirtiliyor. New York Times gazetesi, Hindistan’ın, müzakere sürecinde düşük kaliteli, emek yoğun endüstriyel mallara yönelik gümrük vergilerinin indirilmesi için ısrar ettiğini vurguladı. RCEP’e taraf olan ülkelerin açık kapı bıraktıklarını hatırlatalım. Anlaşma’ya taraf ülkeler, Hindistan’ın Anlaşma’ya geri dönüşünü kolaylaştırmak için ek kararlar almaya hazır olduklarını belirtiyorlar. Elbette bu hamleyi Çin’in kapatmadığı kapı olarak yorumlamak daha uygun olacaktır.

Hindistan’ın bu büyük organizasyonda yer almamasını sadece ekonomik saiklerle açıklamak elbette gerçekçi olmayacaktır. Konunun stratejik bir boyutu da var. Esasen Hindistan’ın gerçek endişesi jeopolitik. Çin ile Japonya, bölgenin önemli ve büyük güçleri ve de RCEP marjında etkinlikleri fazla olacak. Hindistan’ın vizyonunda kısa vadede olmasa bile orta ve uzun vadede bölgesel ve küresel işbirliğinde belirleyici, oyun kurucu bir aktör olma hedefi var. Bu nedenle, Çin’in gölgesinde kalmak istemiyor. Diğer yandan Hindistan’ı Çin’e karşı cesaretlendiren aktörün ABD, frenleyenin ise Rusya olduğunu not edelim.

Çin’in ekonomideki dominant rolü pekişiyor
Çin ise meseleye oldukça pragmatik yaklaşıyor. Çinli uzmanlar Anlaşma’yı iki boyutta yorumluyor. İlki şüphesiz; Anlaşma’nın getireceği ekonomik kazanımlar, diğeri ise ABD’ye olan etkisi. Anlaşmayı Çin diplomasisinin zaferi olarak yorumlayan Çinli uzmanlar, ABD’nin Çin’i tedarik zincirlerinden dışlamak için izlediği stratejilerin başarısızlıkla sonuçlandığını, “tedarik zincirleri kazan-kazan ilkesi üzerine kurulur” mealindeki Çin argümanının ise kabûl gördüğünü belirtiyor.

Bu yorumun ABD’de de kabûl gördüğü anlaşılıyor. Nitekim ABD medyası Anlaşma ile Çin’in ekonomideki dominant rolünü pekiştirdiğini belirtiyor. The New York Times “RCEP Anlaşması, Trump’ın tarifelerinden kaçınmak isteyen küresel şirketleri Kuzey Amerika yerine Asya’da kalmaya cesaretlendirecek” tespitinde bulunuyor.

Oyunun kurallarını ABD koyamazsa, bunu Çin yapar
Anlaşma’nın ABD bakımından ne anlama geldiğini anlamak için ABD eski Başkanı Barack Obama’nın geçmişteki bir beyanatına göz atmak yeterli olacaktır. Obama, Başkanlığı döneminde Trans Pasifik Ortaklığı (TPP)’nı değerlendirirken, “Eğer bu Anlaşma’yı kotaramazsak ve oyunun kurallarını Amerika koyamazsa, bunu Çin yapacaktır,” ifadelerini kullanmış, Anlaşma’yı “Asya-Pivot stratejisinin olmazsa olmazı” şeklinde tanımlamıştı. Geçen süreçte Obama’nın Asya-Pivot stratejisi ile çelişen Trump yönetimi, Trans-Pasifik Ortaklığı’ndan çekilirken, Çin ise dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşmasını kotaran aktör olarak öne çıkıyor. Ezcümle Obama’nın endişesi gerçekleşmiş oluyor.

RCEP Anlaşması ABD’nin yeni Başkanı Biden’ın yüzleşmek zorunda kalacağı önemli sınamalardan birisi olacak. Biden kabinesini açıklarken, “ABD Pasifik ve Atlantik’te küresel liderlik rolü üstlenecek. Gereksiz çatışmalarda rol almayacak. Asya-Pasifik Bölgesi’nde ittifakları güçlendirecek” ifadelerini kullandı. ABD’nin Birleşmiş Milletler (BM) Büyükelçiliği’ne atanan Linda Thomas-Greenfield ise çıtayı daha da yukarı taşıyarak, “Amerika geri döndü. Çok taraflılık ve diplomasi geri döndü” ifadelerini kullandı. Bu iddialı argümanlara karşın Biden Çin’e karşı beklenen hamleleri yapmaz, süreci rolantiye alır ve New York Times’ın vurguladığı gibi önceliğini uluslararası anlaşmalardan ziyade koronavirüs salgını ile mücadeleye ve ABD endüstrisine yatırıma verirse, şüphesiz Çin kurallarını koyduğu oyunu daha rahat oynamaya devam edecektir. Bu durum Çin’in artan, ABD’nin ise azalan ekolojik hakimiyetini pekiştirecek, dünyanın ağırlık merkezinin batıdan doğuya kaydığı tespitini kuvvetlendirecektir.

RCEP Anlaşması Çin’in Asya-Pasifik Bölgesi’ndeki ekonomik hakimiyetini artırırken, ABD ve Avrupalı şirketleri serbest ticaret bölgesinin dışında bırakarak, dezavantajlı konuma getirecektir. Bu durum yükselen Çin’in önce bölgesel devamında küresel hegemonyasını pekiştirmesi ile sonuçlanacaktır. Bu nedenle konuya salt ekonomik değil aynı zamanda jeopolitik bakış açısıyla yaklaşmak bir zorunluluktur.

Bakınız son dönemde agresif hamleler yapma telaşında olan, her ne kadar Biden sonrası dönemde transatlantik işbirliğini canlandırmayı hedeflediğini sıklıkla vurgulasa da esasen ABD’ye bağımlılıktan kurtulmayı önceleyen AB’ye ve evrilen stratejilerine bu optikten bakmak, kuşkusuz aranan cevapları bulmayı kolaylaştıracaktır.

Moldova’ya dikkat!
Dağlık Karabağ’da Azerbaycan’ın elde ettiği askeri zafer hepimizi mutlu etti. Gazetemizin yazarları tarafından konu kapsamlı olarak analiz edildiği için detay girmeyeceğiz. Lâkin Rusya’nın, Kafkasya’da etkinliğini artırdığını, yumuşak karnı olarak gördüğü bu bölgedeki Atlantik yapının Paşinyan üzerinden yapmaya çalıştığı hamleleri boşa çıkardığı sonucuna varabiliriz. Beyaz Rusya üzerinden sıkıştırılan Rusya, böylelikle Batı’ya Ermenistan üzerinden de kararlılık mesajı vermiş oldu. Sudan’da deniz üssü1 kurma kararı veren ve etkinliğini Doğu Akdeniz’in ötesine taşımayı başaran Rus diplomasisi, ABD’nin seçim sürecini iyi değerlendirip stratejik kazanımlar elde etmeyi başardı. Ancak tüm bunlar yaşanırken meydana gelen bir gelişme gözlerden kaçıverdi.

Maia Sandu

Bölgedeki denklemi değiştirme potansiyeline sahip bu hadise ülkemizi de yakından ilgilendiriyor. Kasım ayının ortasında Moldova’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bahsediyoruz. Seçimleri mevcut Cumhurbaşkanı İgor Dodon’a karşı yarışan AB yanlısı Eylem ve Dayanışma Partisi (PAS) lideri eski Başbakan Maia Sandu ikinci turda kazanarak ülkenin yeni Cumhurbaşkanı oldu. Dünya Bankasında ekonomist olan Sandu oyların yüzde 52’sini alırken, Moskova yanlısı Dodon’un oyları yüzde 48’de kaldı.

Gerek Batı’nın gerekse Rusya’nın etkinlik kurmaya çalıştığı 3,5 milyon nüfuslu Moldova, her dönem Batı ile Doğu’nun bilek güreşi yaptığı, jeopolitik konumu nedeniyle oldukça önemli bir ülke. Moldova’daki seçim sonuçlarının Rusya’da memnuniyet yaratmayacağı, muhtemelen yakın gelecekte kutuplaşacak Moldova’nın istikrarsızlığa sürükleneceği çok açık. Eski Cumhurbaşkanı Dodon ülkemizle ilişkilere yüksek önem veriyordu. Ülkede yaşayan Gagavuz Türklerini de unutmayalım.

Gelinen aşamada ülkemizin Moldova üzerinden Karadeniz’e sirayet edebilecek gelişmelere ve manipülasyonlara karşı dikkatli olmasını öneriyoruz. Daha önce defaten yazmıştık, bizim asla kabul etmediğimiz lâkin birilerinin ısrarla gündeme getirdiği “Genişletilmiş Karadeniz” kavramının önemli yapı taşlarından birisini de Moldova teşkil etmektedir. Batı Moldova’yı Karadeniz’e taşmada bir manivela ve bir sıçrama tahtası olarak kullanmak istemekte, Rusya’yı çevrelemede önemli bir aparat olarak görmektedir. Rusya’nın bir diğer zayıf karnı olan bu bölgedeki gelişmelerin kuşkusuz ülkemize de yansımalarının olacağını hatırlatıyor ve Karadeniz’e yönelik gelişmelerin yakından takip edilmesini öneriyoruz.

1Putin tarafından 11 Kasım’da imzalanan kararnameye göre, Rusya Savunma Bakanlığı’nın Port Sudan şehrinde Rus donanma üssünün kurulmasına yönelik teklifi kabul edildi. Sudan yönetiminin de onay verdiği anlaşma 25 yıllık süreyi kapsayacak ve sonrasında uzatılabilecek. Üssün inşası için gerekli arazi Sudan tarafından ücretsiz sağlanacak. Rusya, üssü desteklemek için Sudan’daki havaalanları ve limanlar aracılığıyla ihtiyaç duyduğu her türlü silah, cephane ve diğer teçhizatı getirme hakkına sahip olacak. Anlaşmaya göre, Rusya deniz üssüne nükleer enerjili gemilerini de sokabilecek. Üste en fazla 300 kişi kapasiteli 4 gemi bulunabilecek. Türkiye’nin Sudan’da Sevakin Adası’na deniz üssü kurma planlarının Beşir sonrası dönemde akıbetinin bir bilinmeze gittiğini hatırlatalım. Görünen o ki; Rusya, Doğu Akdeniz’den sonra Kızıldeniz’e de kalıcı olarak yerleşmiş oldu.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın