Yaptırım tartışmalarının gölgesinde

MDN İstanbul

Dz. Kurmay Albay (E) Serter Tuçaltan

Avrupa Birliği Liderler Zirvesi 10-11 Aralık’ta Belçika’nın başkenti Brüksel’de düzenlenecek. Dz. Kurmay Albay (E) Serter Tuçaltan Zirve öncesi, kendi menfaatleri çerçevesinde Türkiye’yi yeniden konumlandıran ABD ve AB’nin çeşitli sebeplerle öne sürdükleri yaptırım planlarını değerlendirdi

ABD ve AB’de son dönemde tartışılan öncelikli gündem konularından biri Türkiye’ye yönelik yaptırım uygulamalarının hayata geçirilip geçirilmeyeceği ile ilgili.

ABD yaptırımları
ABD’nin yaptırımlar için öne sürdüğü temel gerekçe, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemini almış ve bu sistemin test atışlarını yapmış olması.
ABD, sistemin tedarik edilmesinin ardından Türkiye’yi F-35 programından çıkarmasından sonra şimdi, uzun süredir tartıştığı “ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası (CAATSA)” kapsamında daha ileri seviyedeki uygulamaları hayata geçirmeye hazırlanıyor.
ABD’de Senatörler Lindsay Graham ve James Lankford, Wall Street Journal gazetesinde yayımlanan makalelerinde ABD Başkanını Türkiye’ye yaptırım uygulamaya davet ediyorlar. Gerekçeleri Türkiye ile Rusya arasındaki yakınlaşma.
Makalenin başlığında Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkinin tanımlanması için “kısa süreli ilişki” anlamına gelen İngilizce “dalliance” kelimesinin kullanılması dikkat çekiyor. Ayrıca makalede, üstünlüğüne atıfla ABD ile Rusya arasında ekonomik bir karşılaştırma yapılarak Türkiye’nin Rusya tercihi nedeniyle cezalandırılmasının açık bir uyarı olacağı görüşüne de yer veriliyor.
Durum ABD’de bir kısım siyasetçilerin Türkiye’ye yönelik yaptırımların 20 Ocak 2021 öncesinde, mevcut yönetim tarafından başlatılması gayretinde olduklarını gösteriyor.
Bu yaklaşımın temel gayesinin Türkiye ile ilişkileri kapsamında, yeni ABD yönetimine başlangıç aşamasında daha geniş bir manevra alanı kazandırmak olduğunu söylemek mümkün.

AB yaptırımları
AB yaptırımlarının öncelikli gerekçesi ise Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı sınırlandırmasına ilişkin görüşleri ve bu doğrultuda icra ettiği hidrokarbon faaliyetleri.
Bu anlamda üç açıklama dikkat çekiyor:
İlki; AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Borrell’in, “Avrupa, eski imparatorlukların geri geldiğini söyleyebileceğimiz bir durum ile karşı karşıya. En azından Rusya, Çin ve Türkiye’nin. Bunlar küresel ve bölgesel yaklaşımlarla gelen, eskinin büyük imparatorlukları. Bu durum bize yeni bir ortam sunuyor,” açıklaması.
Bu açıklama AB’nin Türkiye ile ilişkilerinde yeni bir döneme girildiğini düşündüğünü, özellikle güvenlik bağlamında Türkiye’yi nerede konumlandıracağı konusunda bir karar sürecinde olduğunu gösteriyor. AB’nin bu konumlandırmada takınacağı tavrı NATO platformlarında da sürdürmesini beklemek gerekiyor.
AB içinde Fransa, Avusturya, Lüksemburg, Yunanistan gibi ülkeler ile GKRY, Türkiye’yi tehdit olarak gören bir bakış açısına sahipken eskiden daha dengeleyici bir tutum izleyen Almanya’nın tutumunun son dönemde bir dönüşüm içinde olduğunu söylemek mümkün.
Mevcut durumda Türkiye’ye daha yakın bir tutum izleyen İtalya’nın da Libya’daki çıkarları ile GKRY’nin sözde ruhsat sahaları ve Mısır’ın ruhsat sahalarındaki payları kapsamında bir seviyeye kadar bu grubu izlemesi mümkün.
Akdeniz’de AB’nin İrini Harekâtı çerçevesinde, uluslararası hukuk hilafına, Türk bayraklı Rosaline A. gemisine yapılan gemiye çıkma (boarding) faaliyetine de bu kapsamda Türkiye’ye verilen bir mesaj olarak bakılması gerekiyor.
İkinci açıklama yine Borrell’e ait. Borrell açıklamasında, “Dağlık Karabağ, Libya ve Suriye gibi ihtilaflarda, bölgesel ihtilafları ‘Astanalaştırma’ biçimini gözlemliyoruz. Bu biçim, Rusya ve Türkiye lehine olmak üzere Avrupa’nın bölgesel çatışmaları çözme sürecinden dışlanmasına yol açıyor. Bu nedenle, kapasitemizdeki birçok boşluğu kapatmamız ve çıkarlarımızın söz konusu olduğu yerlerde bulunmamız ve aktif olmamız gerekiyor,” diyor.
Borrell aslında özetle AB’nin Suriye’de devrede olmadığını, Karabağ’da AGİT sürecinde eş başkan sıfatı bulunan Fransa’nın Ermenistan lehine yeterli seviyede varlık gösteremediğini, kurulmuş olsaydı Libya’da Rusya ile Türkiye arasında bir işbirliği mekanizması ile AB’nin devre dışında kalacağını açıklıyor. AB üyelerine, durumun AB için içerdiği riski gösteriyor. AB adına yapılması gerekenler için bir çerçeve çiziyor. Buradan ötesi AB’nin stratejik özerklik çalışmalarında, Almanya’nın liderliğinde NATO için hazırlanan teklif paketinde vücut buluyor.
Borrell’in açıklaması ABD’nin (Almanya ile birlikte) neden son dönemde Libya’daki etkisini artırdığını, iki taraf arasındaki müzakere sürecinin ve ateşkesin başlıca mimarlarından biri haline geldiğini de açıklıyor. Aynı zamanda, AB’nin (ABD ile birlikte) önümüzdeki dönemde Türkiye’nin Libya’dan çıkması için girişim ve çabalarını artıracağına işaret ediyor.
Üçüncü açıklama ise Almanya Dışişleri Bakanı Maas’a ait. Ekim ayında Türkiye ziyaretini de iptal ederek gerginliği tedricen artıran Bakan açıklamasında, “ABD’nin uluslararası sahneye dönüşü çok şeyi değiştirecek. Çünkü her iki taraf da işbirliği yaklaşımını savunuyor. Avrupa ve ABD’nin stratejik olarak yeniden daha yakın çalışmaya ihtiyacı var. Libya ve Suriye’de, Türkiye ve Rusya’nın doldurduğu bir boşluğu tekrar bırakamayız. Otokratik aktörlere oyunları için yer bırakamayız. Biz Avrupalılar olarak barışın, demokrasinin ve insan haklarının garantörü olmak için üzerimize düşen hazırlığı yaptık,” ifadelerini kullanıyor.
Bu açıklama da oldukça dikkat çekici. Almanya’nın, Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri ile Libya’daki varlığından duyduğu memnuniyetsizliği ortaya koyan açıklama, AB ve ABD’nin buna karşı birlikte hareket etmeleri gerektiğini söylüyor. Türkiye ve Rusya’yı “otokratik” olarak nitelendiren Almanya, ABD’ye, Türkiye ve Rusya işbirliğine karşı yeni bir rol biçiyor. ABD’ye istikrarsızlık alanlarında boşluk bırakılmaması gerektiği mesajını iletiyor. Bakan aynı zamanda, önümüzdeki dönemin diğer mücadele vasıtaları konusunda da ipuçları veriyor. Demokrasi ve insan hakları konularının gündemin ön sıralarına taşınacağını ifade ediyor.

Sonuç
Aslında gerek ABD’nin, gerekse AB’nin ortak asli hedefi Türkiye ve Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler ve iki ülkenin İran’ın da katılımı ile oluşturdukları Astana süreci. Astana süreci nezdinde ileride oluşturulabilecek benzeri bölgesel işbirliği mekanizmaları. Bu mekanizmaları etkisiz hale getirmek, ileride bu tarz bölgesel mekanizmaların tesis edilmesinin önüne geçmek, örnek yaratmak. ABD ve AB’nin bölgedeki çıkarlarını tahakkuk ettirmek.
ABD’nin uzun süre önce eski Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey üzerinden açık şekilde telaffuz ettiği bu hedef artık AB içinde de çeşitli kademelerde dillendiriliyor. Ancak, AB’nin bakış açısının daha geniş bir perspektifi kapsadığını söylemek gerekiyor.
Gelişmeler gerek ABD, gerekse AB tarafından Türkiye’ye yönelik bazı yaptırımların uygulanacağını gösteriyor.
Söz konusu yaptırımların, nitelik ve seviyelerine göre Türkiye üzerinde etkileri olacağı değerlendirmesini yapmak güç değil.
Özellikle ekonomik boyutu olabilecek yaptırımlar konusunda bir hassasiyetin varlığından söz etmek mümkün.
Zira açık kaynaklarda sıklıkla dile getirildiği üzere kısa vadeli dış borç ödeme yükümlülüklerine rağmen yeterli döviz varlığına sahip olunamaması, borçlanma maliyetinin yüksek oluşu, diğer ekonomik göstergeler, dış siyasette birçok cephede diplomasi yerine askeri güç ağırlıklı, yalnız bir mücadelenin tercih edilmiş olması bu konudaki duyarlılığı artırıyor.
Ayrıca gelişmeler Türkiye-AB ve Türkiye-ABD ilişkilerinde öncekilerden farklı bir döneme girildiğini de gösteriyor.
AB ve ABD, Türkiye’yi kendi menfaatleri çerçevesinde yeniden konumlandırıyor.
Bu konumlandırma sonucunda oluşacak tavrın Türkiye-NATO ilişkilerini etkilemesi de bekleniyor.
Açıklamalar önümüzdeki dönemde, siyasi otoritenin şimdiye kadar sıklıkla başvurduğu, AB içindeki liderlik mücadeleleri ile Türkiye-Rusya, Türkiye-ABD ve Türkiye-AB ilişkilerinin birbirlerine karşı denge unsuru olarak kullanılması olanaklarının da azalacağını gösteriyor.
Bu bağlamda AB ve ABD tarafından Türkiye’den Karadeniz, Ege, Akdeniz, Kıbrıs Adası, Suriye, Irak gibi alanlarda önemli tavizlerin istenebileceği bir ortam oluşuyor.
Böyle bir ortamda karar vericilerin artık dış politikada hata yapma esnekliği bulunmuyor.
Mevcut durum dış siyasete yönelik politika ve hedeflerin her türlü maceradan, dini ve etnik yaklaşımdan uzak, milli güç unsurları ile sağlanabilen kapasite ile orantılı şekilde, akıl ve bilim çerçevesinde oluşturularak bölgesel işbirliği mekanizmalarını ön planda tutacak şekilde, bölge merkezli olarak yürütülmesini dikte ediyor.
Dış politika hedeflerine ulaşmak için iç cephede birlik ve beraberliğin sağlanması gerekiyor.
Böyle bir süreç için en iyi örnek ise Atatürk liderliğinde Osmanlı’nın son döneminde düştüğü durumdan bir ulus, bir vatan çıkaran milli kurtuluş tarihimizdeki askeri, siyasi, ekonomik ve diğer devlet yönetimi uygulamaları…

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın